Giriş yap
Similar topics
Üye Paneli
Profiliniz Bilgiler Seçenekler İmza Avatar |
Sosyal Arkadaş ve Tanınmamış Üye listesi Grup |
Özel Mesaj Gelen Kutusu ÖM Gönder |
Gözlenmiş Konular |
Kimler hatta?
Toplam 157 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 157 Misafir :: 1 Arama motorlarıYok
Sitede bugüne kadar en çok 392 kişi 10.10.24 17:51 tarihinde online oldu.
En son konular
En bakılan konular
Istatistikler
Toplam 278 kayıtlı kullanıcımız varSon kaydolan kullanıcımız: CANAN CAN
Kullanıcılarımız toplam 14129 mesaj attılar bunda 6601 konu
Arama
Kasım 2024
Ptsi | Salı | Çarş. | Perş. | Cuma | C.tesi | Paz |
---|---|---|---|---|---|---|
1 | 2 | 3 | ||||
4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 |
11 | 12 | 13 | 14 | 15 | 16 | 17 |
18 | 19 | 20 | 21 | 22 | 23 | 24 |
25 | 26 | 27 | 28 | 29 | 30 |
Çanakkale Zaferi; şehit kanının toprağı santim santim mühürlediği yer
3 posters
.:. i R F @ N _ M E C L i S i .:. R @ H - i _ @ S K .:. :: (¯`·._.: TARİHİ ÇEVİR :._.·´¯) :: TARİHSEL ARAŞTIRMALAR
1 sayfadaki 1 sayfası
Çanakkale Zaferi; şehit kanının toprağı santim santim mühürlediği yer
18 Mart 1915 size neyi hatırlatıyor diye bir soru karşısında her Türk evladı hiç tereddüt etmeden “Çanakkale Zaferi” cevabını
vermelidir.
Beş bin yıllık geçmişe sahip olan Türk Milleti’nin tarih sayfalarında çok sayıda zaferleri mevcuttur. Türk Milleti’nin sayısız şeref levhalarından birisi de “Çanakkale Zaferi” dir.
Çanakkale Zaferi’ni anlayabilmek için önce o ruhu bilmek gerekir. Nedir Çanakkale ruhu?
Çanakkale; Türk Milleti’nin Kurtuluş Savaşı’nın müjdesidir.
Çanakkale; annesi kadar aziz bildiği vatanına “namahrem eli” nin değmemesi için din, vatan ve namus uğruna canlarını, mallarını, kanlarını adamış yiğitlerin tarih oldukları yerdir.
Çanakkale; ayağında postalı, sırtında ceketi, atacak mermisi olmayan Türk Milleti’nin, dönemin en teknolojik silah ve mühimmatına sahip olan Haçlı milletini toprağın ve denizin derinliklerine gömdüğü yerdir.
Çanakkale; anaların körpecik yavrularının saçlarına ve ellerine kına yakarak vatana kurban olmaları için cepheye gönderdikleri 16, 17, 18, 19, 20 yaşlarındaki “Kınalı Kuzuların!” abideleştikleri yerdir.
Çanakkale; Bursalı, Erzurumlu, Diyarbakırlı, Antepli, Trabzonlu, Edirneli, Ankaralı, İzmirli, Adanalı, Konyalı kısaca Anadolu’nun istisnasız her köşesinden beşikteki bebesini, boynu bükük Ayşe’sini, gözü yaşlı anasını bırakarak gelmiş ve bir daha geri dönmemişlerin nur içinde yattıkları yerdir.
Çanakkale; Anadolu coğrafyasını “İslam’ın son kalesi” olarak tanımlayan M.Akif’in “Çanakkale Aslanları”nı yani Seyit Onbaşı’yı, Yahya Çavuş’u kısaca 253 bin cesaret ve iman sahibini, “Bedrin Aslanları” olan Hz. Ömer’e, Hz. Ali’ye benzettiği yerdir.
Çanakkale; kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ve ayakların ovalara, sırtlara, denizlere ve vadilere sağanak sağanak yağdığı yerdir.
Çanakkale; göklerin ölüm indirdiği, toprağın ölü püskürttüğü yerdir.
Çanakkale; Metrekareye 6000 merminin düştüğü ve mermilerin havada çarpıştığı yerdir.
