Giriş yap
Similar topics
Üye Paneli
Profiliniz Bilgiler Seçenekler İmza Avatar |
Sosyal Arkadaş ve Tanınmamış Üye listesi Grup |
Özel Mesaj Gelen Kutusu ÖM Gönder |
Gözlenmiş Konular |
Kimler hatta?
Toplam 112 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 112 Misafir :: 2 Arama motorlarıYok
Sitede bugüne kadar en çok 392 kişi 10.10.24 17:51 tarihinde online oldu.
En son konular
En bakılan konular
Istatistikler
Toplam 278 kayıtlı kullanıcımız varSon kaydolan kullanıcımız: CANAN CAN
Kullanıcılarımız toplam 14129 mesaj attılar bunda 6601 konu
Arama
Kasım 2024
Ptsi | Salı | Çarş. | Perş. | Cuma | C.tesi | Paz |
---|---|---|---|---|---|---|
1 | 2 | 3 | ||||
4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 |
11 | 12 | 13 | 14 | 15 | 16 | 17 |
18 | 19 | 20 | 21 | 22 | 23 | 24 |
25 | 26 | 27 | 28 | 29 | 30 |
Tasavvuf nedir?
3 posters
.:. i R F @ N _ M E C L i S i .:. R @ H - i _ @ S K .:. :: (¯`·._.: İSLAMİ İLİMLER :._.·´¯) :: TASAVVUF
1 sayfadaki 1 sayfası
Tasavvuf nedir?
İslâmiyet, ana hatlarıyla iman, ibadet ve ahlaktan ibarettir. Kelâm ilmi imanı, fıkıh ilmi ibadeti, tasavvuf ilmi de ahlakı ele alır. Tasavvuf, İslâmı derûnî bir şekilde yaşamaktır. Ruhî ve vicdanî bir duyuşun mahsulüdür. Şekilden mânâya geçmek, kabuktan öze ulaşmaktır. Kâlin hâl olmasıdır. (1)
İnsanın aklı, kâinatın binler hazinelerini açan pırlanta gibi bir anahtardır. Nuranî bir cevherdir. Akl-ı selîm mertebesine ulaştığında, Rabbanî bir mürşittir. Hakikat güneşine açılan bir penceredir.
Kalb dahi, insanın manevî hayatının merkezidir. Binler âlemin manevî bir haritasıdır. Kâinatın hadsiz hakikatlerinin mazharı, medarı, çekirdeğidir. (2) Cenab-ı Hakka parlak bir aynadır. Gayb âlemlerine karşı bir penceredir. Rabbanî bir latifedir.
İşte, aklın işletilmesiyle pek çok ilimler ve fenler otaya çıktığı gibi, kalbin işletilmesiyle de, tasavvuf ilmi ortaya çıkmıştır.
İslâm tasavvufunun menşeini inceleyen bazı zâtlar, İslâm öncesi tasavvufî akımlarda da benzeri esasları gördüklerinden, onu ya Hint’te, ya İran’da, veya daha başka yerlerde aramışlardır. Halbuki, İslâm tasavvufunu doğrudan doğruya Kur’ânda ve Resulullah’ın (asm.) hayatında aramak lâzım gelir. (3)
Çünkü tasavvufta yer alan “zikir, fikir, nefis terbiyesi” gibi esaslar, Kur’ânda çokça bahsedilen konulardır. “Yaşayan Kur’ân” durumunda olan Resulullah ise, tasavvufî hayatın en zirve tatbikini göstermiştir."
Kaynaklar:
1. Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat, Marmara Ün. İlahiyat Fak. Yay. İst. 1994, s. 85
2. Said Nursî, Mektubat, Envar Neş. İst. 1993, s. 443
3. Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat. s. 60
Allah cc. emanet olunuz selam ve dua ile.
İnsanın aklı, kâinatın binler hazinelerini açan pırlanta gibi bir anahtardır. Nuranî bir cevherdir. Akl-ı selîm mertebesine ulaştığında, Rabbanî bir mürşittir. Hakikat güneşine açılan bir penceredir.
Kalb dahi, insanın manevî hayatının merkezidir. Binler âlemin manevî bir haritasıdır. Kâinatın hadsiz hakikatlerinin mazharı, medarı, çekirdeğidir. (2) Cenab-ı Hakka parlak bir aynadır. Gayb âlemlerine karşı bir penceredir. Rabbanî bir latifedir.
İşte, aklın işletilmesiyle pek çok ilimler ve fenler otaya çıktığı gibi, kalbin işletilmesiyle de, tasavvuf ilmi ortaya çıkmıştır.
İslâm tasavvufunun menşeini inceleyen bazı zâtlar, İslâm öncesi tasavvufî akımlarda da benzeri esasları gördüklerinden, onu ya Hint’te, ya İran’da, veya daha başka yerlerde aramışlardır. Halbuki, İslâm tasavvufunu doğrudan doğruya Kur’ânda ve Resulullah’ın (asm.) hayatında aramak lâzım gelir. (3)
Çünkü tasavvufta yer alan “zikir, fikir, nefis terbiyesi” gibi esaslar, Kur’ânda çokça bahsedilen konulardır. “Yaşayan Kur’ân” durumunda olan Resulullah ise, tasavvufî hayatın en zirve tatbikini göstermiştir."
Kaynaklar:
1. Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat, Marmara Ün. İlahiyat Fak. Yay. İst. 1994, s. 85
2. Said Nursî, Mektubat, Envar Neş. İst. 1993, s. 443
3. Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat. s. 60
Allah cc. emanet olunuz selam ve dua ile.
demirci mustafa- SADIK ÜYEMİZ
Geri: Tasavvuf nedir?
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Şeriatın bir delili ve üç mühim İslâm kalesinden birisi 1 olan tasavvufu, mutasavvıflar çok çeşitli şekillerde tarif eder: Tasavvuf, dinin özünün öğretisidir, iç duyuştur, hâl ilmidir, söz değil yaşayıştır. Tasavvuf, edep, hakka boyun eğmek, karşılıklı dostluk ve sevgi, hürriyet, fütüvvet, cömertlik, emir ve nehiy altında sabretmek, nefse kul ve şeytana zebûn olmamak, fuzûli işleri terk etmek, iddiaları terk, mânâları gizlemek, kalbi Allah’a bağlamak, mâsiva (kâinat) ile ilgiyi kesmek, emeli bırakıp amele devam etmek, Allah’a teslim olarak itiraz ve ihtiyarı terk etmek, dünyaya yüz çevirmek, ahlâktır. Bu açıdan bakıldığında tasavvufun ilgi sahası iki noktada toplanmış:1- İnsanın içinde yaşadığı dış dünya.
2- İnsanın içinde yaşayan iç dünya.
