.:. i R F @ N _ M E C L i S i .:. R @ H - i _ @ S K .:.
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Salava10


Join the forum, it's quick and easy

.:. i R F @ N _ M E C L i S i .:. R @ H - i _ @ S K .:.
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Salava10
.:. i R F @ N _ M E C L i S i .:. R @ H - i _ @ S K .:.
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giriş yap

Şifremi unuttum

Kimler hatta?
Toplam 71 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 71 Misafir :: 1 Arama motorları

Yok

Sitede bugüne kadar en çok 392 kişi 10.10.24 17:51 tarihinde online oldu.
En son konular
» Kutsalınıza Hakaret Edilmesi İncitiyormuş Değil mi?
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Icon_minitime122.09.23 10:37 tarafından RıZa BeRKaN

» Namazı terk eden adam dinini bitirmiştir!
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Icon_minitime112.01.23 12:26 tarafından RıZa BeRKaN

» Muhammed sen canımın cananısın Muhammed sen gözümün ışığısın Muhammed
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Icon_minitime112.01.23 10:10 tarafından RıZa BeRKaN

» ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI : ACELECİLİK …!!!
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Icon_minitime117.11.22 17:23 tarafından RıZa BeRKaN

» i M a N i L e G ö N D e R B i Z i
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Icon_minitime111.10.22 18:29 tarafından RıZa BeRKaN

» Hazreti Ömer'den (r.a) birbirinden kıymetli 18 nasihat...
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Icon_minitime111.10.22 18:22 tarafından RıZa BeRKaN

» EN BÜYÜK KABADAYI'LIK EFENDİLİK'TİR
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Icon_minitime111.10.22 18:00 tarafından RıZa BeRKaN

» Hep yolcuyuz böyle gelir gideriz. Dünya senin vatanın mı yurdun mu?
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Icon_minitime111.10.22 12:00 tarafından RıZa BeRKaN

» Sadece Kur’an Yeter mi ? KUR'AN YETER DİYENLERE
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Icon_minitime111.10.22 10:35 tarafından RıZa BeRKaN

» İNCEDEN İNCEYE GİYDİRİYORLAR SİZE MÜSLÜMANLAR
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Icon_minitime111.10.22 8:35 tarafından RıZa BeRKaN

» Recep Tayyip Erdoğan EVET O bir #DünyaLideri
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Icon_minitime111.10.22 8:11 tarafından RıZa BeRKaN

» Zordur kurban zordur, ayrılık zordur...
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Icon_minitime111.10.22 8:03 tarafından RıZa BeRKaN

» Allah ve Rasulü için göz yaşı dökenlere selâm olsun.
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Icon_minitime111.10.22 7:57 tarafından RıZa BeRKaN

» 2 MiLYaR TaKiPÇiSi VaR
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Icon_minitime111.10.22 7:34 tarafından RıZa BeRKaN

» Ne NeDiR?
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Icon_minitime120.01.22 11:54 tarafından RıZa BeRKaN

» ÖĞÜT VEREN AYETLER
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Icon_minitime120.01.22 10:58 tarafından RıZa BeRKaN

» Faizcileri deşifre edeceğiz.. Takip edeceğiz..
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Icon_minitime122.10.21 13:26 tarafından RıZa BeRKaN

» ANLAMSIZLIK HASTALIĞI: ANoMİ ‼
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Icon_minitime111.10.21 11:49 tarafından RıZa BeRKaN

» Mustafa Özcan Güneşdoğdu Rabbim Sana Sığınırım
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Icon_minitime111.10.21 11:46 tarafından RıZa BeRKaN

» Zengin Tüccar ve 4 eşi hikayesi.
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Icon_minitime111.10.21 11:41 tarafından RıZa BeRKaN

Istatistikler
Toplam 278 kayıtlı kullanıcımız var
Son kaydolan kullanıcımız: CANAN CAN

Kullanıcılarımız toplam 14129 mesaj attılar bunda 6601 konu
Arama
 
 

Sonuç :
 


Rechercher çıkıntı araştırma

Anket

İRFaN MeCLiSi & RaH-ı AŞK FoRMuMuZa NaSıL ULaŞTıNıZ?

Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Vote_lcap67%Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Vote_rcap 67% [ 4 ]
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Vote_lcap0%Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Vote_rcap 0% [ 0 ]
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Vote_lcap0%Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Vote_rcap 0% [ 0 ]
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Vote_lcap0%Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Vote_rcap 0% [ 0 ]
Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Vote_lcap33%Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Vote_rcap 33% [ 2 ]

Toplam Oylar : 6

RSS akısı


Yahoo! 
MSN 
AOL 
Netvibes 
Bloglines 


Kasım 2024
PtsiSalıÇarş.Perş.CumaC.tesiPaz
    123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Takvim Takvim


Kalbin Zümrüt Tepeleri (1)

Aşağa gitmek

Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Empty Kalbin Zümrüt Tepeleri (1)

Mesaj tarafından Seydanur 24.03.10 0:55

Kalbin Zümrüt Tepeleri (1)


TASAVVUF



Tasavvuf; sofî ve mutasavvıfların Hakk’a ulaşma yollarına verilen bir isimdir. Tasavvuf, hakikat yolunun nazarî yanını, dervişlik de amelî cephesini ifade eder. Ayrıca, tarikatın nazarî tarafına “ilm-i tasavvuf”, amelî yanına da “dervişlik” denilmiştir. Erbâb-ı hakikatten bazılarına göre tasavvuf, Cenâb-ı Hakk’ın insanı nefis ve enaniyet cihetiyle öldürmesi ve envâr-ı zâtiyesiyle ayrı bir diriliğe ulaştırmasıdır. Diğer bir ifadeyle, insanı kendi iradesiyle yok edip, irade-i hâssası ve ihtiyâr-ı ehadiyyesiyle hareket ettirmesidir. Tasavvufa bir diğer yaklaşım da, insanın her türlü ahlâk-ı zemîmeyi gidermesi ve ahlâk-ı âliyeyi ikame etmesi istikametinde sürekli mücâhede ve murâkabe şeklindedir.
Tasavvuf mevzuunda, Hz. Cüneyd’in ifadesi; “fenâ-fillâh” ve “bekabillâh”ı hatırlatır mâhiyettedir. Şiblî’nin sözleri ağyar endişesine kapılmadan maiyyet-i ilâhiyede bulunabilme şeklinde hülâsa edilebilir. Ebû Muhammed Cerîr’in beyanı ise, her zaman kötü huylara karşı tavır almak ve ahlâk-ı haseneyi avlamak, sözleriyle özetlenebilir.
Tasavvufu, eşya ve varlığın ruhuna nüfûz etmek, hadiseleri mârifet eksenli yorumlamak ve Cenâb-ı Hakk’ın her icraatını O’nu rasat etmeye bir menfez kabul edip, kemmiyet, keyfiyet ve tasavvurlar üstü bir iç müşâhede ile, ömrünü, O’nu temâşâ edebilme peşinde geçirmek ve her hâlükârda O’nun, bizi görüyor olma mülâhazasıyla hep iki büklüm yaşamak, diye yorumlayanlar da olmuştur.