Çanakkale; Alçıtepe, Kumtepe, Seddülbahir, Kilidbahir, Gelibolu Yarımadası, Çanakkale Boğazı, Soros Körfezi, Arıburnu ve Anafartalar’da 253 bin genç ve münevver bir neslin destanlaştığı yerdir.
Çanakkale; Anadolu’yu ebedi vatan yapan “İstiklal Harbi”nin temel harcının oluştuğu yerdir.
Çanakkale; Komutanı ve silah askeriyle “Yedi Düvel” e ders verdikleri yerdir.
Çanakkale; düşmanın Türk milletini sonsuza dek“yenemeyeceğini” anladığı yerdir.
Çanakkale; “ölürsem şehit, kalırsam gazi” inancına sahip olan Türk Milleti’nin imkansızı mümkün kıldığı yerdir.
Çanakkale; Türk Milleti’nin bütün mahrumiyetler ve mühimmat yetersizliğine rağmen yere göğe, dağa taşa, denize ovaya “Çanakkale Geçilmez” destanını yazdığı yerdir.
Çanakkale; Bizler bugün bu topraklar üzerinde namusumuzla yaşayalım, huzur ve emniyet içerisinde olalım diye onbinlerin, yüzbinlerin bir daha dönmemek üzere kanlı siperlere gittikleri yerdir.
Çanakkale; Hz. Muhammed (s.a.s)’in Mehmed’lerini beklediği ve buluştukları yerdir.
Milletimizin birlik ve bekası, ülkemizin bölünmez bütünlük ve saadeti, ay yıldızlı bayrağımızın ebediyen gönlerde dalgalanması ancak “Çanakkale ruhu”ile yetişmiş nesillere sahip olmakla mümkündür. Bu nedenle Çanakkale destanı ve ruhunu önce kendimiz bilmeli sonra da evlatlarımıza anlatmalıyız.
Bağrında şehitleri barındıran bu mübarek topraklar inşaallah üzerinde bizim gibilerin gezmesinden rahatsız olmuyordur!
Şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum.
Selam ve dua ile…
M.Lütfi TAŞCI
RıZa BeRKaN- KuRuCu / YöNeTiCi
Geri: Çanakkale Zaferi; şehit kanının toprağı santim santim mühürlediği yer
Çanakkale Şehitlerine Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi. -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya- Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı' Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer. Yedi iklimi cihânın duruyor karşında, Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk: Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ! Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil, Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil, Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb, Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb. Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere, Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm. Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer; Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi; 'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi. Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek. Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi... Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın? 'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... Seni ancak ebediyyetler eder istiâb. 'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına; Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem; Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini, Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın; Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber. |
Mehmet Akif Ersoy |
belinay- SÜPER MODERATÖR
Geri: Çanakkale Zaferi; şehit kanının toprağı santim santim mühürlediği yer
Geceleri siperler bir başka alem olmaktadır. Asker birbirleriyle
yarışmalar yapmakta, iddialara girmektedir. Tarihte hiçbir milletin
evlatlarının girmeye cesaret etmeyi düşünemeyeceği bu iddialar, sabah
yapılacak muharebede kim daha önce şehit olacağı üzerine idi. Kimin
kazanacağı ancak Allah'ın huzuruna varıldığında öğrenilecekti. Gerçeği
ancak O bilirdi. O'nun huzuruna şehit olarak varmak ne büyük lütuf, ne
büyük devlettir...
Bazen yarışmalar gece baskınları, gece keşifleri
için gönüllü seçiminde olurdu. Kim düşmandan esir getirecektir?... Kim
gündüz ölüm saçan makinalı tüfeği alıp getirecektir? Kim makinalı tüfek
ateşi altında ilerleyip inlemeleri duyulan yaralılara su götürecek ya
da yaralıları getirecektir... İddiaların bir kısmında bunlar içindir.
Bazen
su götüren, ölmek üzere olan yaralı bir düşman neferidir; O da ana baba
evladıdır.. O da delikanlıdır. Yazın sıcağında inleyen bir yaralı susuz
bırakılır mı hiç?... Susuzluktan kavrulmuş dudaklara döken eller artık
düşman değil, dost ellerdir.
Söylediklerine göre ertesi gün şehit
olacaklar adeta akşamdan belli olurmuş. Şehit olacakları, daha başka
bir neş'e, bir sevinç sararmı. Tarif edilmeyecek zevk içinde olurlar,
gülüşenler, şakalaşırlarmış... Ne korku, ne ürkeklik.. Gerçekten de
hücum zamanı yaklaştığında, büyük bir aşkla siperde kelime-i şehadet
getirerek, "salaten tüncina" okuyarak hücum için sıranın kendilerine
gelmesini beklerlerdi.