Tasavvuf bu iki dünya arasında dengeyi sağlayan bir disiplindir. Bunun dayanak noktası da, şu âyetlerdir: “Kesin olarak imân edenler için yeryüzünde nice deliller, belgeler vardır. Kendi nefislerinizde, iç dünyalarınızda da böyle deliller vardır. Hâlâ görmez misiniz?”2
“Onlara gerek içinde yaşadıkları âlemin her tarafında, gerekse kendi nefislerinde âyetlerimizi, belgelerimizi göstereceğiz—tâ ki, Kur’ân’ın hak olduğu onlara iyice açıklanmış olsun. Rabbinin her şeye şâhit olması yetmez mi?”3
Tasavvufun gayesi, insanın yaratılış sırrını yakalayıp gelişmek, olgunlaşmak, tekâmül etmektir. İlim ile imân hakikatlerine, Peygamber Efendimizin (asm) Mî'rac mû’cizesinin gölgesi, mânevî gözetimi ve koruması altında, kalb ayağıyla ruhânî bir yolculuk neticesinde, zevkî, hâlî (yaşamaya dayalı, iç duyuşa dair), bir derece imân ve Kur’ân
hakikatlerine mazhariyettir. İslâmiyetin olgunluğunu ve nurâniyetini gösteren bir sır. İnsaniyetin, İslâmiyet sırrıyla bir yükselmesinin madeni ve feyiz kaynağı olan tarikat; dalâletin hücûmu zamanında imânı muhafaza etmiştir.4
Tarikat, insanın Yaradanını araması, ona ulaşması, yâni emir ve yasaklarını bilip uyması ve kaçınması demektir. Allah’a ulaştıran yollar içinde bir yol; şeriat hakikatine yetişmek için bir vesîledir.5
Ruh/nefis, duygu terbiyesi de olan tasavvuf, “marifet ile gönül, hâl” yaşayışı diye açıklanır. Zühd de aynı mânâda kullanılır. Sûfîler de, “insan, kâinat ve Allah” ilişkilerini söz konusu ederler. Daha ziyade kalb ayağıyla hareket etmektir. Aslında tasavvuftan maksat, marifet (Allah’ı bütün isim ve sıfatlarıyla bilme) ve iman hakikatlerinin geliştirilmesidir. Mi’rac-ı Ahmediyenin (asm) gölgesinde ve sayesi altında kalb ayağıyla bir seyr-i sülük-u ruhânî (ruhanî bir seyahat ve gözlem) neticesinde zevkî, hâlî (iç duyuşa, yaşayışa) ve bir derece şuhûdî (müşahadeye dayalı) hakaik-ı imâniye ve Kur’ân’iyeye mazhariyet, ulvî bir insanî sırdır.6
Tasavvufun pratiğe geçirilişi olan tarikat, gayb/metafizik âlemlere göre dizayn edilmiş olan kalbi işlettirir; bağlantıları kurar. Zira, kalb, tarikatla işler. 7
Dipnotlar:
1- Kur’an, Zâriyat, 20, 21;
2- Age, Fussılet, 53;
3- Mektubat, s. 429-430;
4- Necmeddin Şahiner, Said Nursi ve Nurculuk Hakkında Aydınlar Konuşuyor, Hartford Üniversitesi İslâmî Araştırmalar Kürsüsü Başkanı, The Müslim World Dergisi’nin ilk Müslüman Editörü Prof.Dr. İbrahim Ebu Rabi’, Prof. Dr. Nevzat Tarhan (Yeni Asya, 23 Ekim 2002) vd.;
5- Mektûbât, s. 435;
6- Mektûbât, s. 488.;
7- Mektubat, s. 429.
Ali FERŞADOĞLU
RıZa BeRKaN- KuRuCu / YöNeTiCi
Tasavvuf nedir? 1
TASAVVUF NEDİR:
Tasavvuf, Hazreti Ibrâhîm'in hanif dînidir.
Hazreti Ibrâhîm, tam bir mutasavvıftı. O, hanif dîninin sahibiydi. Hanif dîni bir insanı nereden alır, nereye götürür? Hanif dîni bir insanı sıfırdan alır, önce o kişi Allah'a ulaşmayı diler. Sonra? Mürşidine ulaşıp tâbî olur. Sonra? Ruhunu Allah'a ulaştırıp teslim eder. Sonra? Fizik vücudunu Allah'a muhsin kılarak teslim eder
Nefsini Allah'a ahsen kılarak teslim eder. Irşada ulaşır. Iradesini de Allah'a teslim eder ve mürşidlerden olur. Bütün sahâbe, bu vasıfların hepsine sahiptiler, 7 safhanın hepsini bihakkın yaşadılar. Öyleyse onlar Islâm'ın gerçek temsilcileriydi; Hazreti Ibrâhîm'in hanif dîninin gerçek temsilcileriydi
Öyleyse Allahû Tealâ'yla olan ilişkilerimizde en güzeli yaşamak söz konusu mu? Elbette. Hangi şartlar içinde? Sahâbenin yaşadığı şartlar içinde. Onlar kanlı katiller iken, her biri her türlü zulmü işlerken, kız çocuklarını diri diri mezara gömerken Allah'ın yoluna girerler ve girdikleri zaman hayatlarının tümü değişir. Öyle bir dizaynla Allahû Tealâ onları olgunlaştırır ki; birbirinin can düşmanı olan sahâbe, birbirinin can dostu olurlar
Işte Al-i Imran 103. Allahû Tealâ buyuruyor
3/AL-I IMRAN-103: Va'tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni'metallâhi aleykum iz kuntum a'dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni'metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı sarılın ve fırkalara aırılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki ni'metini hatırlayın; hani o zaman siz birbirinize düşman idiniz. (Sonra Allah), kalplerinizi uzlaştırdı da O'nun bu ni'meti ile artık kardeşler oldunuz. Siz, ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da (Allah), sizi ondan kurtardı. Allah, size âyetlerini böyle beyan ediyor ki; böylece hidayete eresiniz.
Bütün kabileler arasındakandavası vardı. Sonradan sahâbe olanlar, her kabiledekikandavasına iştirak etmişlerdi. Onlardan birilerini yabancı kabileler öldürmüştü, onlar da yabancı kabilelerden birilerini öldürmüştüler
Öyleyse böyle bir dizaynda, Allah'ın sahâbenin kalplerini birbirine telif etmesi üzerine can dostları olduğunu görüyoruz. Sahâbenin özelliği neıdi? Kalplerinin telif edilmesinin arkasında ne vardı? Bütün sahâbenin Sıratı Mustakîm'in üzerinde olması vardı. Bir insanı şeytanın kulu olmaktan kurtaracak olan şey, Sıratı Mustakîm'in üzerinde olmaktır
Tevhidin temelinde Sıratı Mustakîm vardır. Bütün sahâbe tevhid erleriydi. Tek Allah'a inanıyorlardı. Hanif dîninin, Islâm dîninin gerçek temsilcileriydiler. 1. özellikleri tek Allah'a inanmaktı. Bu bakımdan Allah'ın tekliği konusunda kesin olarak haniftiler
Hanif dîninin 2. özelliği, tek bir toplum oluşturmaktı. Onu da bütün sahâbe gerçekleştirmişti. Bütün sahâbe Sıratı Mustakîm'in üzerindeydi; yani hanif fıtratının gereğini gerçek anlamda tahakkuk ettirmişlerdi. Bütün sahâbe kendileri, Sıratı Mustakîm'in üzerinde oldukları gibi başka insanları da Sıratı Mustakîm'e çağırıyorlardı ve hepsi mü'minlerdi
şimdi gelin bakalım Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesi ne diyor?
34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mu'minîn(mu'minîne).
