Giriş yap
Similar topics
Üye Paneli
Profiliniz Bilgiler Seçenekler İmza Avatar |
Sosyal Arkadaş ve Tanınmamış Üye listesi Grup |
Özel Mesaj Gelen Kutusu ÖM Gönder |
Gözlenmiş Konular |
Kimler hatta?
Toplam 279 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 279 Misafir :: 2 Arama motorlarıYok
Sitede bugüne kadar en çok 392 kişi 10.10.24 17:51 tarihinde online oldu.
En son konular
En bakılan konular
Istatistikler
Toplam 278 kayıtlı kullanıcımız varSon kaydolan kullanıcımız: CANAN CAN
Kullanıcılarımız toplam 14129 mesaj attılar bunda 6601 konu
Arama
Kasım 2024
Ptsi | Salı | Çarş. | Perş. | Cuma | C.tesi | Paz |
---|---|---|---|---|---|---|
1 | 2 | 3 | ||||
4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 |
11 | 12 | 13 | 14 | 15 | 16 | 17 |
18 | 19 | 20 | 21 | 22 | 23 | 24 |
25 | 26 | 27 | 28 | 29 | 30 |
"Gül Yüzlü Yâr"
.:. i R F @ N _ M E C L i S i .:. R @ H - i _ @ S K .:. :: (¯`·._.: HZ. MUHAMMED ( SALLAHU ALEYHİ VE SELLEM ) :._.·´¯) :: EN SEVGİLİYE
1 sayfadaki 1 sayfası
"Gül Yüzlü Yâr"
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
"Gül Yüzlü Yâr"
Gül olmasaydı, alemler yaratılmazdı... Rahmet yüklü hidâyet bulutları, Âdemoğlunun yüreğinde karar kılmazdı... Allah Celle Celâluhu, hakkıyla anılmaz; Kur’ân, gerçek mânâsıyla anlaşılmazdı… Hilâl’in ışığı yanmaz, zifirî karanlıklar aydınlanmaz, gurûbu olmayan şafaklar ufka dayanmaz ve insanlık İslâm şerefiyle bahtiyâr olmazdı...
“Gül” olmasaydı,
Hira Dağı Cebel-i Nûr olurken, gecelere bürünmüş Mekke semâları uyanmazdı gül yüzlü bir sabaha… Serâ da, süreyyâ da âyet âyet dokunan yeni bir diriliş muştusuyla tekbir almazdı bir daha… İnsanlar, semâvî sevdâlarla serfirâz olmak, vâhyin emsâlsiz güzelliklerinden feyz almak için yol bulamazdı en kutlu felâhâ… Medine’den yayılan İlâhî dâvet, bütün dünyayı kuşatmazdı… Aşkın mi’râcına çıkan gönüller, aklın verâsına ulaşıp secdekâr olmazdı…
“Gül” olmasaydı,
“Müjdeleyici”, “davetçi”, “şahit” ve “uyarıcı” olarak gönderilen Hâkikât Güneşi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ufkumuza doğmazdı… Dînin, duânın ve ibâdetin nûru sînelerimize sağanak sağanak yağmazdı… Kâinata dar gelen Rabb-i Rahîm’in aşkı yumruk kadar bir kalbe sığmazdı… Yürekler “Allah” nidasıyla dalgalanmaz, diller her nefeste şükrederek Hakk’ı anmaz, gönüller Muhabbetullah aşkıyla alev alev yanmazdı... Ve insanlık, sevginin bütün kapıları açtığından hiçbir zaman haberdâr olmazdı...
“Gül” olmasaydı,
O’nu gören gözler “Sahâbî” sayılmaz, “Ashâbım gökteki yıldızlar gibidir” hadîsi duyulmaz, Hz. Ebûbekir (r.a.) “Sıddîk” unvânını almaz, Hattab oğlu Ömer (r.a.) adâlet timsâli “Ömerü’l-Fâruk” hâline gelmez, Hz. Osman (r.a.) “Zinnûreyn” diye çağrılmaz ve “İlmin kapısı” Hz. Ali(r.a.)’nin kılıcı da “Zülfikâr” olmazdı...