"HÜcum...!" emri verildiği anda "huylanmış aslanlar" gibi fırlayarak "ölüme susamışçasına" döğüşmeğe koyulurlardı.
Bir
muharebe anında yaralarından kanlar damlayarak hücum eden bir
binbaşının kucağına, hemen önünde koşan gencecik bir teğmen vurularak
düşer. Binbaşı, başını dizine yatırdığı şehit teğmenin ağlıyarak
gözlerinden öperken;
-"Yavrum.. Evladım.. Rütbece ben senin önündeydim. Niçin şehitlik sırasını benden önce kaptın?..
diyerek, biraz sonra o da şehit olmaya koşuyordu..
İşin sırrı...
ONLAR'IN NASIL ŞEHİT OLDUĞUNU BİLMEKTE DEĞİL, ONLAR'IN NASIL YAŞADIĞINI ANLAMAKTA VE YAŞAMAKTA..
VAR MISINIZ?
*alıntı*
yarışmalar yapmakta, iddialara girmektedir. Tarihte hiçbir milletin
evlatlarının girmeye cesaret etmeyi düşünemeyeceği bu iddialar, sabah
yapılacak muharebede kim daha önce şehit olacağı üzerine idi. Kimin
kazanacağı ancak Allah'ın huzuruna varıldığında öğrenilecekti. Gerçeği
ancak O bilirdi. O'nun huzuruna şehit olarak varmak ne büyük lütuf, ne
büyük devlettir...
Bazen yarışmalar gece baskınları, gece keşifleri
için gönüllü seçiminde olurdu. Kim düşmandan esir getirecektir?... Kim
gündüz ölüm saçan makinalı tüfeği alıp getirecektir? Kim makinalı tüfek
ateşi altında ilerleyip inlemeleri duyulan yaralılara su götürecek ya
da yaralıları getirecektir... İddiaların bir kısmında bunlar içindir.
Bazen
su götüren, ölmek üzere olan yaralı bir düşman neferidir; O da ana baba
evladıdır.. O da delikanlıdır. Yazın sıcağında inleyen bir yaralı susuz
bırakılır mı hiç?... Susuzluktan kavrulmuş dudaklara döken eller artık
düşman değil, dost ellerdir.
Söylediklerine göre ertesi gün şehit
olacaklar adeta akşamdan belli olurmuş. Şehit olacakları, daha başka
bir neş'e, bir sevinç sararmı. Tarif edilmeyecek zevk içinde olurlar,
gülüşenler, şakalaşırlarmış... Ne korku, ne ürkeklik.. Gerçekten de
hücum zamanı yaklaştığında, büyük bir aşkla siperde kelime-i şehadet
getirerek, "salaten tüncina" okuyarak hücum için sıranın kendilerine
gelmesini beklerlerdi.
"HÜcum...!" emri verildiği anda "huylanmış aslanlar" gibi fırlayarak "ölüme susamışçasına" döğüşmeğe koyulurlardı.
Bir
muharebe anında yaralarından kanlar damlayarak hücum eden bir
binbaşının kucağına, hemen önünde koşan gencecik bir teğmen vurularak
düşer. Binbaşı, başını dizine yatırdığı şehit teğmenin ağlıyarak
gözlerinden öperken;
-"Yavrum.. Evladım.. Rütbece ben senin önündeydim. Niçin şehitlik sırasını benden önce kaptın?..
diyerek, biraz sonra o da şehit olmaya koşuyordu..
İşin sırrı...
ONLAR'IN NASIL ŞEHİT OLDUĞUNU BİLMEKTE DEĞİL, ONLAR'IN NASIL YAŞADIĞINI ANLAMAKTA VE YAŞAMAKTA..
VAR MISINIZ?
*alıntı*
belinay- SÜPER MODERATÖR
Geri: Çanakkale Zaferi; şehit kanının toprağı santim santim mühürlediği yer
ÇANAKKALE DESTANI
Yıl 1915
18'indeyiz Martın.
Kendine gel biraz!
Pek tekin değildi Çanakkale'nin suyu,
Geçilmez bu boğaz...