şeytan, insanlar üzerindeki vaadini yerine getirdi. Mü'minlerden ibaret bir tek fırka hariç hepsi, iblise tâbî oldular
Sahâbe soruyor Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e: "Ey Allah'ın Resûl'ü, kaç fırka olacak?" "73" diyor. "Peki bunlardan gerçekten sadece bir tek fırka mı hak olacak?" "Evet" diyor. "Ey Allah'ın Resûl'ü, ismi ne bu fırkanın?" "Fırka-i Naciye" "Bu fırkadakilerin özellikleri ne?" Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki: "Onlar da sizin ve benim gibi Sıratı Mustakîm'in üzerinde olanlardı." diyor. "Olanlar olacaklar
Öyleyse kimmiş bu insanlar? Mü'minleri oluşturan bir tek fırka hariç bütün fırkalar şeytana kul oldular. Buradan hareket edelim: Bütün fırkaların var olduğu ayrıca bir fırkayı da işaret edildiği bir âyet var mı Kur'ân-ı Kerim'de? Var
En'am 153. Allahû Tealâ buyuruyor:
6/EN'AM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve muhakkak ki; bu, benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. Işte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Böylece siz takva sahibi olursunuz.
Öyleyse sahâbeye bakıyoruz. Sahâbe Sıratı Mustakîm'in üzerindeydi. Önce Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'in, sonra fizik vücutlarını Allah'a teslim eden Sıratı Mustakîm'in, sonra nefslerini Allahû Tealâ'ya teslim eden Sıratı Mustakîm'in, sonra iradelerini Allah'a teslimedenSıratı Mustakîm'in; dört Sıratı Mustakîm'in de üzerindeydi sahâbe.
Öyleyse onlar Sıratı Mustakîm'in üzerindeydiler. Onlar tevhidi tam anlamıyla tahakkuk ettirmişlerdir. Sıratı Mustakîm'in üzerinde olduklarının kesin işareti; Allah'ın kalplerini telif etmesiyle birbirlerinin can dostu olmayı başarmaları. Can düşmanlarıyla can dostu haline gelmişlerdi
Ne diyordu Allahû Tealâ Fussilet 34'te? "Sen seyyiati hasenatla önle. Hiç seyyiatle hasenat bir olur mu?" Bütün sahâbe seyyiati hasenatla önlemişlerdi. Dişerlerinin can düşmanı olan sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî olduktan sonra can dostları oldular ve düşmana karşı el ele, gönül gönüle savaş verdiler
Tasavvuf nedir? Tasavvuf, Allah'a teslim olmaktır. Hanif dîni nedir? Hanif dîni, Allah'a teslim olmaktır. Islâm dîni nedir? Islâm dîni, Allah'a teslim olmaktır. Öyleyse şunu herşeyden evvel bilelim, yerli yerine oturtalım ki; kâinatta 1'den fazla dîn, hiç olmamıştır. Allah'a göre sadece bir tek dîn vardır, ona Allahû Tealâ "Hazreti Ibrâhîm'in hanif dîni" diyor, "Babanız Ibrâhîm'in hanif dîni" diyor
Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e diyor ki: "Sanahanif olanı vahyettik, sen de onu yerine getirdin." Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e: "Sen hanifsin (diyor) kendini hanif olarak dîne doğrult." diyor ve Allahû Tealâ diyor ki: "Allah sadece bir tek dînin sahibidir, ondan başka bir dîn yoktur, o dîn hanif dînidir ve o dînin Arapça adı Islâm'dır.Sanabu Kitab'ı Arapça olarak indirdik." diyor "Kur'ânün Arabiyye". "Sanabu dîni Arapça olarak indirdik ve bu Kur'ân'daki Arapça dînin adı Islâm'dır, Allah'a teslim olma dînidir ve bu Hazreti Ibrâhîm'in hanif dînidir." diyor Allahû Tealâ. "Hazreti Nuh'a, Hazreti Ibrâhîm'e, Hazreti Musa'ya, Hazreti Isa'ya tatbik ettiğimiz şeriatı,sanada şeriat olarak emrettik, vahyettik." Diyor
Bütün nebîlerin şeriatının aynı olduğunu söylüyor Allahû Tealâ. Öyleyse son Nebî Hazretleri Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz ve ona tâbî olan sahâbe, Hazreti Ibrâhîm'in hanif dînini; yani tasavvufu yaşadılar
Nereye götürür Islâm dîni, hanif dîni ve tasavvuf? Insanları nereden alır? Nereye götürür? Allah'a ulaşma dileğiyle bir macera başlar. Güzelliklerin en güzeli başlar. Bunun başlaması için Allahû Tealâ tarafından seçilmiş olmak gerekir. Bütün sahâbe seçilmişti.
Ne diyor Allahû Tealâ şura Suresinin 13. âyet-i kerimesinde?
42/ŞURA-13: şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted'ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
"Dîni ikame edin ve fırkalara ayrılmayın." diye dîn olarak Nuh'a vasiyet ettiğimizi,sanavahyettiğimizi, Ibrâhîm'e, Musa'ya ve Isa'ya vasiyet ettiğimizi, sizin için de (Allah) şeriat kıldı. Müşriklere, kendilerini davet ettiğin şey (Allah'a davet ve tek Allah'a inanmak) ağır geldi. Allah, kimi dilerse onu Kendisine seçer ve Kendisine yöneleni, O'na (Kendisine) ulaştırır.
Allah kullarından dilediğini Kendisine seçer, seçtiklerinden kim Allah'a yönelirse onu, Kendisine ulaştırır." diyor. Öyleyse bütün sahâbe, Allahû Tealâ tarafından seçilmiş miydi? Evet. Hepsi seçilmişti. Peki bütün sahâbe Allah'a yöneldiler mi? Hepsi Allah'a ulaşmayı diledi, hepsi Allah'a yöneldi.
Allah'a yönelmek nasıl bir ifade? ALLAH'A ULAşMAYI DILEMEK. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, o Allah'a yönelmiştir. Allahû Tealâ onu mutlaka mürşidine ulaştıracaktır, mutlaka ruhunu Kendi Zat'ına ulaştıracaktır. Işte bütün sahâbeye bakıyoruz. Hepsi aynı dizaynda. Ruhlarını hepsi Allah'a ulaştırmışlar
Zümer 18'de gördük ki; hepsi ruhlarını Allah'a ulaştırmışlardı. Öyleyse Rad Suresinin 20, 21, 22. âyetleri ne söylüyor bakalım
13/RAD-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah'ın ahdini (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim ederek) ifa ederler (yerine getirirler). Ve misaklerini (Allah'a, bu 4 emaneti teslim etme konusundaki, kesin sözlerini) bozmazlar.
13/RAD-21: Vellezîne yasylûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb (hisâbi).
Ve onlar, Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar
13/RAD-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).
Onlar, sabırla Rab'lerinin vechini (Zat'ını, Zat'a ulaşmayı, Allah'ın Zat'ını görmeyi) isteyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenler. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. Işte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.
Bütün sahâbe, Allah'a ruhlarını ulaştırmışlar. Hepsi önce, Allah'a ulaşmayı dilemiş. Işte tasavvufun, işte hanif dîninin, Islâm dîninin birinci noktası: ALLAH'A ULAşMAYI DILEMEK. Bu bir işaret. Bu, olmazsa olmaz şartıdır. Olmazsa olmaz! Kim Allah'a ulaşmayı dilemezse, o kişinin kurtuluşu mümkün değildir.