Bu ayrı ayrı tariflerden şöyle toplu bir netice çıkarmak da mümkündür: Tasavvuf, bir ölçüde beşerî sıfatlardan sıyrılarak, melekî vasıflar ve ilâhî ahlaka bürünerek, mârifet, muhabbet ve zevk-i rûhânî yörüngeli yaşamaktır.
Tasavvufun esası, zâhiren şeriat âdâbına riâyet, bâtınen de o âdâba vukuftur ki, bu iki kanadı da sıhhatli kullanan sâlik, zâhirde olan ahkâmı bâtından görür, bâtında olan ahkâmı da zâhirde duyar ve yaşar. Böyle bir müşâhede ve duyuş sayesinde o, hedefe hep edeple yürür ve yakın dolaşır.
Tasavvuf, mârifet-i rabbâniyeye açık bir yol ve bir ciddiyet mesleğidir. Onda lâubâlilik ve hezlin yeri yoktur. Nasıl olabilir ki, o mesleğin esası, çiçek-kovan arası gelip giden arılar gibi sürekli mârifet nakşetmeye.. ağyârdan kalbi temizlemeye.. nefsi tabiî temâyüllerinden alıkoymaya.. bedenî ve cismânî arzulara karşı olabildiğince kapanmaya.. her zaman rûhâniyata açık bulunmaya.. ömrünü, Hz. Ruh-i Seyyidi’l-Enâm’ın çizgisinde sürdürmeye.. Hakk’ın istekleri karşısında kendi murâdâtından vazgeçmeye.. Hakk’a intisâbı en büyük pâye bilip O’nun huzurunu soluklamaya dayanır.
Burada, tasavvufun; temeli, mevzuu, fâidesi, esası ve erkânı üzerinde durmak da îcâb eder:
Tasavvufun temeli, dînin esaslarına sımsıkı sarılıp, emir ve yasaklarına da hassasiyetle riâyet ederek, açlığa, uyanıklığa mülâzemette bulunup, elden geldiğince nefsin haz duyduğu şeylerden mücânebettir.
Tasavvufun mevzuu; insanın, kalbî ve rûhî hayat seviyesine çıkarılması, kalbin tasfiyesi ve letâifin merci-i aslîlerine yönlendirilmesidir.
Tasavvufun fâidesi; insanın melekî yanlarının inkişaf ettirilmesi, icmâlî ve müptediyâne îmânın bir kere de keşfen ve zevken duyulup yaşanmasıdır.
Tasavvufun esası; ibadet ü taate devamla, sathî olan kulluk şuurunun, derinleştirilerek insan tabiatının önemli bir yanı haline getirilmesi ve insan için ikinci bir fıtrat sayılan rûhânîliğin elde edilmesiyle, dünyanın kendisine ve bizim heveslerimize bakan fâni yüzüne karşı bütün bütün kapanarak, ukbâya ve esmâ-i ilâhiyeye bakan çehresine uyanmaktır.
Tasavvufun erkânına gelince, onları da şöyle sıralamak mümkündür.
1-Nazarî ve amelî yollarla hakiki tevhide ulaşmak..
2-Hz. Kelâm’ı dinleyip anlamanın yanında Hz. Kudret ve İrâde’nin emirlerini de okuyup temâşâ etmek..
3-Hakk sevgisiyle dolup-taşmak ve O’ndan ötürü de, bütün varlığa “mehd-i uhuvvet” nazarıyla bakarak herkesle ve herşeyle hüsn-ü muâşerette bulunmak..