Geçilmez bu boğaz...
Bizi
Ne topun yıldırır,
Ne kurşunun.
Çünkü artık
Başladı cengimiz.
Er meydanında bulunmaz dengimiz...
Sen misin Mustafa Kemal'im ileri diyen?
İşte fırladık siperden.
Sırtına yüklenmiş kahraman
Seyit 276 kiloluk mermiyi,
Koşuyor bataryasına ateşler içinden.
Bu mermi denizlere gömecek Elizabet'i Buvet'i...
Yanıyor bugün Anafartalar yanıyor,
Denizler yanıyor,
Dağlar yanıyor.
Zafer bizimdir artık
Düşman zırhlıları batıyor...
Türk'üm,
Muzaffer olarak doğmuşuz bir kere.
Bir karış toprak uğruna
Kimimiz şehit oluruz.
Kimimiz gazi.
Hiç değişmez bu yazı.
Dünyada her yer geçilir belki
Lâkin geçilmez Çanakkale Boğazı..
Fahri ERSAVAŞ
Yıl 1915
18'indeyiz Martın.
Kendine gel biraz!
Pek tekin değildi Çanakkale'nin suyu,
Geçilmez bu boğaz...
Geçilmez bu boğaz...
Bizi
Ne topun yıldırır,
Ne kurşunun.
Çünkü artık
Başladı cengimiz.
Er meydanında bulunmaz dengimiz...
Sen misin Mustafa Kemal'im ileri diyen?
İşte fırladık siperden.
Sırtına yüklenmiş kahraman
Seyit 276 kiloluk mermiyi,
Koşuyor bataryasına ateşler içinden.
Bu mermi denizlere gömecek Elizabet'i Buvet'i...
Yanıyor bugün Anafartalar yanıyor,
Denizler yanıyor,
Dağlar yanıyor.
Zafer bizimdir artık
Düşman zırhlıları batıyor...
Türk'üm,
Muzaffer olarak doğmuşuz bir kere.
Bir karış toprak uğruna
Kimimiz şehit oluruz.
Kimimiz gazi.
Hiç değişmez bu yazı.
Dünyada her yer geçilir belki
Lâkin geçilmez Çanakkale Boğazı..
Fahri ERSAVAŞ
RüveYde- KuRuCu / YöNeTiCi
Çanakkale Geçilmez!
Üsteğmem Faruk, cepheye yeni gelen askerleri denetlerken, bir yandan da
onlarla sohbet ediyor, 'Nerelisin?' gibi sorular soruyordu.
Gözleri bir ara, saçının ortası sararmış bir delikanlıya takıldı Yanına
çağırdı ve merakla sordu:
- " Adın ne senin evladım?" dedi.
- " Ali, komutanım" dedi.
- " Nerelisin?"
" Tokatlıyım, komutanım, Tokat'ın Zile kazasındanım..."
- " Peki evladım,bu kafanın nhali ne? Saçlarının ortası neden kırmızı
boyalı böyle?"
- " Cepheye gelmeden önce anam saçıma kına yaktı komutanım. Neden
yaktığını da bilmiyorum."
- " Peki dedi üsteğmen. "Gidebilirisn Kınalı Ali."
O günden sonra Ali'nin adı Kınalı Ali oldu. Cephede tüm arkadaşları
Kınalı Ali demekle yetinmiyor, saçındaki kınayı da alay konusu
yapıyorlardı.
Kınalı Ali, arkadaşlarına karşı sevecen ve dürüst tutumu sayesinde, kısa
süred e hepsinin sevgisini kazandı.
Birgün memleketine mektup göndermek için arkadaşlarından yardım istedi.
" Anama, babama burada iyi olduğumu bildirmek istiyorum. Ama okumam
yazmam yok. Biriniz yardım edebilir misiniz?"
Biri değil, birçok arkadaşı yardıma geldi. " Sen söyle biz yazalım"
dediler. Kınalı Ali söylüyor, bir arkadaşı yazıyor, diğeri de
söylenenlerin doğru yazılıp yazılmadığını denetliyordu.
" Sevgili anacığım, babacığım hasretle ellerinizden öperim. Ben burada
çok iyiyim, beni sakın merak etmeyin." Kız kardeşini, kendinden küçük
erkek kardeşinin sağlığını ve hatırını sorduktan sonra, köydeki herkesin
burnunda tüttüğünü ve kimsenin kendisini merak etmemesini söylediktan
sonar. Biz burada var oldukça bilesiniz ki düşman bir adım bile
ilerleyemeyecektir" tümcesi ile bitiriyordu.
