Giriş yap
Üye Paneli
Profiliniz Bilgiler Seçenekler İmza Avatar |
Sosyal Arkadaş ve Tanınmamış Üye listesi Grup |
Özel Mesaj Gelen Kutusu ÖM Gönder |
Gözlenmiş Konular |
Kimler hatta?
Toplam 182 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 182 Misafir :: 1 Arama motorlarıYok
Sitede bugüne kadar en çok 392 kişi 10.10.24 17:51 tarihinde online oldu.
En son konular
En bakılan konular
Istatistikler
Toplam 278 kayıtlı kullanıcımız varSon kaydolan kullanıcımız: CANAN CAN
Kullanıcılarımız toplam 14129 mesaj attılar bunda 6601 konu
Arama
Kasım 2024
Ptsi | Salı | Çarş. | Perş. | Cuma | C.tesi | Paz |
---|---|---|---|---|---|---|
1 | 2 | 3 | ||||
4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 |
11 | 12 | 13 | 14 | 15 | 16 | 17 |
18 | 19 | 20 | 21 | 22 | 23 | 24 |
25 | 26 | 27 | 28 | 29 | 30 |
SıZıSıZ ve ıSSıZ ...
.:. i R F @ N _ M E C L i S i .:. R @ H - i _ @ S K .:. :: (¯`·. _.: FİKİR ATLASI :._.·´¯) :: SESLİ DÜŞÜNCE
1 sayfadaki 1 sayfası
SıZıSıZ ve ıSSıZ ...
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Sular da sızlar mı? Öyleyse, suyun sızısını dindirecek su var mıdır? Islanmayı özlediği zamanlar yok mudur yağmurun? Yağmuru sevindiren bir yağmur var mı? Taşlar da kalpleşir mi?
Kalplerin taşlaşması gibi, taşların da taş olmaktan bıkıp yumuşamaya meylettiği zamanlar yok mudur? Yollar da özler mi? Yolun da alıp başını gidesi gelmez mi? Ateş de yanmayı arzulamaz mı? Ateşi de yakıp kavuran bir ateş olamaz mı? Güneş de bekler mi gündoğumunu? Bir akşam üstü güneş de seyretmeyi dilemez mi günbatımını? Ayrılık bıkmadı mı onca sevgili arasında durup beklemekten? Ayrılık da ayırmaktan usanmaz mı; yok mudur kavuşmak dilediği? Aşk da âşık olamaz mı? Bunca zamandır örselenmekten, anlaşılmamaktan şikayetçi değil midir? Herkesin dilinde olup da, kimseye yâr olmamak aşka da ah ettirmiyor mudur? Şarkıların da sevdiği bir şarkı yok mudur? Onlar da ara sıra durup dinlemek istemez mi acıların ve neşelerin nağmelerini? Toprak da bir gün toprağa uzanmayı arzulamaz mı? Ona da topraktan bir mezar bulunamaz mı?
Gündelik hayatta her şey pürüzsüzce akıyor gibi gelir bize. Taş katıdır. Ateş yakar. Sular serindir. Yol yolcuyu bekler. (…) Böyle bildik, çünkü, böyle bulduk. Şaşırmaya gerek yok. Mecnun olmaya mahal yok. Her şey olduğu yerde kalsın. Yeni sorularla yeni kaygılar doğurmanın lüzumu yok. Aklına de ki, “Otur oturduğun yerde!” Kalbine tembihle ki, “Dur durduğun yerde!”
İnsan, olduğundan fazlasıdır her zaman. Evet, evet, öyle… İnsan, her an olabileceğinden daha azıyla vardır. Başka şeyler, sadece kendi söylediğini işiten sağırlar gibidir. Kendi söyler, kendi anlar; yanındakine seslenemez, yanındakini duyamaz. İnsan ise, hem kendi söylediğini duyar, hem başkalarının söylediğini duyar. Kendini anlar, başkalarını da anlar. Başkalarının farkında olduğu gibi, başkalarının farkında olduğunun da farkındadır. Kendi farkındalığının farkındadır. Kendi farkındalığının farkında olduğunun da farkındadır. Gözleri, kulakları, aklı, teni, ruhu, kalbi.. alabildiğine açıktır âleme. İçine ve dışına sonsuz yoğunlukta ışıyan bir ışıldak gibi, hem başkalarının rengini açığa çıkarır, onları görünür eyler; hem onları görünür eylediğini gösterip kendi aydınlığını görünür eyler. Aynanın aynada kendini seyretmesi gibi, hiç tükenmez bir anlayış derinliğine sahiptir insan. Görür, görünür, görünür olduğunu görür, gördüğünü görür…
İnsan böyle iken, sular böyle değildir meselâ. Sular sızılara deva olurken, kendi sızılarından habersiz olabilir. Suların da sızlayıp sızlamadığını dert edinmek insana düşer. Yağmur her şeyi nezaketle ıslatırken, bir yağmurda ıslanmanın hasretine kör kalmış olabilir? Yağmurun da ıslanmaya aç olabileceği bir tek insanın hatırına gelir. Taşlar hep katı dururken, kalplerin katılaşmasından habersiz kalabilir. Taşların da katılıktan usanabileceği ancak insanın aklına düşebilir. Aşk nicelerini ah ettirirken, ah etmemiş olabilir. Aşkın ah edebileceği ihtimali sadece insanın kalbinde yer bulabilir.
Öyleyse, bir kez daha bakmalı değil miyiz kendimize? Şu andaki varlığımız bizi biz etmeye yetiyor mu sence? Olduğumuzdan fazlası olmaya niyetli değil miyiz? Yetiyor muyuz kendimizi kendimiz eylemeye? Ayaklarımız varıyor mu fıtratımızın zirvelerine? Elimiz yetişebilir mi kalbimizin derinliklerine? Ne kadar âşinayız varlığımızın gizli köşelerine? Uzanabiliyor muyuz ruhumuzun labirentlerine? Dokunabiliyor muyuz hatıralarımızın kuytu köşelerine? Koparabiliyor muyuz duygularımızın acı tatlı meyvelerini? Ne kadar sarkabiliyoruz lâtifelerimizin derin kuyularına?
Kimiz biz? Neyiz? Neredeyiz?
Kim bilir; belki de kendimizi kendimizden ayıran bir dağız. Ferhad olup Şirin olan yanımızı arıyoruz. Dağın öbür tarafında bırakıyoruz kendimizi; hep bu yamaçta kalıp kazıyoruz kazıyoruz… Kim bilir, belki de kendi kendimizi kesen bir bıçağız. İsmail olup kendimizi kurban ediyoruz; hep eksiltiyoruz kendimizi, hep kesiyoruz kendimizden. Kim bilir kendimizi kendimize haram eyleyen bir günahız. Züleyha olup Yusuf olan yanımızı kandırıyoruz, Yusuf olan kalbimizi zindana sürüyoruz. Kim bilir; kendimizi kendimizden ayıran bir çölüz. Mecnun olup Leylâ olan yanımızı yalnız, yapayalnız bırakıyoruz. Kim bilir kendi kendimizi ağlatan kocaman bir yarayız. Kerem olup aslımızı arıyoruz; bulamıyoruz.
Suların sızısından habersiz yaşıyoruz. Suların sızılarını bile fark edebilecekken, kendi sızılarımıza körleşiyoruz. Kendimizi de fark etmez hale geliyoruz. Kendimizi kendimizde yitiriyoruz. Kendi ellerimizi kendi ellerimizden çekiyoruz. Göz göze gelemiyoruz kendimizle. Yüzleşemiyoruz. Kendi kendimizi sokağa atıyoruz.
Kendimizi kendimizden sürgün ediyoruz. Kendimize kendimizi çok görüyoruz. Oysa insan olduğundan fazlasıdır her zaman. Ama bilmiyoruz. Ama bilmediğimizi de bilmiyoruz. Sızısız yaşıyoruz. Issız yaşıyoruz.
Senai DEMİRCİ
Sular da sızlar mı? Öyleyse, suyun sızısını dindirecek su var mıdır? Islanmayı özlediği zamanlar yok mudur yağmurun? Yağmuru sevindiren bir yağmur var mı? Taşlar da kalpleşir mi?
Kalplerin taşlaşması gibi, taşların da taş olmaktan bıkıp yumuşamaya meylettiği zamanlar yok mudur? Yollar da özler mi? Yolun da alıp başını gidesi gelmez mi? Ateş de yanmayı arzulamaz mı? Ateşi de yakıp kavuran bir ateş olamaz mı? Güneş de bekler mi gündoğumunu? Bir akşam üstü güneş de seyretmeyi dilemez mi günbatımını? Ayrılık bıkmadı mı onca sevgili arasında durup beklemekten? Ayrılık da ayırmaktan usanmaz mı; yok mudur kavuşmak dilediği? Aşk da âşık olamaz mı? Bunca zamandır örselenmekten, anlaşılmamaktan şikayetçi değil midir? Herkesin dilinde olup da, kimseye yâr olmamak aşka da ah ettirmiyor mudur? Şarkıların da sevdiği bir şarkı yok mudur? Onlar da ara sıra durup dinlemek istemez mi acıların ve neşelerin nağmelerini? Toprak da bir gün toprağa uzanmayı arzulamaz mı? Ona da topraktan bir mezar bulunamaz mı?
Gündelik hayatta her şey pürüzsüzce akıyor gibi gelir bize. Taş katıdır. Ateş yakar. Sular serindir. Yol yolcuyu bekler. (…) Böyle bildik, çünkü, böyle bulduk. Şaşırmaya gerek yok. Mecnun olmaya mahal yok. Her şey olduğu yerde kalsın. Yeni sorularla yeni kaygılar doğurmanın lüzumu yok. Aklına de ki, “Otur oturduğun yerde!” Kalbine tembihle ki, “Dur durduğun yerde!”
İnsan, olduğundan fazlasıdır her zaman. Evet, evet, öyle… İnsan, her an olabileceğinden daha azıyla vardır. Başka şeyler, sadece kendi söylediğini işiten sağırlar gibidir. Kendi söyler, kendi anlar; yanındakine seslenemez, yanındakini duyamaz. İnsan ise, hem kendi söylediğini duyar, hem başkalarının söylediğini duyar. Kendini anlar, başkalarını da anlar. Başkalarının farkında olduğu gibi, başkalarının farkında olduğunun da farkındadır. Kendi farkındalığının farkındadır. Kendi farkındalığının farkında olduğunun da farkındadır. Gözleri, kulakları, aklı, teni, ruhu, kalbi.. alabildiğine açıktır âleme. İçine ve dışına sonsuz yoğunlukta ışıyan bir ışıldak gibi, hem başkalarının rengini açığa çıkarır, onları görünür eyler; hem onları görünür eylediğini gösterip kendi aydınlığını görünür eyler. Aynanın aynada kendini seyretmesi gibi, hiç tükenmez bir anlayış derinliğine sahiptir insan. Görür, görünür, görünür olduğunu görür, gördüğünü görür…
İnsan böyle iken, sular böyle değildir meselâ. Sular sızılara deva olurken, kendi sızılarından habersiz olabilir. Suların da sızlayıp sızlamadığını dert edinmek insana düşer. Yağmur her şeyi nezaketle ıslatırken, bir yağmurda ıslanmanın hasretine kör kalmış olabilir? Yağmurun da ıslanmaya aç olabileceği bir tek insanın hatırına gelir. Taşlar hep katı dururken, kalplerin katılaşmasından habersiz kalabilir. Taşların da katılıktan usanabileceği ancak insanın aklına düşebilir. Aşk nicelerini ah ettirirken, ah etmemiş olabilir. Aşkın ah edebileceği ihtimali sadece insanın kalbinde yer bulabilir.
Öyleyse, bir kez daha bakmalı değil miyiz kendimize? Şu andaki varlığımız bizi biz etmeye yetiyor mu sence? Olduğumuzdan fazlası olmaya niyetli değil miyiz? Yetiyor muyuz kendimizi kendimiz eylemeye? Ayaklarımız varıyor mu fıtratımızın zirvelerine? Elimiz yetişebilir mi kalbimizin derinliklerine? Ne kadar âşinayız varlığımızın gizli köşelerine? Uzanabiliyor muyuz ruhumuzun labirentlerine? Dokunabiliyor muyuz hatıralarımızın kuytu köşelerine? Koparabiliyor muyuz duygularımızın acı tatlı meyvelerini? Ne kadar sarkabiliyoruz lâtifelerimizin derin kuyularına?
Kimiz biz? Neyiz? Neredeyiz?
Kim bilir; belki de kendimizi kendimizden ayıran bir dağız. Ferhad olup Şirin olan yanımızı arıyoruz. Dağın öbür tarafında bırakıyoruz kendimizi; hep bu yamaçta kalıp kazıyoruz kazıyoruz… Kim bilir, belki de kendi kendimizi kesen bir bıçağız. İsmail olup kendimizi kurban ediyoruz; hep eksiltiyoruz kendimizi, hep kesiyoruz kendimizden. Kim bilir kendimizi kendimize haram eyleyen bir günahız. Züleyha olup Yusuf olan yanımızı kandırıyoruz, Yusuf olan kalbimizi zindana sürüyoruz. Kim bilir; kendimizi kendimizden ayıran bir çölüz. Mecnun olup Leylâ olan yanımızı yalnız, yapayalnız bırakıyoruz. Kim bilir kendi kendimizi ağlatan kocaman bir yarayız. Kerem olup aslımızı arıyoruz; bulamıyoruz.
Suların sızısından habersiz yaşıyoruz. Suların sızılarını bile fark edebilecekken, kendi sızılarımıza körleşiyoruz. Kendimizi de fark etmez hale geliyoruz. Kendimizi kendimizde yitiriyoruz. Kendi ellerimizi kendi ellerimizden çekiyoruz. Göz göze gelemiyoruz kendimizle. Yüzleşemiyoruz. Kendi kendimizi sokağa atıyoruz.
Kendimizi kendimizden sürgün ediyoruz. Kendimize kendimizi çok görüyoruz. Oysa insan olduğundan fazlasıdır her zaman. Ama bilmiyoruz. Ama bilmediğimizi de bilmiyoruz. Sızısız yaşıyoruz. Issız yaşıyoruz.
Senai DEMİRCİ
EyLüL- BAĞIMLI ÜYEMİZ
.:. i R F @ N _ M E C L i S i .:. R @ H - i _ @ S K .:. :: (¯`·. _.: FİKİR ATLASI :._.·´¯) :: SESLİ DÜŞÜNCE
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
22.09.23 10:37 tarafından RıZa BeRKaN
» Namazı terk eden adam dinini bitirmiştir!
12.01.23 12:26 tarafından RıZa BeRKaN
» Muhammed sen canımın cananısın Muhammed sen gözümün ışığısın Muhammed
12.01.23 10:10 tarafından RıZa BeRKaN
» ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI : ACELECİLİK …!!!
17.11.22 17:23 tarafından RıZa BeRKaN
» i M a N i L e G ö N D e R B i Z i
11.10.22 18:29 tarafından RıZa BeRKaN
» Hazreti Ömer'den (r.a) birbirinden kıymetli 18 nasihat...
11.10.22 18:22 tarafından RıZa BeRKaN
» EN BÜYÜK KABADAYI'LIK EFENDİLİK'TİR
11.10.22 18:00 tarafından RıZa BeRKaN
» Hep yolcuyuz böyle gelir gideriz. Dünya senin vatanın mı yurdun mu?
11.10.22 12:00 tarafından RıZa BeRKaN
» Sadece Kur’an Yeter mi ? KUR'AN YETER DİYENLERE
11.10.22 10:35 tarafından RıZa BeRKaN
» İNCEDEN İNCEYE GİYDİRİYORLAR SİZE MÜSLÜMANLAR
11.10.22 8:35 tarafından RıZa BeRKaN
» Recep Tayyip Erdoğan EVET O bir #DünyaLideri
11.10.22 8:11 tarafından RıZa BeRKaN
» Zordur kurban zordur, ayrılık zordur...
11.10.22 8:03 tarafından RıZa BeRKaN
» Allah ve Rasulü için göz yaşı dökenlere selâm olsun.
11.10.22 7:57 tarafından RıZa BeRKaN
» 2 MiLYaR TaKiPÇiSi VaR
11.10.22 7:34 tarafından RıZa BeRKaN
» Ne NeDiR?
20.01.22 11:54 tarafından RıZa BeRKaN
» ÖĞÜT VEREN AYETLER
20.01.22 10:58 tarafından RıZa BeRKaN
» Faizcileri deşifre edeceğiz.. Takip edeceğiz..
22.10.21 13:26 tarafından RıZa BeRKaN
» ANLAMSIZLIK HASTALIĞI: ANoMİ ‼
11.10.21 11:49 tarafından RıZa BeRKaN
» Mustafa Özcan Güneşdoğdu Rabbim Sana Sığınırım
11.10.21 11:46 tarafından RıZa BeRKaN
» Zengin Tüccar ve 4 eşi hikayesi.
11.10.21 11:41 tarafından RıZa BeRKaN