Bütün sahâbe hidayete ermişler; hidayete erenlerin hepsi de Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir, Rad Suresinin 20, 21 ve 22. âyetleri gereğince. Öyleyse bütün sahâbe Allah'a ulaşmayı dilediler. Tasavvufun temel kaidesi, cennetin anahtarı, Allah'a ulaşmayı dilemek
~~~~DEVAMI VAR~~~~
selam ve dua ile kalınız.. [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Tasavvuf, Hazreti Ibrâhîm'in hanif dînidir.
Hazreti Ibrâhîm, tam bir mutasavvıftı. O, hanif dîninin sahibiydi. Hanif dîni bir insanı nereden alır, nereye götürür? Hanif dîni bir insanı sıfırdan alır, önce o kişi Allah'a ulaşmayı diler. Sonra? Mürşidine ulaşıp tâbî olur. Sonra? Ruhunu Allah'a ulaştırıp teslim eder. Sonra? Fizik vücudunu Allah'a muhsin kılarak teslim eder
Nefsini Allah'a ahsen kılarak teslim eder. Irşada ulaşır. Iradesini de Allah'a teslim eder ve mürşidlerden olur. Bütün sahâbe, bu vasıfların hepsine sahiptiler, 7 safhanın hepsini bihakkın yaşadılar. Öyleyse onlar Islâm'ın gerçek temsilcileriydi; Hazreti Ibrâhîm'in hanif dîninin gerçek temsilcileriydi
Öyleyse Allahû Tealâ'yla olan ilişkilerimizde en güzeli yaşamak söz konusu mu? Elbette. Hangi şartlar içinde? Sahâbenin yaşadığı şartlar içinde. Onlar kanlı katiller iken, her biri her türlü zulmü işlerken, kız çocuklarını diri diri mezara gömerken Allah'ın yoluna girerler ve girdikleri zaman hayatlarının tümü değişir. Öyle bir dizaynla Allahû Tealâ onları olgunlaştırır ki; birbirinin can düşmanı olan sahâbe, birbirinin can dostu olurlar
Işte Al-i Imran 103. Allahû Tealâ buyuruyor
3/AL-I IMRAN-103: Va'tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni'metallâhi aleykum iz kuntum a'dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni'metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı sarılın ve fırkalara aırılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki ni'metini hatırlayın; hani o zaman siz birbirinize düşman idiniz. (Sonra Allah), kalplerinizi uzlaştırdı da O'nun bu ni'meti ile artık kardeşler oldunuz. Siz, ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da (Allah), sizi ondan kurtardı. Allah, size âyetlerini böyle beyan ediyor ki; böylece hidayete eresiniz.
Bütün kabileler arasındakandavası vardı. Sonradan sahâbe olanlar, her kabiledekikandavasına iştirak etmişlerdi. Onlardan birilerini yabancı kabileler öldürmüştü, onlar da yabancı kabilelerden birilerini öldürmüştüler
Öyleyse böyle bir dizaynda, Allah'ın sahâbenin kalplerini birbirine telif etmesi üzerine can dostları olduğunu görüyoruz. Sahâbenin özelliği neıdi? Kalplerinin telif edilmesinin arkasında ne vardı? Bütün sahâbenin Sıratı Mustakîm'in üzerinde olması vardı. Bir insanı şeytanın kulu olmaktan kurtaracak olan şey, Sıratı Mustakîm'in üzerinde olmaktır
Tevhidin temelinde Sıratı Mustakîm vardır. Bütün sahâbe tevhid erleriydi. Tek Allah'a inanıyorlardı. Hanif dîninin, Islâm dîninin gerçek temsilcileriydiler. 1. özellikleri tek Allah'a inanmaktı. Bu bakımdan Allah'ın tekliği konusunda kesin olarak haniftiler
Hanif dîninin 2. özelliği, tek bir toplum oluşturmaktı. Onu da bütün sahâbe gerçekleştirmişti. Bütün sahâbe Sıratı Mustakîm'in üzerindeydi; yani hanif fıtratının gereğini gerçek anlamda tahakkuk ettirmişlerdi. Bütün sahâbe kendileri, Sıratı Mustakîm'in üzerinde oldukları gibi başka insanları da Sıratı Mustakîm'e çağırıyorlardı ve hepsi mü'minlerdi
şimdi gelin bakalım Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesi ne diyor?
34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mu'minîn(mu'minîne).
şeytan, insanlar üzerindeki vaadini yerine getirdi. Mü'minlerden ibaret bir tek fırka hariç hepsi, iblise tâbî oldular
Sahâbe soruyor Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e: "Ey Allah'ın Resûl'ü, kaç fırka olacak?" "73" diyor. "Peki bunlardan gerçekten sadece bir tek fırka mı hak olacak?" "Evet" diyor. "Ey Allah'ın Resûl'ü, ismi ne bu fırkanın?" "Fırka-i Naciye" "Bu fırkadakilerin özellikleri ne?" Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki: "Onlar da sizin ve benim gibi Sıratı Mustakîm'in üzerinde olanlardı." diyor. "Olanlar olacaklar
Öyleyse kimmiş bu insanlar? Mü'minleri oluşturan bir tek fırka hariç bütün fırkalar şeytana kul oldular. Buradan hareket edelim: Bütün fırkaların var olduğu ayrıca bir fırkayı da işaret edildiği bir âyet var mı Kur'ân-ı Kerim'de? Var
En'am 153. Allahû Tealâ buyuruyor:
6/EN'AM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve muhakkak ki; bu, benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. Işte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Böylece siz takva sahibi olursunuz.
Öyleyse sahâbeye bakıyoruz. Sahâbe Sıratı Mustakîm'in üzerindeydi. Önce Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'in, sonra fizik vücutlarını Allah'a teslim eden Sıratı Mustakîm'in, sonra nefslerini Allahû Tealâ'ya teslim eden Sıratı Mustakîm'in, sonra iradelerini Allah'a teslimedenSıratı Mustakîm'in; dört Sıratı Mustakîm'in de üzerindeydi sahâbe.