Tam zarf kapatılırken Ali " iki üç satır daha ekleteceğini"
söyleyerek
mektubun sonuna şunları yazdırdı.
" Anacığım, beni buraya gönderirken kafama kına yaktın ama, burada
komutanlarım da, arkadaşlarımda benle hep dalga geçiyorlar. Cepheye
gitmek sırası yakında inşallah kardeşim Ahmet'e gelecek, Onu gönderirken
sakın kına yakma şaçına. Burda onunla da dalga geçmesinler. Tekrar
ellerinden öperim anacığım."
Gelibolu'da savaş giderek şiddetleniyordu. ingilizler kesin sonuç almak
için tüm güçleriyle yükleniyorlardı. Cephede savaşan askerlerimiz önceleri
birer birer, sonraları beşer beşer, onar onar şehit oluyorlardı.
Gelen destek güçleri de yeterli olmuyor, onlarında sayıları giderek
azalıyordu. Gelibolu düşmek üzereydi. Kınalı Ali'nin komutanı bu durum
karşısında çaresizdi. Kendi bölüğü henüz sıcak temasa hazır değildi.Genç
erlerine insan bedeninin süngü ve mermilerle orak gibi biçildiği bu
cepheye göndermek zorunda kalmaması için Allah'a dua ediyordu.
Komutanlarını düşünceli ve sıkıntılı gören Kınalı A li ve arkadaşları,
komutanlarına gidip, ondan kendilerini cepheye göndermesini istediler.
Askerlerinin ısrarları üzerine kamutanları daha fazla direnemedi ve ölüme
gönderdiğini bile bile bu isteklerini kabul etmek zorunda kaldı.
Kınalı Ali ve arkadaşları, sevinç çığlıkları atarak cepheye hayır,bile
bile ölüme gidiyorlardı. O gün güle oynaya Gelibolu cephesinde ölümle
buluşacakları yere koşan Kınalı Ali'nin bölüğünden tek kişi geri dönmedi.
Gidenlerin tümü şehit olmuştu.
Bu olaydan kısa bir süre sonra Kınalı Ali'ye anne, babasından mektup
geldi. Onun yerine komutanı aldı mektubu ve buruk bir ifade ile okumaya
başladı.
(Bu mektubun aslı çanakkale Müzesindedir.)
Cepheye gitmeden önce arkadaşlarına yazdırdığı mektubuna aile adına
babası yanıt veriyordu.
" Oğlum Ali, nasılsın, iyi mis in? Gözlerinden öperim, selam ederim.
öküzü sattık, parasının yarısını sana gönderiyoruz, yarısını da yakında
cepheye gidecek küçük kardeşine veriyoruz. şimdi öküzün yerine tarlayı
ben sürüyorum. Fazla yorulmuyorum da. Sen sakın bizi düşünme."
Babası mektupda köydeki herkesten akrabalarından haberler verdikten sonra
" şimdi ananın sana diyeceği var" diyerek sözü ona bırakıyordu.
Mektubun bundan sonraki bölümü Kınalı Ali'nin anasının ağzından
yazılmıştı şöyle diyordu anası:
" Oğlum Ali, yazmışsın ki kafamdaki kınayla dalga geçtiler. Kardeşime de
yakma demişsin. Kardeşine de yaktım. Komutanlarına ve arkadaşlarına söyle
senle dalga geçmesinler. Bizde üç işe kına yakarlar;
1- GELiNLiK KIZA, GiTSiN AiLESiNE, ÇOCUKLARINA KURBAN OLSUN DiYE
2- KURBANLIK KOÇA, ALLAH'A KURBAN OLSUN DiYE
3- ASKERE GiDEN YiğiTLERiMiZE, VATANA KURBAN OLSUN DiYE...
Gözlerinden öper, selam ederim. Allah'a emanet olun" Ali'nin mektubu
okurken ve çevresindeki herkes onu dinlerken, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu...
onlarla sohbet ediyor, 'Nerelisin?' gibi sorular soruyordu.
Gözleri bir ara, saçının ortası sararmış bir delikanlıya takıldı Yanına
çağırdı ve merakla sordu:
- " Adın ne senin evladım?" dedi.