4-Her zaman îsâr ruhuyla hareket ederek, elden geldiğince başkalarını nefsine tercih etmek..
5-Murâd-ı ilâhîyi kendi murâdâtının önünde tutarak, ömrünü “fenâfillâh”, “bekabillâh” zirvelerinde sürdürmeye çalışmak..
6-Aşk u vecd ve cezb u incizâba açık bulunmak..
7-Simalarda sineleri duyup anlamak ve hadiselerin çehresinde ilâhî esrârı okumak..
8-Mânevî sefer niyetli ve hicret mülâhazalı uhrevîlikleri çağrıştıracak yerlere seferler tertip etmek..
9-Meşrû dairede zevk ve lezzetlerle iktifâ edip, gayr-i meşrû daireye adım atmama mevzuunda kararlı olmak..
10-Tûl-i emel ve onun menşei olan tevehhüm-i ebediyete karşı sürekli mücadele ve mücahede içinde bulunmak..
11-Dîne hizmet ve bütün insanlığı Hakk’a ulaştırma yolunda bile olsa, kurtuluşun, yakîn, ihlas ve rızâ yolundan geçtiğini bir an dahi hatırdan çıkarmamaktır.
Ayrıca bu hususlara şunları da ilâve edebiliriz: Zâhir ve bâtın ilimlerle mücehhez olma ve bir kâmil insanın rehberliğine sığınma.. bu son iki husus Nakşîler arasında ayrı bir önem arzeder.
Burada “tasavvuf” deyip, tasavvuf düşünüp, tasavvufu yazarken, dervişlik ruhunun icmâlî ma’nâsını ihtivâ eden; ve ahlâk, edep, zühd kitaplarının da esası sayılan, hatta bir ma’nâda kalplerin Hakikat-i Ahmediye ile iltika noktası kabul edilen, seyr u sülûk-i rûhânînin işaret kristalleri de diyebileceğimiz aşağıdaki hususlara temas etmeden geçemeyeceğiz:
Bu hususların başında, “Benim gözlerim uyur, ama kalbim uyanıktır” beyânıyla irtibatlandıracağımız.. ve “İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar” beyânına esas teşkil eden “yakaza” gelir. Sonra da onu tevbe, inâbe, muhasebe, tefekkür, firar, i’tisâm, halvet, uzlet, hâl, kalb, hüzün, havf, recâ, huşû, zühd, takvâ, verâ, ibadet, ubûdiyet, murâkabe, ihlas, istikamet, tevekkül, teslim, tefvîz, sika, hulûk, tevazu, fütüvvet, sıdk, hayâ, şükür, sabır, rızâ, inbisat, kasd, azim, irade, mürîd, murâd, yakîn, zikir, ihsan, basîret, firâset, sekîne, tuma’nîne, kurb, bu’d, mârifet, muhabbet, aşk, şevk, iştiyak, cezbe, incizab, dehşet, hayret, kabz, bast, fakr, gınâ, riyâzât, tebeddül, hürriyet, hürmet, ilim, hikmet, himmet, gayret, velâyet, seyr, gurbet, istiğrak, gayb, kalak, vakit, safâ, sürûr, telvin, temkin, mükâşefe, müşâhede, tecellî, hayat, sekr, sahv, fasl, vasl, fenâ, beka, tahkîk, telbîs, vücud, tecrîd, tefrîd, cem‘, cem‘u’l-cem’ ve tevhid takip eder ki, bu kitapçıkta icmâlî ma’nâlarıyla dahi olsa bunları tanımak mümkün olacaktır.
Seydanur
Seydanur
ÇALIŞKAN ÜYEMİZ
ÇALIŞKAN ÜYEMİZ