Öyleyse onlar Sıratı Mustakîm'in üzerindeydiler. Onlar tevhidi tam anlamıyla tahakkuk ettirmişlerdir. Sıratı Mustakîm'in üzerinde olduklarının kesin işareti; Allah'ın kalplerini telif etmesiyle birbirlerinin can dostu olmayı başarmaları. Can düşmanlarıyla can dostu haline gelmişlerdi
Ne diyordu Allahû Tealâ Fussilet 34'te? "Sen seyyiati hasenatla önle. Hiç seyyiatle hasenat bir olur mu?" Bütün sahâbe seyyiati hasenatla önlemişlerdi. Dişerlerinin can düşmanı olan sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî olduktan sonra can dostları oldular ve düşmana karşı el ele, gönül gönüle savaş verdiler
Tasavvuf nedir? Tasavvuf, Allah'a teslim olmaktır. Hanif dîni nedir? Hanif dîni, Allah'a teslim olmaktır. Islâm dîni nedir? Islâm dîni, Allah'a teslim olmaktır. Öyleyse şunu herşeyden evvel bilelim, yerli yerine oturtalım ki; kâinatta 1'den fazla dîn, hiç olmamıştır. Allah'a göre sadece bir tek dîn vardır, ona Allahû Tealâ "Hazreti Ibrâhîm'in hanif dîni" diyor, "Babanız Ibrâhîm'in hanif dîni" diyor
Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e diyor ki: "Sanahanif olanı vahyettik, sen de onu yerine getirdin." Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e: "Sen hanifsin (diyor) kendini hanif olarak dîne doğrult." diyor ve Allahû Tealâ diyor ki: "Allah sadece bir tek dînin sahibidir, ondan başka bir dîn yoktur, o dîn hanif dînidir ve o dînin Arapça adı Islâm'dır.Sanabu Kitab'ı Arapça olarak indirdik." diyor "Kur'ânün Arabiyye". "Sanabu dîni Arapça olarak indirdik ve bu Kur'ân'daki Arapça dînin adı Islâm'dır, Allah'a teslim olma dînidir ve bu Hazreti Ibrâhîm'in hanif dînidir." diyor Allahû Tealâ. "Hazreti Nuh'a, Hazreti Ibrâhîm'e, Hazreti Musa'ya, Hazreti Isa'ya tatbik ettiğimiz şeriatı,sanada şeriat olarak emrettik, vahyettik." Diyor
Bütün nebîlerin şeriatının aynı olduğunu söylüyor Allahû Tealâ. Öyleyse son Nebî Hazretleri Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz ve ona tâbî olan sahâbe, Hazreti Ibrâhîm'in hanif dînini; yani tasavvufu yaşadılar
Nereye götürür Islâm dîni, hanif dîni ve tasavvuf? Insanları nereden alır? Nereye götürür? Allah'a ulaşma dileğiyle bir macera başlar. Güzelliklerin en güzeli başlar. Bunun başlaması için Allahû Tealâ tarafından seçilmiş olmak gerekir. Bütün sahâbe seçilmişti.
Ne diyor Allahû Tealâ şura Suresinin 13. âyet-i kerimesinde?
42/ŞURA-13: şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted'ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
"Dîni ikame edin ve fırkalara ayrılmayın." diye dîn olarak Nuh'a vasiyet ettiğimizi,sanavahyettiğimizi, Ibrâhîm'e, Musa'ya ve Isa'ya vasiyet ettiğimizi, sizin için de (Allah) şeriat kıldı. Müşriklere, kendilerini davet ettiğin şey (Allah'a davet ve tek Allah'a inanmak) ağır geldi. Allah, kimi dilerse onu Kendisine seçer ve Kendisine yöneleni, O'na (Kendisine) ulaştırır.
Allah kullarından dilediğini Kendisine seçer, seçtiklerinden kim Allah'a yönelirse onu, Kendisine ulaştırır." diyor. Öyleyse bütün sahâbe, Allahû Tealâ tarafından seçilmiş miydi? Evet. Hepsi seçilmişti. Peki bütün sahâbe Allah'a yöneldiler mi? Hepsi Allah'a ulaşmayı diledi, hepsi Allah'a yöneldi.
Allah'a yönelmek nasıl bir ifade? ALLAH'A ULAşMAYI DILEMEK. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, o Allah'a yönelmiştir. Allahû Tealâ onu mutlaka mürşidine ulaştıracaktır, mutlaka ruhunu Kendi Zat'ına ulaştıracaktır. Işte bütün sahâbeye bakıyoruz. Hepsi aynı dizaynda. Ruhlarını hepsi Allah'a ulaştırmışlar
Zümer 18'de gördük ki; hepsi ruhlarını Allah'a ulaştırmışlardı. Öyleyse Rad Suresinin 20, 21, 22. âyetleri ne söylüyor bakalım
13/RAD-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah'ın ahdini (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim ederek) ifa ederler (yerine getirirler). Ve misaklerini (Allah'a, bu 4 emaneti teslim etme konusundaki, kesin sözlerini) bozmazlar.
13/RAD-21: Vellezîne yasylûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb (hisâbi).
Ve onlar, Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar
13/RAD-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).
Onlar, sabırla Rab'lerinin vechini (Zat'ını, Zat'a ulaşmayı, Allah'ın Zat'ını görmeyi) isteyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenler. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. Işte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.
Bütün sahâbe, Allah'a ruhlarını ulaştırmışlar. Hepsi önce, Allah'a ulaşmayı dilemiş. Işte tasavvufun, işte hanif dîninin, Islâm dîninin birinci noktası: ALLAH'A ULAşMAYI DILEMEK. Bu bir işaret. Bu, olmazsa olmaz şartıdır. Olmazsa olmaz! Kim Allah'a ulaşmayı dilemezse, o kişinin kurtuluşu mümkün değildir.
Bütün sahâbe hidayete ermişler; hidayete erenlerin hepsi de Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir, Rad Suresinin 20, 21 ve 22. âyetleri gereğince. Öyleyse bütün sahâbe Allah'a ulaşmayı dilediler. Tasavvufun temel kaidesi, cennetin anahtarı, Allah'a ulaşmayı dilemek
~~~~DEVAMI VAR~~~~
selam ve dua ile kalınız.. [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
*GüLer*- VEFALI ÜYEMİZ
Tasavvuf nedir? 2
Bütün sahâbe Allah'a ulaşmayı dilemişler, tasavvufun 7 safhasından birincisini hepsi yaşamış. Ikincisini yaşamışlar mı? Yani 10 tane ihsan alarak mürşidlerine ulaşmışlar, ona tâbî olmuşlar mı? Hem de kâinatın en büyük mürşidine; Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî olmuşlar. Hepsi mi? Istisnasız hepsi, hepsi tâbî olmuşlar.
Öyleyse neyle karşı karşıyayız? şunu görüyoruz ki; bütün sahâbe kâinatın en büyük mürşidine tâbî oldular: Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V)'e, Peygamber Efendimiz'e. Öyleyse böyle bir durumda, onlar kendilerine düşen görevi gerçekleştirdiler. Tâbî oldular ve Sıratı Mustakîm'in üzerinde oldular.
En'am Suresinin 153. âyet-i kerimesinde:
6/EN'AM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve muhakkak ki; bu, benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. Işte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Böylece siz takva sahibi olursunuz.
Bu âyet-i kerimenin tabiî sonucu olarak bütün sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî oldular. Bu tâbiiyet standartlarında onlar için söz konusu olan, işte daha öteye geçmekti. Tâbî oldukları zaman muhtevaya baktığımızda; daha öteye geçmenin, ruhu Allah'a ulaştırmak olduğunu görüyoruz.
Ne oluyor? Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî oluyorlar. Allah kalplerinin mührünü açıyor, kalplerinin içindeki küfür kelimesini alıp, yerine îmân kelimesini yazıyor. Devrin Imamı'nın; Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in ruhunu, başlarının üzerine getirip yerleştiriyor. Bütün günahlarını sevaba çeviriyor sahâbenin. Ruhlarını Allah'a doğru yola çıkarıyor. Nefsleri tezkiye olmaya başlıyor. Fizik vücutları da şeytana kul olmaktan kurtulmaya ve Allah'a kul olmaya başlıyor.