- " Ali, komutanım" dedi.
- " Nerelisin?"
" Tokatlıyım, komutanım, Tokat'ın Zile kazasındanım..."
- " Peki evladım,bu kafanın nhali ne? Saçlarının ortası neden kırmızı
boyalı böyle?"
- " Cepheye gelmeden önce anam saçıma kına yaktı komutanım. Neden
yaktığını da bilmiyorum."
- " Peki dedi üsteğmen. "Gidebilirisn Kınalı Ali."
O günden sonra Ali'nin adı Kınalı Ali oldu. Cephede tüm arkadaşları
Kınalı Ali demekle yetinmiyor, saçındaki kınayı da alay konusu
yapıyorlardı.
Kınalı Ali, arkadaşlarına karşı sevecen ve dürüst tutumu sayesinde, kısa
süred e hepsinin sevgisini kazandı.
Birgün memleketine mektup göndermek için arkadaşlarından yardım istedi.
" Anama, babama burada iyi olduğumu bildirmek istiyorum. Ama okumam
yazmam yok. Biriniz yardım edebilir misiniz?"
Biri değil, birçok arkadaşı yardıma geldi. " Sen söyle biz yazalım"
dediler. Kınalı Ali söylüyor, bir arkadaşı yazıyor, diğeri de
söylenenlerin doğru yazılıp yazılmadığını denetliyordu.
" Sevgili anacığım, babacığım hasretle ellerinizden öperim. Ben burada
çok iyiyim, beni sakın merak etmeyin." Kız kardeşini, kendinden küçük
erkek kardeşinin sağlığını ve hatırını sorduktan sonra, köydeki herkesin
burnunda tüttüğünü ve kimsenin kendisini merak etmemesini söylediktan
sonar. Biz burada var oldukça bilesiniz ki düşman bir adım bile
ilerleyemeyecektir" tümcesi ile bitiriyordu.
Tam zarf kapatılırken Ali " iki üç satır daha ekleteceğini"
söyleyerek
mektubun sonuna şunları yazdırdı.
" Anacığım, beni buraya gönderirken kafama kına yaktın ama, burada
komutanlarım da, arkadaşlarımda benle hep dalga geçiyorlar. Cepheye
gitmek sırası yakında inşallah kardeşim Ahmet'e gelecek, Onu gönderirken
sakın kına yakma şaçına. Burda onunla da dalga geçmesinler. Tekrar
ellerinden öperim anacığım."
Gelibolu'da savaş giderek şiddetleniyordu. ingilizler kesin sonuç almak
için tüm güçleriyle yükleniyorlardı. Cephede savaşan askerlerimiz önceleri
birer birer, sonraları beşer beşer, onar onar şehit oluyorlardı.
Gelen destek güçleri de yeterli olmuyor, onlarında sayıları giderek
azalıyordu. Gelibolu düşmek üzereydi. Kınalı Ali'nin komutanı bu durum
karşısında çaresizdi. Kendi bölüğü henüz sıcak temasa hazır değildi.Genç
erlerine insan bedeninin süngü ve mermilerle orak gibi biçildiği bu
cepheye göndermek zorunda kalmaması için Allah'a dua ediyordu.
Komutanlarını düşünceli ve sıkıntılı gören Kınalı A li ve arkadaşları,
komutanlarına gidip, ondan kendilerini cepheye göndermesini istediler.
Askerlerinin ısrarları üzerine kamutanları daha fazla direnemedi ve ölüme
gönderdiğini bile bile bu isteklerini kabul etmek zorunda kaldı.
Kınalı Ali ve arkadaşları, sevinç çığlıkları atarak cepheye hayır,bile
bile ölüme gidiyorlardı. O gün güle oynaya Gelibolu cephesinde ölümle
buluşacakları yere koşan Kınalı Ali'nin bölüğünden tek kişi geri dönmedi.
Gidenlerin tümü şehit olmuştu.
Bu olaydan kısa bir süre sonra Kınalı Ali'ye anne, babasından mektup
geldi. Onun yerine komutanı aldı mektubu ve buruk bir ifade ile okumaya
başladı.
(Bu mektubun aslı çanakkale Müzesindedir.)
Cepheye gitmeden önce arkadaşlarına yazdırdığı mektubuna aile adına
babası yanıt veriyordu.
" Oğlum Ali, nasılsın, iyi mis in? Gözlerinden öperim, selam ederim.
öküzü sattık, parasının yarısını sana gönderiyoruz, yarısını da yakında
cepheye gidecek küçük kardeşine veriyoruz. şimdi öküzün yerine tarlayı
ben sürüyorum. Fazla yorulmuyorum da. Sen sakın bizi düşünme."
Babası mektupda köydeki herkesten akrabalarından haberler verdikten sonra
" şimdi ananın sana diyeceği var" diyerek sözü ona bırakıyordu.
Mektubun bundan sonraki bölümü Kınalı Ali'nin anasının ağzından
yazılmıştı şöyle diyordu anası:
" Oğlum Ali, yazmışsın ki kafamdaki kınayla dalga geçtiler. Kardeşime de
yakma demişsin. Kardeşine de yaktım. Komutanlarına ve arkadaşlarına söyle
senle dalga geçmesinler. Bizde üç işe kına yakarlar;
1- GELiNLiK KIZA, GiTSiN AiLESiNE, ÇOCUKLARINA KURBAN OLSUN DiYE
2- KURBANLIK KOÇA, ALLAH'A KURBAN OLSUN DiYE
3- ASKERE GiDEN YiğiTLERiMiZE, VATANA KURBAN OLSUN DiYE...
Gözlerinden öper, selam ederim. Allah'a emanet olun" Ali'nin mektubu
okurken ve çevresindeki herkes onu dinlerken, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu...
RüveYde- KuRuCu / YöNeTiCi
.:. i R F @ N _ M E C L i S i .:. R @ H - i _ @ S K .:. :: (¯`·._.: TARİHİ ÇEVİR :._.·´¯) :: TARİHSEL ARAŞTIRMALAR
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
22.09.23 10:37 tarafından RıZa BeRKaN
» Namazı terk eden adam dinini bitirmiştir!
12.01.23 12:26 tarafından RıZa BeRKaN
» Muhammed sen canımın cananısın Muhammed sen gözümün ışığısın Muhammed
12.01.23 10:10 tarafından RıZa BeRKaN
» ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI : ACELECİLİK …!!!
17.11.22 17:23 tarafından RıZa BeRKaN
» i M a N i L e G ö N D e R B i Z i
11.10.22 18:29 tarafından RıZa BeRKaN
» Hazreti Ömer'den (r.a) birbirinden kıymetli 18 nasihat...
11.10.22 18:22 tarafından RıZa BeRKaN
» EN BÜYÜK KABADAYI'LIK EFENDİLİK'TİR
11.10.22 18:00 tarafından RıZa BeRKaN
» Hep yolcuyuz böyle gelir gideriz. Dünya senin vatanın mı yurdun mu?
11.10.22 12:00 tarafından RıZa BeRKaN
» Sadece Kur’an Yeter mi ? KUR'AN YETER DİYENLERE
11.10.22 10:35 tarafından RıZa BeRKaN
» İNCEDEN İNCEYE GİYDİRİYORLAR SİZE MÜSLÜMANLAR
11.10.22 8:35 tarafından RıZa BeRKaN
» Recep Tayyip Erdoğan EVET O bir #DünyaLideri
11.10.22 8:11 tarafından RıZa BeRKaN
» Zordur kurban zordur, ayrılık zordur...
11.10.22 8:03 tarafından RıZa BeRKaN
» Allah ve Rasulü için göz yaşı dökenlere selâm olsun.
11.10.22 7:57 tarafından RıZa BeRKaN
» 2 MiLYaR TaKiPÇiSi VaR
11.10.22 7:34 tarafından RıZa BeRKaN
» Ne NeDiR?
20.01.22 11:54 tarafından RıZa BeRKaN
» ÖĞÜT VEREN AYETLER
20.01.22 10:58 tarafından RıZa BeRKaN
» Faizcileri deşifre edeceğiz.. Takip edeceğiz..
22.10.21 13:26 tarafından RıZa BeRKaN
» ANLAMSIZLIK HASTALIĞI: ANoMİ ‼
11.10.21 11:49 tarafından RıZa BeRKaN
» Mustafa Özcan Güneşdoğdu Rabbim Sana Sığınırım
11.10.21 11:46 tarafından RıZa BeRKaN
» Zengin Tüccar ve 4 eşi hikayesi.
11.10.21 11:41 tarafından RıZa BeRKaN