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kalbin Zümrüt Tepeleri (1) Empty Geri: Kalbin Zümrüt Tepeleri (1)

Mesaj tarafından Seydanur 24.03.10 0:57




MENŞEİ İTİBÂRİYLE TASAVVUF


İslâmî ilimler tarihine göre, ilk devirlerde şer’î hükümler yazılmıyordu. Bu hükümlerin, îtikad, ibadet, muâmeleye ait bölümleri çok tekrar edilmesi ve pratikle desteklenmesi sayesinde çokları tarafından ezberleniyor ve hatırlarda kalabiliyordu. Bu açıdan şer’î hükümlerin toparlanıp bir araya getirilmesinde fazla zorluk çekilmedi. Zira, yapılan şey bir ma’nâda hayatımızın veya hafızalarımızda yaşattığımız şeylerin kompoze edilip kâğıtlara dökülmesi gibi birşeydi. Bir diğer zaviyeden de, yukardaki ilim dalları, her Müslümanın mutlaka meşgul olması lazım gelen hayâtî meselelerden olduğu için, ilim adamları ilk önce dînin bu bölümlerini ele alıp, her kısımla alâkalı kitap ve risaleler yazarak, hafıza ve sadırlarındaki gerçekleri tedvin etmekle işe başladılar. Fakîhler, fıkhın kitaplaştırılması, hadisçiler sünnetin hıfz ve tesbiti, kelâmcılar akaid meselelerinin tarsîni, tefsirciler Kur’ân ve Kur’ânî ilimlerin te’lifiyle meşgul olup, her biri kendi sahasında cihanpesendâne gayretler sarfederek yüce İslâm dîninin hakikatlarını, hem de herhangi bir iltibâsa meydan vermeyecek şekilde ortaya koydular. Bu arada, Hakikat-i Ahmediye’nin rûhânî yönüne daha fazla ihtimam gösteren mutasavvıfîn de, yine aynı kaynaklara dayanmak sûretiyle tasavvufla alâkalı gerçekler üzerinde durup, insanın özü, varlığın esası, insan ve kâinâtın iç dinamikleri gibi konulara dikkati çekerek, ısrarla nazarları eşyanın perde arkasına çevirmeye çalıştılar. Çalıştı ve tefsircilerin yorumlarına, hadisçilerin rivâyetlerine, fakîhlerin içtihad ve istinbatlarına; kendi riyâzatlarını, rûhî hayatlarını, kalbi tasfiyelerini, nefsi tezkiyelerini, hâsılı, dîni bir bütün hâlinde duyma, yaşama zevk ve anlayışlarını da ilâve ederek tasavvuf ekolünü geliştirdiler. Bu sayede, zâhidlerin zühdü, âbidlerin ibadeti, erbâbı vera’ın dînî hassasiyeti, muhlislerin incelik ve duyarlılığı, muhiblerin aşk u şevki, fakirlerin acz u fakr mülâhazası gibi ruhun aksiyonuyla alâkalı ve tamamen amelî esaslara dayalı olan İslâm’ın rûhî hayatı, ilmi bir mâhiyet alarak, kendine göre metodu, mesleği, meşrebi, mevzuu, kâideleri ve ıstılahları ile tasavvuf ilmi vücuda gelmiştir ki, bugün değişik şubeleriyle bir kısım farklılıklar arzetse de, temeli itibariyle Hakikat-i Ahmediye’nin özü, üsâresi olduğunda şüphe yoktur.
Ne var ki, bir hakikatin iki ayrı yüzünden ibaret olan ahkâm-ı şeriat-ı garrâ ile murâkabe, riyâzât, mücahede gibi rûh-u şeriat birbirinden ayrı zannedilerek, bunlardan biri zâhirperestlik, diğeri de bâtınîlik vehmiyle birbirine düşman gibi gösterilmişlerdir. Vâkıa bu ayrılık, biraz da, zâhiri şeriatın fakîhler, müftîler tarafından, diğerinin de mutasavvıflarca temsil edilmesiyle destekleniyor gibi görünse de, buna, herkesin daha yatkın olduğu mesleği öne çekip çıkarması şeklinde bakmak da mümkündür.