Öyleyse Allah'a kul olmak... Birinci yeminimiz ruhumuzla alâkalı. Ruhumuzu ölmeden evvel Allah'a ulaştıracağımıza dair misak vermişiz Allahû Tealâ'ya. 12 defa üzerimize farz. Peki sonra? Yeminimiz var; nefsimizi tezkiye ve tasfiye edeceğiz. Nefsimizde hiçbir afet bırakmayana kadar bir savaş vereceğiz nefsimizin afetleriyle. Resûl yoluyla daimî zikre ulaşmak mecburiyetindeyiz. Daimî zikir üzerimize farz kılınmı?.
Nisa 103'te Allahû Tealâ diyor ki:
4/NISA-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma'nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu'minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Namazı bitirdiğinizde; ayaktayken, otururken ve yan üzeriyken (yan üstü yatarken) Allah'ı hep zikredin! Güvenliğe kavuştuğunuzda namazı erkânıyla kılın. Çünkü; namaz, mü'minlerin üzerine, vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur.
Bütün sahâbe, daimî zikrin sahipleriydi. Işte Zümer 18'de Allahû Tealâ hepsinin ulûl'elbab olduğunu, daimî zikrin sahibi olduklarını söylüyor ki; ulûl'elbab olmak demek, ihlâs sahibi olmak demektir.
Tüm sahâbe nefslerini de Allah'a teslim etmişlerdi. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî olduktan sonra, Allah'a doğru yola çıktılar. Seyr-i sülûk başladı sahâbe için. Hepsinin ruhlarını Allah'a ulaştırdıklarını görüyoruz. Hepsinin önce nefslerini tezkiye ettiklerini görüyoruz ve ruhlarını Allahû Tealâ'ya ulaştırınca, Sıratı Mustakîm üzerinde ruhun yaptığı yolculuk sona erdi.
Nefs gene rehine olarak kaldı; ama fizik vücudu Allah'a teslim etmek için gayretle çalışmaya başladı sahâbe. Ve bütün sahâbenin fizik vücutlarını da Allah'a teslim ettiklerini görüyoruz, Al-i Imran Suresinin 20. âyet-i kerimesine göre. Öyleyse sahâbe en güzel standartlardaydı. Adım adım hanif dîninin hedef gösterdiği noktalara doğru hareket halindeler. Ruhlarını Allah'a ulaştırıp teslim etmişler mi? Etmişler. Neden sonra? Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbiiyetten sonra.
Fetih Suresinin 10. âyet-i kerimesi. Allahû Tealâ diyor ki:
48/FETIH-10: Innellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihi), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu'tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki; onlar,sanabiat ettikleri zaman Allah'a biat etmiş oldular. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah'ın eli vardı. Kim (derecesini nâkısa) düşürürse, muhakkak ki o, nefsi sebebiyle (Allah'a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için) derecesini nâkısa düşürmüştür. Kim de Allah'a olan ahdlerini (yeminini, misakini ve ahdini) yerine getirirse, ona büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
Aslında herşey öylesine güzel ki; bu muhteşem güzellikleri yaşamak varken bir inat uğruna, insanların Allah'ın bütün hakikatlerini reddetmeleri, gerçekten ibretle seyredilecek olan bir tablo ve içimizi hüzün kaplıyor. Bu insanlar kurtulamazlar. Kur'ân'a göre kurtulmaları mümkün değil. Onları kurtarmak üzere yaptığımız bunca gayretin neticesiz kaldığını görmenin hüznünü yaşıyoruz. Kur'ân ne söylemişse, şu anda sahâbeyi tanımayanlar onları iddia ediyorlar; ama bütün sahâbenin bu hedeflerin hepsine, 12'den vurarak ulaştığını söylüyor Kur'ân-ı Kerim.
Herşey en güzel standartlarda vücut bulmuş. Sahâbe bir sulh ve sukûn ortamına ulaşmı?. Hem cennet, hem dünya saadetinin sahibi olmuş. Tasavvuftan murad olunan şeyle Islâm'dan murad olunan şey, hanif dîninden murad olunan şey aynı; sadece Allah'a teslim olmak. Neyiniz varsa teslim edeceksiniz. Ruhunuzu, fizik vücudunuzu, nefsinizi ve iradenizi.
Bütün sahâbe bunların hepsini gerçekleştirmişler. Bihakkın takvanın sahibi olmuşlar. Öyleyse her şeyin en güzel olduğu bir dizayn söz konusu ve böyle bir dizaynda sahâbeyi görüyoruz. Irşad makamının sahibi oldukları, ayrı ayrı birçok açıdan kesin şekilde belli.
Kur'ân'da hangi irşad tarifi varsa, mürşidin hangi açıdan tarifi varsa, hepsine sahâbe uyum gösteriyor. Hepsi daimî zikrin sahipleri. Hepsi hikmet sahibi. Hepsi iradelerini de Allah'a teslim etmişler. Hepsi Ilm'el yakînin, Ayn'el yakînin ve Hakk'ul yakînin sahipleri. Bu noktaya ulaşmadan evvel hepsi irşada ulaşmışlar. Ulaşmışlar mı? Işte Hucurat Suresinin 7. âyet-i kerimesi.
Hucurat 7. Allahû Tealâ buyuruyor:
49/HUCURAT-7: Va'lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri leanittum, ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel ısyân(ısyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).
Bilin ki, içinizde Allah'ın resûlü var. şâyet emirlerin çoğunda size uysaydı lânetlenirdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi, kalplerinizde onu (îmânı) müzeyyen kıldı (fazılları îmân kelimesinin etrafında toplaıarak kalbinizi tamamen nurla doldurdu). Size; küfrü, fıskı ve isyanı kerih gösterdi. Işte onlar, irşada ulaşanlardır.
Onlar sahâbeydi. Her şeylerini Allah için ortaya koydular. Zengin mi oldular? Hayır. Mutlu mu oldular? Çok. Gerçek dünya saadetini onlar yaşadılar. Hayatlarının her gününü, başka arkadaşlarına yardımla geçirdiler. Hepsi başkası için yaşadı. Hepsi için başkasının hayatı, kendi hayatından daha azizdi, daha kıymetliydi.
Işte son nefeslerindeki tabloya beraberce bakalım. Hazreti Ömer elindeki su kabıyla, matarayla dolaşıyor. Savaştan sonra şehit olmak üzere olan sahâbeden acaba kime bir damlacık su verebilirim diye, bir yudum su verebilirim diye. Tam o sırada bir sahâbe sesleniyor: "Ya Ömer su!" diyor. Hazreti Ömer hemen ona doğru koşuyor, suyu uzatıyor. Tam o sırada ikinci bir sahâbe: "Ya Ömer su!" diye sesleniyor. O matarayı götürdüğü, teslim etmek üzere olduğu sahâbe diyor ki: "Ya Ömer, onun benden daha çok ihtiyacı var, suyu ona ver." Hazreti Ömer koşarak ikinciye gidiyor, tam uzatıyor matarayı. Bir üçüncü sahâbe su istiyor. Ikinci sahâbe de aynı şeyi söylüyor. "Ya Ömer, onun benden daha çok ihtiyacı var, suyu ona ver."
Hazreti Ömer, talebi kabul ediyor. Koşarak gidiyor üçüncüye; ama üçüncü şehit olmuş, suyu veremiyor. Bunun üzerine ikinciye koşuyor, ona da yetişemiyor. Birinciye koşuyor, ona da yetişemiyor. Bir insanın son nefesinde, kâinattaki her şeyden daha kıymetli olan şey; bir yudum sudur. şehit olmak üzere olan 3 sahâbenin üçü de suya hasret gidiyorlar; ama başkalarının mutluluğu için. Başkalarını kendilerinden azîz bildikleri için. Kendilerini ikinci plana almayı başardıkları için.
Onlar sahâbeydi. Destanlar yazdılar, savaşlar kazandılar, kovuldukları, kaçmak mecburiyetinde oldukları Mekke'yi dönüp fethettiler. Onlar sahâbeydi. Hepsi Allah'ın irşad makamının sahibi olmayı başardılar. Işte böylesine bir hayat yaşadılar. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in etrafında etten, kemikten, çelikten bir kale gibiydiler. Tasavvufu yaşadılar Hazreti Ibrâhîm'in hanif dînini. Yani Islâm'y yaşadılar. Üçü de aynı hüviyettedir. Tasavvuf, Hazreti Ibrâhîm'in hanif dîni ve Islâm... Bu üç faktörün hiçbir noktasında birbirinden bir fark göremezsiniz. Hepsi Hazreti Ibrâhîm'in hanif dînidir, hepsi Islâm'dır, hepsi tasavvuftur.
selam ve duaile kalınız... [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Öyleyse neyle karşı karşıyayız? şunu görüyoruz ki; bütün sahâbe kâinatın en büyük mürşidine tâbî oldular: Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V)'e, Peygamber Efendimiz'e. Öyleyse böyle bir durumda, onlar kendilerine düşen görevi gerçekleştirdiler. Tâbî oldular ve Sıratı Mustakîm'in üzerinde oldular.
En'am Suresinin 153. âyet-i kerimesinde:
6/EN'AM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve muhakkak ki; bu, benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. Işte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Böylece siz takva sahibi olursunuz.
Bu âyet-i kerimenin tabiî sonucu olarak bütün sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî oldular. Bu tâbiiyet standartlarında onlar için söz konusu olan, işte daha öteye geçmekti. Tâbî oldukları zaman muhtevaya baktığımızda; daha öteye geçmenin, ruhu Allah'a ulaştırmak olduğunu görüyoruz.
Ne oluyor? Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî oluyorlar. Allah kalplerinin mührünü açıyor, kalplerinin içindeki küfür kelimesini alıp, yerine îmân kelimesini yazıyor. Devrin Imamı'nın; Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in ruhunu, başlarının üzerine getirip yerleştiriyor. Bütün günahlarını sevaba çeviriyor sahâbenin. Ruhlarını Allah'a doğru yola çıkarıyor. Nefsleri tezkiye olmaya başlıyor. Fizik vücutları da şeytana kul olmaktan kurtulmaya ve Allah'a kul olmaya başlıyor.
Öyleyse Allah'a kul olmak... Birinci yeminimiz ruhumuzla alâkalı. Ruhumuzu ölmeden evvel Allah'a ulaştıracağımıza dair misak vermişiz Allahû Tealâ'ya. 12 defa üzerimize farz. Peki sonra? Yeminimiz var; nefsimizi tezkiye ve tasfiye edeceğiz. Nefsimizde hiçbir afet bırakmayana kadar bir savaş vereceğiz nefsimizin afetleriyle. Resûl yoluyla daimî zikre ulaşmak mecburiyetindeyiz. Daimî zikir üzerimize farz kılınmı?.
Nisa 103'te Allahû Tealâ diyor ki:
4/NISA-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma'nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu'minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Namazı bitirdiğinizde; ayaktayken, otururken ve yan üzeriyken (yan üstü yatarken) Allah'ı hep zikredin! Güvenliğe kavuştuğunuzda namazı erkânıyla kılın. Çünkü; namaz, mü'minlerin üzerine, vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur.
Bütün sahâbe, daimî zikrin sahipleriydi. Işte Zümer 18'de Allahû Tealâ hepsinin ulûl'elbab olduğunu, daimî zikrin sahibi olduklarını söylüyor ki; ulûl'elbab olmak demek, ihlâs sahibi olmak demektir.
Tüm sahâbe nefslerini de Allah'a teslim etmişlerdi. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî olduktan sonra, Allah'a doğru yola çıktılar. Seyr-i sülûk başladı sahâbe için. Hepsinin ruhlarını Allah'a ulaştırdıklarını görüyoruz. Hepsinin önce nefslerini tezkiye ettiklerini görüyoruz ve ruhlarını Allahû Tealâ'ya ulaştırınca, Sıratı Mustakîm üzerinde ruhun yaptığı yolculuk sona erdi.
Nefs gene rehine olarak kaldı; ama fizik vücudu Allah'a teslim etmek için gayretle çalışmaya başladı sahâbe. Ve bütün sahâbenin fizik vücutlarını da Allah'a teslim ettiklerini görüyoruz, Al-i Imran Suresinin 20. âyet-i kerimesine göre. Öyleyse sahâbe en güzel standartlardaydı. Adım adım hanif dîninin hedef gösterdiği noktalara doğru hareket halindeler. Ruhlarını Allah'a ulaştırıp teslim etmişler mi? Etmişler. Neden sonra? Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbiiyetten sonra.
Fetih Suresinin 10. âyet-i kerimesi. Allahû Tealâ diyor ki:
48/FETIH-10: Innellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihi), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu'tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki; onlar,sanabiat ettikleri zaman Allah'a biat etmiş oldular. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah'ın eli vardı. Kim (derecesini nâkısa) düşürürse, muhakkak ki o, nefsi sebebiyle (Allah'a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için) derecesini nâkısa düşürmüştür. Kim de Allah'a olan ahdlerini (yeminini, misakini ve ahdini) yerine getirirse, ona büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
Aslında herşey öylesine güzel ki; bu muhteşem güzellikleri yaşamak varken bir inat uğruna, insanların Allah'ın bütün hakikatlerini reddetmeleri, gerçekten ibretle seyredilecek olan bir tablo ve içimizi hüzün kaplıyor. Bu insanlar kurtulamazlar. Kur'ân'a göre kurtulmaları mümkün değil. Onları kurtarmak üzere yaptığımız bunca gayretin neticesiz kaldığını görmenin hüznünü yaşıyoruz. Kur'ân ne söylemişse, şu anda sahâbeyi tanımayanlar onları iddia ediyorlar; ama bütün sahâbenin bu hedeflerin hepsine, 12'den vurarak ulaştığını söylüyor Kur'ân-ı Kerim.
Herşey en güzel standartlarda vücut bulmuş. Sahâbe bir sulh ve sukûn ortamına ulaşmı?. Hem cennet, hem dünya saadetinin sahibi olmuş. Tasavvuftan murad olunan şeyle Islâm'dan murad olunan şey, hanif dîninden murad olunan şey aynı; sadece Allah'a teslim olmak. Neyiniz varsa teslim edeceksiniz. Ruhunuzu, fizik vücudunuzu, nefsinizi ve iradenizi.
Bütün sahâbe bunların hepsini gerçekleştirmişler. Bihakkın takvanın sahibi olmuşlar. Öyleyse her şeyin en güzel olduğu bir dizayn söz konusu ve böyle bir dizaynda sahâbeyi görüyoruz. Irşad makamının sahibi oldukları, ayrı ayrı birçok açıdan kesin şekilde belli.
Kur'ân'da hangi irşad tarifi varsa, mürşidin hangi açıdan tarifi varsa, hepsine sahâbe uyum gösteriyor. Hepsi daimî zikrin sahipleri. Hepsi hikmet sahibi. Hepsi iradelerini de Allah'a teslim etmişler. Hepsi Ilm'el yakînin, Ayn'el yakînin ve Hakk'ul yakînin sahipleri. Bu noktaya ulaşmadan evvel hepsi irşada ulaşmışlar. Ulaşmışlar mı? Işte Hucurat Suresinin 7. âyet-i kerimesi.
Hucurat 7. Allahû Tealâ buyuruyor:
49/HUCURAT-7: Va'lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri leanittum, ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel ısyân(ısyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).
Bilin ki, içinizde Allah'ın resûlü var. şâyet emirlerin çoğunda size uysaydı lânetlenirdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi, kalplerinizde onu (îmânı) müzeyyen kıldı (fazılları îmân kelimesinin etrafında toplaıarak kalbinizi tamamen nurla doldurdu). Size; küfrü, fıskı ve isyanı kerih gösterdi. Işte onlar, irşada ulaşanlardır.
Onlar sahâbeydi. Her şeylerini Allah için ortaya koydular. Zengin mi oldular? Hayır. Mutlu mu oldular? Çok. Gerçek dünya saadetini onlar yaşadılar. Hayatlarının her gününü, başka arkadaşlarına yardımla geçirdiler. Hepsi başkası için yaşadı. Hepsi için başkasının hayatı, kendi hayatından daha azizdi, daha kıymetliydi.
Işte son nefeslerindeki tabloya beraberce bakalım. Hazreti Ömer elindeki su kabıyla, matarayla dolaşıyor. Savaştan sonra şehit olmak üzere olan sahâbeden acaba kime bir damlacık su verebilirim diye, bir yudum su verebilirim diye. Tam o sırada bir sahâbe sesleniyor: "Ya Ömer su!" diyor. Hazreti Ömer hemen ona doğru koşuyor, suyu uzatıyor. Tam o sırada ikinci bir sahâbe: "Ya Ömer su!" diye sesleniyor. O matarayı götürdüğü, teslim etmek üzere olduğu sahâbe diyor ki: "Ya Ömer, onun benden daha çok ihtiyacı var, suyu ona ver." Hazreti Ömer koşarak ikinciye gidiyor, tam uzatıyor matarayı. Bir üçüncü sahâbe su istiyor. Ikinci sahâbe de aynı şeyi söylüyor. "Ya Ömer, onun benden daha çok ihtiyacı var, suyu ona ver."
Hazreti Ömer, talebi kabul ediyor. Koşarak gidiyor üçüncüye; ama üçüncü şehit olmuş, suyu veremiyor. Bunun üzerine ikinciye koşuyor, ona da yetişemiyor. Birinciye koşuyor, ona da yetişemiyor. Bir insanın son nefesinde, kâinattaki her şeyden daha kıymetli olan şey; bir yudum sudur. şehit olmak üzere olan 3 sahâbenin üçü de suya hasret gidiyorlar; ama başkalarının mutluluğu için. Başkalarını kendilerinden azîz bildikleri için. Kendilerini ikinci plana almayı başardıkları için.
Onlar sahâbeydi. Destanlar yazdılar, savaşlar kazandılar, kovuldukları, kaçmak mecburiyetinde oldukları Mekke'yi dönüp fethettiler. Onlar sahâbeydi. Hepsi Allah'ın irşad makamının sahibi olmayı başardılar. Işte böylesine bir hayat yaşadılar. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in etrafında etten, kemikten, çelikten bir kale gibiydiler. Tasavvufu yaşadılar Hazreti Ibrâhîm'in hanif dînini. Yani Islâm'y yaşadılar. Üçü de aynı hüviyettedir. Tasavvuf, Hazreti Ibrâhîm'in hanif dîni ve Islâm... Bu üç faktörün hiçbir noktasında birbirinden bir fark göremezsiniz. Hepsi Hazreti Ibrâhîm'in hanif dînidir, hepsi Islâm'dır, hepsi tasavvuftur.
selam ve duaile kalınız... [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
*GüLer*- VEFALI ÜYEMİZ
.:. i R F @ N _ M E C L i S i .:. R @ H - i _ @ S K .:. :: (¯`·._.: İSLAMİ İLİMLER :._.·´¯) :: TASAVVUF
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
22.09.23 10:37 tarafından RıZa BeRKaN
» Namazı terk eden adam dinini bitirmiştir!
12.01.23 12:26 tarafından RıZa BeRKaN
» Muhammed sen canımın cananısın Muhammed sen gözümün ışığısın Muhammed
12.01.23 10:10 tarafından RıZa BeRKaN
» ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI : ACELECİLİK …!!!
17.11.22 17:23 tarafından RıZa BeRKaN
» i M a N i L e G ö N D e R B i Z i
11.10.22 18:29 tarafından RıZa BeRKaN
» Hazreti Ömer'den (r.a) birbirinden kıymetli 18 nasihat...
11.10.22 18:22 tarafından RıZa BeRKaN
» EN BÜYÜK KABADAYI'LIK EFENDİLİK'TİR
11.10.22 18:00 tarafından RıZa BeRKaN
» Hep yolcuyuz böyle gelir gideriz. Dünya senin vatanın mı yurdun mu?
11.10.22 12:00 tarafından RıZa BeRKaN
» Sadece Kur’an Yeter mi ? KUR'AN YETER DİYENLERE
11.10.22 10:35 tarafından RıZa BeRKaN
» İNCEDEN İNCEYE GİYDİRİYORLAR SİZE MÜSLÜMANLAR
11.10.22 8:35 tarafından RıZa BeRKaN
» Recep Tayyip Erdoğan EVET O bir #DünyaLideri
11.10.22 8:11 tarafından RıZa BeRKaN
» Zordur kurban zordur, ayrılık zordur...
11.10.22 8:03 tarafından RıZa BeRKaN
» Allah ve Rasulü için göz yaşı dökenlere selâm olsun.
11.10.22 7:57 tarafından RıZa BeRKaN
» 2 MiLYaR TaKiPÇiSi VaR
11.10.22 7:34 tarafından RıZa BeRKaN
» Ne NeDiR?
20.01.22 11:54 tarafından RıZa BeRKaN
» ÖĞÜT VEREN AYETLER
20.01.22 10:58 tarafından RıZa BeRKaN
» Faizcileri deşifre edeceğiz.. Takip edeceğiz..
22.10.21 13:26 tarafından RıZa BeRKaN
» ANLAMSIZLIK HASTALIĞI: ANoMİ ‼
11.10.21 11:49 tarafından RıZa BeRKaN
» Mustafa Özcan Güneşdoğdu Rabbim Sana Sığınırım
11.10.21 11:46 tarafından RıZa BeRKaN
» Zengin Tüccar ve 4 eşi hikayesi.
11.10.21 11:41 tarafından RıZa BeRKaN