“Gül” olmasaydı,
“Hayra davet eden” son çağrıyı işitemez, “Çöle İnen Nûr”un hâlesi olmaya gidemezdik... Sevdâ yaylasından Mevlâ’ya ulaşan yolun bidâyetinin de, nihâyetinin de O’nun “İz”inden geçtiğini idrâk edemezdik… İç âlemimizde çözülmeyi bekleyen binlerce buzulun, kalbimizi neden mesken tuttuğunun ve nasıl çözüleceğinin sırlarını asla çözemezdik… Yüreğimizdeki kin ve nefret dağlarını hâk ile yeksan etmeyi, nefsanî arzuları dizginlemeyi, kalbimizi işgal eden buzulları îman ateşiyle eritmeyi “Gül” olmadan katiyyen öğrenemezdik… Kalplere ‘Gül Cemresi’ düşmeden dünyamıza bahar gelmez ve cennet-âsâ baharların getirdiği yemyeşil bir sevdânın nûru yüreğimizi gönül hâline getirmezdi… O’nun kâinata can veren muhabbeti olmasaydı; gözyaşlarında dalgalanan rahmet ummanları gönül sahillerimize vurmaz, duâlar kıyâma durmaz, seher vakti âşıkların “Hû, Hû”lara karışan “Âmin”leri duyulmaz ve yürekler İlâhî aşka giriftâr olmazdı…
“Gül” olmasaydı,
“Güzel Ahlâk” tamamlanmazdı... Beşeriyet, insanlığın kemâl ufkunu tanımazdı... Risâletin numune-i imtisâli olan Son Hidâyet Sancağı (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gönül gönderinde dalgalanmazdı... İnsanlar; Kelime-i Şahâdetin, Hakk’ı zikretmenin, ameli sâlihin, tatlı sözün, güler yüzün, yumuşak huyun, muhabbetin, meşveretin, sohbetin, affetmenin, eman vermenin gerçek anlamını hiçbir zaman anlayamazdı... İyiliği emretmenin, kötülükten menetmenin, kötülüğe iyilikle mukabelenin hâlet ve hasletini hiç kimse öğrenemezdi… İnsanlık; edep ve iffetin, hayâ ve haysiyetin, vefa ve asâletin, tevekkül ve teslîmiyetin, doğruluk ve emniyetin, vakar ve izzetin, cihat ve cesâretin, îtidal ve şehâmetin, tevâzû ve mehâbetin, cömertlik ve fazîletin, barış ve sükûnetin, şefkât ve merhametin, insaf ve inâyetin, müsâmaha ve hürmetin, huzur ve saadetin, nezâket ve zarâfetin, hak ve hukukun ne olduğunu aslî mânâsıyla aslâ bilemezdi… Kadın esir muamelesi görmeye devam eder, eşya gibi alınıp satılır, kız çocukları diri diri toprağa gömülür, acımasızca öldürülürdü… İnsan hakları konusu, kadın hukuku mevzuu hiç gündeme gelmez ve hiç kimse kul hakkına, komşu hukukuna hürmetkâr olmazdı…
“Gül” olmasaydı,
“Ölmeden evvel kendimizi hesaba çekmeyi”, “ölümle uyanmadan önce” Müslüman olarak yaşamayı, “Allah Celle Celâluhu için sevmeyi ve Allah Celle Celâluhu için buğzetmeyi” öğrenemezdik… “İnsana teşekkür etmeyen, Allah’a şükredemez” kıstasını idrak edemez, ”Mahlûku sevmeyen, Mâbudu sevemez”, “Merhamet etmeyene merhamet edilmez” ölçüsünü öğrenemez, “Din kardeşliğinin kan kardeşliğinden daha önemli olduğunu” bilemezdik… Böyle olunca; “Ebâbil Kuşları”nın aşkına meftûn olan mâhur düşlerimiz hüzzama döner, hayatımız hüsrân denizinde boğulur, umutlarımız karanlığın girdabında kaybolur, kelâmın tahtı devrilir ve“Âlemlere Rahmet” olan“En Sevgili”ye “Yâ Muhammed cânım arzular Seni” ikrârımız aslâ âşikâr olmazdı...
“Gül” olmasaydı,
Kullar, “Sırât-ı Mustakîm”i bulamaz, yıllar “Asr-ı Saadet”i bilemez, yollar Kıble’de karar kılamazdı... Dünyaya köle olup irtifa kaybedenler, gurur ve kibirde zirveye çıkanlar, Gayyâ kuyularından kurtulamazdı… Nefse tutsak olan duygular yüzünden onlarca parçaya bölünen yürekler; “bir kızıl goncaya” dönene kadar kanasa bile, gönüller bir türlü gül bahçesine dönemezdi… Ve “Senin aşkın ateştir, ateşin gül bahçesi ” diyen çile harmanları “Aşk-ı Hakîki”den nasip almaz, gönüller aşk ile tâcidâr olmazdı...