Fakîhler, muhaddisler, müfessirler mebde’ itibariyle tâ devr-i risâletpenâhiye dayanan bir kısım usûl ve kurallara göre Kur’ân ve sünnete müracaat ederek kendi sahalarında önemli eserler ortaya koydukları gibi, mutasavvıflar da yine Kitap ve sünnete başvurarak, bu ana kaynaklardan riyâzât, mücahede, murâkabe, hâl ve makamla alâkalı içtihad edip çıkardıkları meselelerin yanında, kendi rûhânî hayatlarını, aşklarını, şevklerini, iştiyaklarını, vecdlerini, cezbelerini, incizaplarını da kaydederek zâhirperest buldukları insanları bu yöne kanalize etmeye çalışmışlardır.
Aslında her iki tarafın maksadı da, ilâhî emir ve yasaklara riâyet ederek Allah’a ulaşmaktı ama, yol muvâzenesi şer’î ölçülere göre kurulamadığından, ifratlara, tefritlere girilmiş ve şimdilerde var gibi gördüğümüz ayrılıklara sebebiyet verilmişti. Oysaki, temelde herhangi bir ayrılık sebebi söz konusu olmadığı gibi, dînin böyle ayrı ayrı ünitelerinin müstakillen tedvin ve temsili de ayrılık demek değildi. Fıkıh ilminin ibadet ve muâmelelere ait hükümlerle meşgul olması, yani insanın fikrî ve amelî davranışlarını zabt u rapt altına alıp düzenlemesine mukabil; tasavvufun, ruhu terbiye, kalbi tasfiye, nefsi tezkiye etme çizgisinde, insan hayatını, kalb ve ruh seviyesine yükseltme gayretleri kat’iyen ayrılık değildir. Ayrılık olması bir yana, bunlardan her biri, şeriatın önemli bir cephesini ikame etmeyi üzerine almış bir üniversitenin fakülteleri hükmündedir. Öyle fakülteler ki, üniversite mâhiyetindeki küllün tamam olması biraz da onların tamamiyetine bağlıdır. Zaten bunlardan biri, insanın nasıl ibadet edeceğini, ibadet için nasıl temizleneceğini, namazı nasıl kılacağını, orucu nasıl tutacağını, zekatı nasıl vereceğini, muâmelelerinde hangi esaslara uyacağını anlatıyor; diğeri ise, daha çok, bütün ibadet ü taat ve muâmelâtın, kalb ve ruhla alâkası üzerinde duruyor, şeklî insaniyetten sîret ve ma’nâdaki insaniyete sıçrama yollarını araştırıyor ve insan-ı kâmil olmaya giden yolları salıklıyordu. Bu itibarla da hiçbir cephenin ihmale tahammülü yoktu...
Gerçi, bazı nâkıslar biraz ileri giderek, fıkıh ve sünnetle iştigal edenlere “zâhir erbâbı”, “rüsûm ulemâsı” demişler ise de, kâmil mutasavvıflar her zaman, şeriatın temel prensiplerini esas almış, Kitap ve sünnete göre, geliştirdikleri usûl ve metodlarla, ortaya attıkları her düşünceyi onun atkıları üzerine bir dantela gibi işlemişlerdir. Muhâsibî’nin “Vesâya” ve “Riâye”si, Kelâbâzî’nin “et-Taarruf li Mezhebi Ehli’t-Tasavvuf”u, Tûsî’nin “el-Lüma”ı, Ebû Tâlib Mekkî’nin “Kûtü’l-Kulûb”u, Kuşeyrî’nin “Ri-sâle”si bu sadefin incilerinden sadece birkaçı.. bunlar arasında, nefsi hesaba çekmek ve tezkiye etmek gibi tek mevzu etrafında örgülenen eserler olduğu gibi, müteaddit mevzuları bir araya getirerek hacimli kitaplar te’lif edenler de olmuştur. Nihayet bütün bu devâsâ kametlerden sonra, Huccetü’l-İslâm İmam Gazzâli gelerek “İhyâu Ulûmi’d-Dîn” eseri mübeccelini yazıp, tasavvuf yolunun, bütün âdâp, erkân ve ıstılahlarını bir kere daha gözden geçirerek, umum meşâyihin kabulüne mazhar hususları tesbit ve tenkidi gerekenleri tenkid edip, birbirinden ayrı görünen bu iki mübarek akımı bir defa daha buluşturup kaynaştırmıştır. Öyle ki ondan sonra gelen pek çok mutasavvıf, kendi ilimlerini, şer’î ilimlerin bir levni, bir buudu bularak, her yerde birlik ve beraberlik soluklamaya başlamış.. ve o güne kadar “ulemâ-i rüsûm” deyip hafife aldıkları insanlarla kaynaşıp bütünleşmiş.. ve bilhassa, tasavvuf mesleğinde, daha farklı yorumlanan, hâl ilmi, hatır ilmi, yakîn ilmi, ihlas ilmi, ahlâk ilmi ve daha pek çok vicdânî ve zevkî gerçekleri medreseye taşıyarak, zâhir ulemânın da, erbâb-ı tasavvufun da üzerinde mutâbakata varacakları bir hayli müşterekler bulmuşlardır.