“Gül” olmasaydı,
İnsanoğlu; subaşında susuz kalır, “bağrı yanan” kızgın çöller gibi susuzluktan bunalırdı... İnsanların değer ve ölçüler dengesi kaybolur, beşeriyet her alanda zevâl bulurdu… Fecr-i kâzipler, fecr-i sâdıkların yerine ikâme olurken; ruhlara tulû eden meskenet tüllerine, cehâlet bulutlarının en koyu sisleri çökerdi… Göz körlüğe mahkûm, kulak sağırlığa mecbur, kalp mâsivâya meftûn olurdu… Kul, günah çukurlarından kurtulamaz, nefsin yalçın dağlarını aşamaz, ebedî hayatın efsunkâr güzelliklerine ulaşamaz, ölümle dost olup merdâne dolaşamaz ve “cânı cânâna teslim edip” ölümsüzlük ikliminde berhudâr olmazdı…
“Gül” olmasaydı,
Ay’ın yüreğine değen O Şefkatli El’in mübârek parmağıyla, mehtabın titreyen gamzesi ikiye bölünmezdi…Î’lây-ı Kelîmetullah aşkına yelken açıp, gönül fethi için sefere çıkanların, zamansız mekânlara ve mekânsız zamanlara yaptığı sır dolu yolculuklar bilinmezdi… Mâverâ aşkıyla düşlerine kanat vuranların gönül seccâdeleri, müjdeli şafaklara serilmezdi... Gözler, “Karanlık Gecelerin Nurlu Sabahı”nı görmez, “her zorluğun yanına bir kolaylık” varmaz, her hüznün içine bir huzur girmezdi… Tefekkür, tezekkür, tenevvür, tekemmül ve tevekkül el ele vermez; ayrılık vuslata, zayıflık tâkate, ölüm hayâta bestekâr olmazdı…
“Gül” olmasaydı,
Beşeriyetin kanayan yaraları gül yaprağıyla sarılmaz, yetimlere, öksüzlere, mazlumlara ve mağdurlara merhamet edilmez, insanlara müşfik davranılmazdı… İnsanların hayatında firkat içinde yeni bir firkat kıyama durur, gözbebeklerine en kasvetli hüzünler oturur ve amel defterlerinde günahkâr gölgelerin nabzı vururdu… Katran siyahı küfür gecelerinden, îmanın âsûde iklimine varılmazdı… Karanlığın kalbine nûrânî imzalar atılmaz, Hilâl’in hükmü kalmaz, Kıble’yi kimse bilmez ve gecenin siyah perçemlerini aydınlatan ay yüzlü sevdâlar efsûnkâr olmazdı…
“Gül” olmasaydı,
İlmi farz, tefekkürü ibâdet telâkki eden bir mukaddesâta sırtımızı dönerdik… Biz; gül diye dikenleri dermeyi, umut dağıtmak yerine hazan bahçelerinde gazeller toplamayı şiâr edinirdik… Gül rengi diye ateşlere sarılırdık… Hazan sarısına dönerdi hayallerimiz… Yürekler sevdalanmaz, gönüller yanmaz, kışta gelenler baharı soluklamaz, kul ölümsüzlük şerbetini yudumlamaz, hâl ehlinin cümle eksikleri aşk ile tamamlanmaz ve ehl-i dil, dildâr olmazdı…
“Gül” olmasaydı,
İnsanlığın gördüğü en muhteşem inkılâb gerçekleşmezdi... Ruhumuz, Mâverâ’ya kanat çırpmaz, kalbimiz “Allah” aşkıyla çarpmazdı... Rahmetli Ali Ulvi Kurucu’nun
“Doğmazdı kalbe îmân, inmezdi arza Kur'ân,
Meçhûl olurdu esmâ, Levlâke yâ Muhammed !..
Mâtem tutardı gökler, gülmezdi hiç melekler,
Mahzûndur Arş-i alâ, Levlâke yâ Muhammed !..
•Feyzinle güldü âlem, gufrâna erdi âdem,
Ağlardı belki hâlâ, Levlâke yâ Muhammed !..”
diye ifâde ettiği gibi; Arş-ı âlâ aşka gelmez, melekler gülmez, yürekler imânda karar kılmaz, gönlümüz Muhabbet-i Resûlullah’tan Muhabbetullah’a ulaşan yolu bulmaz ve insanoğlu için her iki cihan aslâ gül-i zâr olmazdı...
“Gül” olmasaydı,
Azgın tufanlar içinde âciz kalan bîçâreler, çâresizliğe göğüs geremezdi... İnsanlar ebedî barış ve kurtuluş menzîline eremezdi... Hayırlar fethedilmez, şerler defedilemezdi… Gönül tellerimize dokunan mızraplar ferâhnâk nağmeler veremezdi… Ruhların ölümden vâreste olduğunu, kışın bahara, gecenin nehâra, vefâtın dirilmeye bir beste olduğunu anlayamazdık... Bâkî olanı unutup, fânî olanlar için “âh etmeye” devam ederdik… Canlar cânı”nı bilemez, “Ballar balı”nı bulamazdık… İstikbâlimizde “Gül” yüzlü bahar, bakışlarımızda “Gül” mushaflı nazar, kalbimizde ‘Gül Yüzlü Yâr’ ve gönlümüzde “Vâreden”in aşkı vâr olmazdı…
“Gül” olmasaydı…
Dr. Mehmet Güneş[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
"Gül Yüzlü Yâr"
Gül olmasaydı, alemler yaratılmazdı... Rahmet yüklü hidâyet bulutları, Âdemoğlunun yüreğinde karar kılmazdı... Allah Celle Celâluhu, hakkıyla anılmaz; Kur’ân, gerçek mânâsıyla anlaşılmazdı… Hilâl’in ışığı yanmaz, zifirî karanlıklar aydınlanmaz, gurûbu olmayan şafaklar ufka dayanmaz ve insanlık İslâm şerefiyle bahtiyâr olmazdı...
“Gül” olmasaydı,
Hira Dağı Cebel-i Nûr olurken, gecelere bürünmüş Mekke semâları uyanmazdı gül yüzlü bir sabaha… Serâ da, süreyyâ da âyet âyet dokunan yeni bir diriliş muştusuyla tekbir almazdı bir daha… İnsanlar, semâvî sevdâlarla serfirâz olmak, vâhyin emsâlsiz güzelliklerinden feyz almak için yol bulamazdı en kutlu felâhâ… Medine’den yayılan İlâhî dâvet, bütün dünyayı kuşatmazdı… Aşkın mi’râcına çıkan gönüller, aklın verâsına ulaşıp secdekâr olmazdı…
“Gül” olmasaydı,
“Müjdeleyici”, “davetçi”, “şahit” ve “uyarıcı” olarak gönderilen Hâkikât Güneşi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ufkumuza doğmazdı… Dînin, duânın ve ibâdetin nûru sînelerimize sağanak sağanak yağmazdı… Kâinata dar gelen Rabb-i Rahîm’in aşkı yumruk kadar bir kalbe sığmazdı… Yürekler “Allah” nidasıyla dalgalanmaz, diller her nefeste şükrederek Hakk’ı anmaz, gönüller Muhabbetullah aşkıyla alev alev yanmazdı... Ve insanlık, sevginin bütün kapıları açtığından hiçbir zaman haberdâr olmazdı...
“Gül” olmasaydı,
O’nu gören gözler “Sahâbî” sayılmaz, “Ashâbım gökteki yıldızlar gibidir” hadîsi duyulmaz, Hz. Ebûbekir (r.a.) “Sıddîk” unvânını almaz, Hattab oğlu Ömer (r.a.) adâlet timsâli “Ömerü’l-Fâruk” hâline gelmez, Hz. Osman (r.a.) “Zinnûreyn” diye çağrılmaz ve “İlmin kapısı” Hz. Ali(r.a.)’nin kılıcı da “Zülfikâr” olmazdı...
“Gül” olmasaydı,
“Hayra davet eden” son çağrıyı işitemez, “Çöle İnen Nûr”un hâlesi olmaya gidemezdik... Sevdâ yaylasından Mevlâ’ya ulaşan yolun bidâyetinin de, nihâyetinin de O’nun “İz”inden geçtiğini idrâk edemezdik… İç âlemimizde çözülmeyi bekleyen binlerce buzulun, kalbimizi neden mesken tuttuğunun ve nasıl çözüleceğinin sırlarını asla çözemezdik… Yüreğimizdeki kin ve nefret dağlarını hâk ile yeksan etmeyi, nefsanî arzuları dizginlemeyi, kalbimizi işgal eden buzulları îman ateşiyle eritmeyi “Gül” olmadan katiyyen öğrenemezdik… Kalplere ‘Gül Cemresi’ düşmeden dünyamıza bahar gelmez ve cennet-âsâ baharların getirdiği yemyeşil bir sevdânın nûru yüreğimizi gönül hâline getirmezdi… O’nun kâinata can veren muhabbeti olmasaydı; gözyaşlarında dalgalanan rahmet ummanları gönül sahillerimize vurmaz, duâlar kıyâma durmaz, seher vakti âşıkların “Hû, Hû”lara karışan “Âmin”leri duyulmaz ve yürekler İlâhî aşka giriftâr olmazdı…
“Gül” olmasaydı,
“Güzel Ahlâk” tamamlanmazdı... Beşeriyet, insanlığın kemâl ufkunu tanımazdı... Risâletin numune-i imtisâli olan Son Hidâyet Sancağı (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gönül gönderinde dalgalanmazdı... İnsanlar; Kelime-i Şahâdetin, Hakk’ı zikretmenin, ameli sâlihin, tatlı sözün, güler yüzün, yumuşak huyun, muhabbetin, meşveretin, sohbetin, affetmenin, eman vermenin gerçek anlamını hiçbir zaman anlayamazdı... İyiliği emretmenin, kötülükten menetmenin, kötülüğe iyilikle mukabelenin hâlet ve hasletini hiç kimse öğrenemezdi… İnsanlık; edep ve iffetin, hayâ ve haysiyetin, vefa ve asâletin, tevekkül ve teslîmiyetin, doğruluk ve emniyetin, vakar ve izzetin, cihat ve cesâretin, îtidal ve şehâmetin, tevâzû ve mehâbetin, cömertlik ve fazîletin, barış ve sükûnetin, şefkât ve merhametin, insaf ve inâyetin, müsâmaha ve hürmetin, huzur ve saadetin, nezâket ve zarâfetin, hak ve hukukun ne olduğunu aslî mânâsıyla aslâ bilemezdi… Kadın esir muamelesi görmeye devam eder, eşya gibi alınıp satılır, kız çocukları diri diri toprağa gömülür, acımasızca öldürülürdü… İnsan hakları konusu, kadın hukuku mevzuu hiç gündeme gelmez ve hiç kimse kul hakkına, komşu hukukuna hürmetkâr olmazdı…
“Gül” olmasaydı,
“Ölmeden evvel kendimizi hesaba çekmeyi”, “ölümle uyanmadan önce” Müslüman olarak yaşamayı, “Allah Celle Celâluhu için sevmeyi ve Allah Celle Celâluhu için buğzetmeyi” öğrenemezdik… “İnsana teşekkür etmeyen, Allah’a şükredemez” kıstasını idrak edemez, ”Mahlûku sevmeyen, Mâbudu sevemez”, “Merhamet etmeyene merhamet edilmez” ölçüsünü öğrenemez, “Din kardeşliğinin kan kardeşliğinden daha önemli olduğunu” bilemezdik… Böyle olunca; “Ebâbil Kuşları”nın aşkına meftûn olan mâhur düşlerimiz hüzzama döner, hayatımız hüsrân denizinde boğulur, umutlarımız karanlığın girdabında kaybolur, kelâmın tahtı devrilir ve“Âlemlere Rahmet” olan“En Sevgili”ye “Yâ Muhammed cânım arzular Seni” ikrârımız aslâ âşikâr olmazdı...
“Gül” olmasaydı,
Kullar, “Sırât-ı Mustakîm”i bulamaz, yıllar “Asr-ı Saadet”i bilemez, yollar Kıble’de karar kılamazdı... Dünyaya köle olup irtifa kaybedenler, gurur ve kibirde zirveye çıkanlar, Gayyâ kuyularından kurtulamazdı… Nefse tutsak olan duygular yüzünden onlarca parçaya bölünen yürekler; “bir kızıl goncaya” dönene kadar kanasa bile, gönüller bir türlü gül bahçesine dönemezdi… Ve “Senin aşkın ateştir, ateşin gül bahçesi ” diyen çile harmanları “Aşk-ı Hakîki”den nasip almaz, gönüller aşk ile tâcidâr olmazdı...
“Gül” olmasaydı,
İnsanoğlu; subaşında susuz kalır, “bağrı yanan” kızgın çöller gibi susuzluktan bunalırdı... İnsanların değer ve ölçüler dengesi kaybolur, beşeriyet her alanda zevâl bulurdu… Fecr-i kâzipler, fecr-i sâdıkların yerine ikâme olurken; ruhlara tulû eden meskenet tüllerine, cehâlet bulutlarının en koyu sisleri çökerdi… Göz körlüğe mahkûm, kulak sağırlığa mecbur, kalp mâsivâya meftûn olurdu… Kul, günah çukurlarından kurtulamaz, nefsin yalçın dağlarını aşamaz, ebedî hayatın efsunkâr güzelliklerine ulaşamaz, ölümle dost olup merdâne dolaşamaz ve “cânı cânâna teslim edip” ölümsüzlük ikliminde berhudâr olmazdı…
“Gül” olmasaydı,
Ay’ın yüreğine değen O Şefkatli El’in mübârek parmağıyla, mehtabın titreyen gamzesi ikiye bölünmezdi…Î’lây-ı Kelîmetullah aşkına yelken açıp, gönül fethi için sefere çıkanların, zamansız mekânlara ve mekânsız zamanlara yaptığı sır dolu yolculuklar bilinmezdi… Mâverâ aşkıyla düşlerine kanat vuranların gönül seccâdeleri, müjdeli şafaklara serilmezdi... Gözler, “Karanlık Gecelerin Nurlu Sabahı”nı görmez, “her zorluğun yanına bir kolaylık” varmaz, her hüznün içine bir huzur girmezdi… Tefekkür, tezekkür, tenevvür, tekemmül ve tevekkül el ele vermez; ayrılık vuslata, zayıflık tâkate, ölüm hayâta bestekâr olmazdı…
“Gül” olmasaydı,
Beşeriyetin kanayan yaraları gül yaprağıyla sarılmaz, yetimlere, öksüzlere, mazlumlara ve mağdurlara merhamet edilmez, insanlara müşfik davranılmazdı… İnsanların hayatında firkat içinde yeni bir firkat kıyama durur, gözbebeklerine en kasvetli hüzünler oturur ve amel defterlerinde günahkâr gölgelerin nabzı vururdu… Katran siyahı küfür gecelerinden, îmanın âsûde iklimine varılmazdı… Karanlığın kalbine nûrânî imzalar atılmaz, Hilâl’in hükmü kalmaz, Kıble’yi kimse bilmez ve gecenin siyah perçemlerini aydınlatan ay yüzlü sevdâlar efsûnkâr olmazdı…
“Gül” olmasaydı,
İlmi farz, tefekkürü ibâdet telâkki eden bir mukaddesâta sırtımızı dönerdik… Biz; gül diye dikenleri dermeyi, umut dağıtmak yerine hazan bahçelerinde gazeller toplamayı şiâr edinirdik… Gül rengi diye ateşlere sarılırdık… Hazan sarısına dönerdi hayallerimiz… Yürekler sevdalanmaz, gönüller yanmaz, kışta gelenler baharı soluklamaz, kul ölümsüzlük şerbetini yudumlamaz, hâl ehlinin cümle eksikleri aşk ile tamamlanmaz ve ehl-i dil, dildâr olmazdı…
“Gül” olmasaydı,
İnsanlığın gördüğü en muhteşem inkılâb gerçekleşmezdi... Ruhumuz, Mâverâ’ya kanat çırpmaz, kalbimiz “Allah” aşkıyla çarpmazdı... Rahmetli Ali Ulvi Kurucu’nun
“Doğmazdı kalbe îmân, inmezdi arza Kur'ân,
Meçhûl olurdu esmâ, Levlâke yâ Muhammed !..
Mâtem tutardı gökler, gülmezdi hiç melekler,
Mahzûndur Arş-i alâ, Levlâke yâ Muhammed !..
•Feyzinle güldü âlem, gufrâna erdi âdem,
Ağlardı belki hâlâ, Levlâke yâ Muhammed !..”
diye ifâde ettiği gibi; Arş-ı âlâ aşka gelmez, melekler gülmez, yürekler imânda karar kılmaz, gönlümüz Muhabbet-i Resûlullah’tan Muhabbetullah’a ulaşan yolu bulmaz ve insanoğlu için her iki cihan aslâ gül-i zâr olmazdı...
“Gül” olmasaydı,
Azgın tufanlar içinde âciz kalan bîçâreler, çâresizliğe göğüs geremezdi... İnsanlar ebedî barış ve kurtuluş menzîline eremezdi... Hayırlar fethedilmez, şerler defedilemezdi… Gönül tellerimize dokunan mızraplar ferâhnâk nağmeler veremezdi… Ruhların ölümden vâreste olduğunu, kışın bahara, gecenin nehâra, vefâtın dirilmeye bir beste olduğunu anlayamazdık... Bâkî olanı unutup, fânî olanlar için “âh etmeye” devam ederdik… Canlar cânı”nı bilemez, “Ballar balı”nı bulamazdık… İstikbâlimizde “Gül” yüzlü bahar, bakışlarımızda “Gül” mushaflı nazar, kalbimizde ‘Gül Yüzlü Yâr’ ve gönlümüzde “Vâreden”in aşkı vâr olmazdı…
“Gül” olmasaydı…
Dr. Mehmet Güneş[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
EyLüL- BAĞIMLI ÜYEMİZ
.:. i R F @ N _ M E C L i S i .:. R @ H - i _ @ S K .:. :: (¯`·._.: HZ. MUHAMMED ( SALLAHU ALEYHİ VE SELLEM ) :._.·´¯) :: EN SEVGİLİYE
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
22.09.23 10:37 tarafından RıZa BeRKaN
» Namazı terk eden adam dinini bitirmiştir!
12.01.23 12:26 tarafından RıZa BeRKaN
» Muhammed sen canımın cananısın Muhammed sen gözümün ışığısın Muhammed
12.01.23 10:10 tarafından RıZa BeRKaN
» ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI : ACELECİLİK …!!!
17.11.22 17:23 tarafından RıZa BeRKaN
» i M a N i L e G ö N D e R B i Z i
11.10.22 18:29 tarafından RıZa BeRKaN
» Hazreti Ömer'den (r.a) birbirinden kıymetli 18 nasihat...
11.10.22 18:22 tarafından RıZa BeRKaN
» EN BÜYÜK KABADAYI'LIK EFENDİLİK'TİR
11.10.22 18:00 tarafından RıZa BeRKaN
» Hep yolcuyuz böyle gelir gideriz. Dünya senin vatanın mı yurdun mu?
11.10.22 12:00 tarafından RıZa BeRKaN
» Sadece Kur’an Yeter mi ? KUR'AN YETER DİYENLERE
11.10.22 10:35 tarafından RıZa BeRKaN
» İNCEDEN İNCEYE GİYDİRİYORLAR SİZE MÜSLÜMANLAR
11.10.22 8:35 tarafından RıZa BeRKaN
» Recep Tayyip Erdoğan EVET O bir #DünyaLideri
11.10.22 8:11 tarafından RıZa BeRKaN
» Zordur kurban zordur, ayrılık zordur...
11.10.22 8:03 tarafından RıZa BeRKaN
» Allah ve Rasulü için göz yaşı dökenlere selâm olsun.
11.10.22 7:57 tarafından RıZa BeRKaN
» 2 MiLYaR TaKiPÇiSi VaR
11.10.22 7:34 tarafından RıZa BeRKaN
» Ne NeDiR?
20.01.22 11:54 tarafından RıZa BeRKaN
» ÖĞÜT VEREN AYETLER
20.01.22 10:58 tarafından RıZa BeRKaN
» Faizcileri deşifre edeceğiz.. Takip edeceğiz..
22.10.21 13:26 tarafından RıZa BeRKaN
» ANLAMSIZLIK HASTALIĞI: ANoMİ ‼
11.10.21 11:49 tarafından RıZa BeRKaN
» Mustafa Özcan Güneşdoğdu Rabbim Sana Sığınırım
11.10.21 11:46 tarafından RıZa BeRKaN
» Zengin Tüccar ve 4 eşi hikayesi.
11.10.21 11:41 tarafından RıZa BeRKaN