Tasavvuf; bâtın ağırlıklı bir ibadet yolu olması ve şer’î hükümleri de rûhî yanları, kalp üzerindeki tesirleri ve vicdanda tebellür eden derinlikleri itibariyle ele almasından, başka mesleklere göre biraz daha ledünnî, engin ve zor anlaşılır olsa da, çıkış noktası ve hedefi açısından, Kitap ve sünnet kaynaklı İslâmî yolların hiçbirine münâfî değildir. Münâfî olmak şöyle dursun, diğer bütün şer’î ilimler gibi o da Kitap, sünnet ve selef-i sâlihînin sâfiyâne içtihadlarını esas alarak, hep ilim, mârifet, yakîn, ihlas ve ihsan ruhu gibi hakikatler üzerinde durmuştur.
Tasavvufu; bâtın ilmi, esrâr ilmi, ahvâl ve makâmât ilmi, sülûk ilmi, tarikat ilmi gibi bir kısım farklı ünvanlarla ifade etmek, onun şer’î ilimlerden ayrı olduğu ma’nâsına gelmez; bu ad ve ünvanlar, asırlar ve asırlar boyu, şeriatı yaşama zevkinin farklı mîzaç ve meşrepler tarafından değişik şekilde duyulup hissedilmesinden kaynaklanmıştır. Tasavvufçuların nokta-i nazarlarını ve şeriat hâdimlerinin düşünce ve istinbatlarını esasta birbirinden farklı göstermek, işi çarpıtmak sayılır. Vâkıa, her zaman bir kısım mutaassıp tasavvufçular bulunduğu gibi, öteden beri bir kısım zâhirperest fakîhler, muhaddisler, tefsirciler de olagelmiştir. Ne var ki, bu müfrit ve mufarritlere nisbeten sırât-ı müstakîm erbâbı hep ekseriyeti teşkil etmiştir. Buna binâen, bir kısım fakîhlerin sofîler hakkında, bir kısım sofilerin de fakîhler hakkında yakışıksız söz ve düşüncelerine bakarak, bu iki ehl-i hak cephe arasında ciddî bir münâfât varmış gibi bir yaklaşım kat’iyen yanlıştır. Zira, her zaman kavga çıkarıp, kavgaya karışanların sayısı, müsâmaha ve afv u safh yolunda olanlara nisbeten deryada katre kalmıştır. Aslında böyle olması gayet tabiiydi; çünkü her iki tarafın başvurduğu kaynak da aynıydı.. fukahâ, şer’î hükümlerde Kitap ve sünnete müracaat ettikleri gibi, mutasavvifîn de aynı kaynaklara dayanıyordu.
Zaten tasavvufun ısrarla üzerinde durduğu esaslar da, fıkhın ve fukahânın mesleğinden çok farklı değildi. Genelde her iki cephe de, amel-i sâlih ve dürüst muâmele üzerinde duruyordu. Ayrıca sofîler, a’mâl-i hasene, tehzîb-i ahlâk ve tezkiye-i nefis gibi konulardan da bahsediyorlardı. A’mâl-i hasene vasıtasıyla vicdan mârifet-i ilâhiyeye uyanır.. ve insan bu sayede ihlas ve rızâ yoluna yönelir.. dolayısıyla da şer’î her mesele derin bir ibadet neşvesi içinde yerine getirilir; getirilir, zira artık, gönülden içeri ayrı bir gönül, irfandan sonra farklı bir irfan ve lisandan öte ayrı bir lisan hâsıl olmuştur.
Evet, tasavvuf ve güzel ahlâkla daha bir netleşen lâhûtîlik tahakkuk zirvesine ulaşır.. mücahede-i nefis, halvet, zikir ve murâkabe yoluyla hicaplar münkeşif olur ve varlığın perde arkasına ıttılâ ile, icmâlî îmân bir kere de zevk ve keşifle pekiştirilerek âdetâ şuhûdî bir yakîn hâlini alır.
Seydanur
Seydanur
ÇALIŞKAN ÜYEMİZ
ÇALIŞKAN ÜYEMİZ


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz