Giriş yap
Similar topics
Üye Paneli
Profiliniz Bilgiler Seçenekler İmza Avatar |
Sosyal Arkadaş ve Tanınmamış Üye listesi Grup |
Özel Mesaj Gelen Kutusu ÖM Gönder |
Gözlenmiş Konular |
Kimler hatta?
Toplam 194 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 194 Misafir :: 1 Arama motorlarıYok
Sitede bugüne kadar en çok 392 kişi 10.10.24 17:51 tarihinde online oldu.
En son konular
En bakılan konular
Istatistikler
Toplam 278 kayıtlı kullanıcımız varSon kaydolan kullanıcımız: CANAN CAN
Kullanıcılarımız toplam 14129 mesaj attılar bunda 6601 konu
Arama
Kasım 2024
Ptsi | Salı | Çarş. | Perş. | Cuma | C.tesi | Paz |
---|---|---|---|---|---|---|
1 | 2 | 3 | ||||
4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 |
11 | 12 | 13 | 14 | 15 | 16 | 17 |
18 | 19 | 20 | 21 | 22 | 23 | 24 |
25 | 26 | 27 | 28 | 29 | 30 |
Çikolata mı, Kabe mi?
1 sayfadaki 1 sayfası
Çikolata mı, Kabe mi?
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Peygamberimizin (asm) sözü yerinde kullanmasına dair şu küçük anektod bana, yazın Kur'an eğitimi alacak çocuklarımızı hatırlattı:
Bir göçebe Arap Müslüman olma niyetiyle gelmiştir. Fakat henüz kararı kesin değildir. Netleştirmek için Peygambere sorar:
-İnsanları neye çağırıyorsun?
- Yalnız Allah?a ibadet etmeye. O Allah ki, başın bir derde girdiğinde O?nu çağırırsın. Seni kurtarır. O Allah ki bir kuraklık olduğunda O?nu çağırırsın. Yeri yeşertir. O Allah ki, çölde yolunu şaşırdığında O?nu çağırırsın. Yolunu buldurur.
Gelen adamın arayışına birebir karşılıktır bu sözler. Çünkü Efendimiz (asm) davet ettiği dini, bir çöl sakininin ihtiyaçlarını gözeterek anlatmıştır. Kuralın ve kanunun olmadığı çölde, her göçebenin başı derttedir, derde girmek üzeredir. Kuraklığın hüküm sürdüğü çölde yaşayanlar, en çok da yeri yeşertecek, vahalara gökden sular indirecek Bir'ini arar. Çölün zemini sürekli hareketlidir, bir rüzgarla tepe ve rüzgar yer değiştirir, yön ve yol bir anda kayboluverir. Çölde yolunu kaybedenler en çok kendilerini yola getiren Bir'ini arar.
Gelelim çocuklarımıza... Onlara dualar öğretiyoruz. Ayetleri Arabca aslıyla ezberletiyoruz. Hacca ve umreye gitme hayalleri telkin ediyoruz. Peygamberimizin savaşlarına dair şiirleri büyük bir heyecanla okutuyoruz. Hiç şüphesiz iyi niyetliyiz ve iyi ediyoruz. Başkaca şeyler öğretmekten elbette ki daha anlamlı bir iş yapıyoruz.
Ama Efendimizin bir çöl bedevisine gösterdiği inceliği çocuklarımızdan esirgiyor olabilir miyiz? Soruyor muyuz kendimize: "Çocuklar en çok neyi arar?"
Bence, Kabe'den önce şeker ve çikolata arar.. Bence, Hacca gitmeye hasret duymadan önce, bisiklete binmeyi, dondurma yalamayı özler. Bence, savaş şiirleri dinlemekten çok daha önce, kül kedisini, yedi cüceleri, kırmızı şapkalı kızı, belki keloğlanı, pinokyoyu, tom ile jerry'yi, şirinleri ve onların şen şakrak serüvenlerini dinlemek ister..
İhtimal ki, bu sözlerim yaralayıcı olacak.. Kabe'nin karşısına şeker ve çikolatayı koyuyorum diye... Peygamberimizin hayatına karşılık Batılıların masallarını öne çıkarıyorum diye.. Hacc ve umrenin rakibi olarak bisiklete binmeyi, dondurmayı yemeyi zikrediyorum diye...
Ben başlatmadım bu rekabeti.. Asıl, çocukların çocukluğunu, Peygamberimizin bedevinin bedeviliğini ciddiye aldığı kadar ciddiye almayan anabablar başlattı.. Nasıl oldu da, en önce çikolatayı ve şekeri, bonbonu ve boncuğu seven çocuğu, bir anda Kabe'yi ve umreyi sever hale getirebildik dersiniz? Başarı mı bu, yoksa bir aldanma mı? Çocuklar biz büyüklerin küçümsediği şekeri ve bonbonu küçümser gibi yapıp, yerine bizim öncelediklerimizi koyar gibi yapıyor olmasınlar? Çocuk babası gibi olgun olmak zorunda değil.. Çocuk annesi gibi dünya süslerini bir tarafa bırakmak zorunda değil.. Hele de çocuklar büyüklerin dinlediği şiirleri, büyüklerin edasıyla okumak zorunda değil... Çocuk çocukça şiir okur. Şaşırır. Kekeler.. Harfleri yutar.. Kocaman adamlar gibi kollarını romantik bir edayla açıp, başını göğe çevirip, gözlernii huşu ile yummaz.
Hadi, diyelim ki, gerçekten de Kabe'yi çikolatadan önce istiyorlar, savaş menkıbelerini çocuk masallarından daha çok seviyorlar.. Samimiler... Tam da bizim istediğimiz formatı tutturdular..
İyi ama.. Allah'ı sadece "Kabe'nin Allah'ı" olarak tanıtmak onlara zulüm değil mi? Allah'ı sadece Mekke'nin Medine'nin Yaradan'ı olarak, çöl ve devenin Rabbi olarak tanıtmak haksızlık değil mi? Niye Peygamberimizin hayatını, İslam'ı anlatan imajlar, resimler, sarıklı ve cübbeli adamlar ve çocuklar üzerinden, çöller ve develerle anlatılır? Demek ki şu güzel kumsalın Rabbi -haşa- Allah değil? Demek ki tişörtle gezen çocuklar -haşa- Peygamberimizin dostu değil. Allah'a kul olmak çöl kadar uzak, develer kadar egzotik bir şey... Öyle mi? Niye burada ve şimdi varolan şeyler üzerinden tanıtmaktan kaçınırız Allah'ı çocuklara? Neden ellerine tutuşturduğumuz Elif Ba kitapcıkları ille de derme çatma mizanpajlı, renksiz ve zevksiz, albenisiz ve tatsız tuzsuz olmak zorundadır?
Güzel ve çekici olan şeylerle anlatmaktan korkuyor muyuz Allah'ı? Yoksa, kimilerinin ısrarla ve sistematik bir biçimde anlattığı, telkin ettiği gibi "asık suratlı" bir din midir bizimkisi? "Kızan", "taş yapan", "kullarını yakmaya hevesli" bir Rabb midir bizim Rabbimiz? İlle de "çarpar" mı Kur'an? Hiç okşamaz mı? Hiç hikaye anlatmaz mı?
Oysa, Allah çikolota da verir çocuklara. Oysa Allah dondurmayı da sevdirir çocuklara.. Oysa Allah bisikletin de Rabbidir.. Oysa Allah masallardaki güzel kızların ve prenslerin de Yaradan'dır. Oysa, Kur'an "masal" da anlatır çocuklara? Oysa, Peygamberimiz oyun oynar çocuklarla? Oysa, Peygamber namazının en hassas yerinde, secdede, başının üzerine oturmasına ses etmez çocukların... Allah da, Kur'an da, Peygamber de, yeri geldiğinde "çocukça"dır çocuklara.. Çocuklaşırlar.. Kendi asık suratımızı Allah'a yamamaya çalışmak haddimize mi? Çocukluğunu ve içindeki çocukluğu unuttuğu için çocuklarından yetişkinlik bekleyen bizler gibi göstermeye hakkımız var mı Peygamberi (asm)? Çikolatayı babasından, dondurmayı annesinden isteyebileceğini, ama Allah'tan ancak Kabe gibi, hacc gibi, Peygamberimizi rüyasında görmek gibi büyük ve soyut şeyleri isteyebileceğini öğrenen bir çocuğun zihninde nasıl bir Allah imajı inşa ediyoruz? Hiç düşündük mü?
Yıllar önce beş altı yaşındaki bir kız çocuğuna sormuştum: "Dua biliyor musun?" "Evet," dedi ve hemen "Rabbi yessir..."i okuyuverdi.. Sonra tuttum ellerinden, gözlerinin içine baktım. "Bugün Allah'tan ne istersin?" diye sordum. "Gerek yok ki.." dedi, "annem babam benim istediklerimi alıyor." Duanın Allah'tan bir şey istemek demek olmadığnı bilmeden "dua ediyor" kızımız. Ne garip! Babası araya giriyor: "Hocam, o en çok Kabe'yi görmek ister!" Bak sen işe! Dünya tatlısı küçücük kız çocuğu, ona çikolata yiyecek dili damağı dudağı hiç yoktan veren, gözlerinin her iki kapağına süslü mü süslü kirpikler takan Rabbini, çikolata ve şeker isteyebileceği Biri olarak tanımıyor. Ancak, babasının istediği ya da istemesini istediği Kabe söz konusu olunca, Rabbine başvuruyor. Söyler misiniz, Kabe'ye şekeri ve bonbonu, çikolatayı ve oyuncağı rakip eden kimler? Söyler misiniz, güzeller güzeli dini çöl imajlarıyla, deve resimleriyle çocuğun dünyasından uzak bir yere atan kimler?
Gelin bir sünneti icra edelim. Efendimizin çölde yaşayan göçebeye hitabını çocuklarımıza uyarlayalım..
Yalnız Allah?tan iste, çocuğum. O Allah ki, oyuncaklarını kaybettiğinde O?nu çağırırsın. Sana yeni oyuncaklar gönderir. O Allah ki bisiklete binmek istediğinde, O'nu çağırırsın, sana bisiklet alacak anne baba verir. O Allah ki bir canın dondurma çektiğinde sana seve seve dondurma yapacak, dondurma alacak, dondurma satacak amcaları teyzeleri, ağabeyleri ablaları verir..
Devamını siz getirin.. "Sünnettir!" dedim ya...
SENAİ DEMİRCİ
Peygamberimizin (asm) sözü yerinde kullanmasına dair şu küçük anektod bana, yazın Kur'an eğitimi alacak çocuklarımızı hatırlattı:
Bir göçebe Arap Müslüman olma niyetiyle gelmiştir. Fakat henüz kararı kesin değildir. Netleştirmek için Peygambere sorar:
-İnsanları neye çağırıyorsun?
- Yalnız Allah?a ibadet etmeye. O Allah ki, başın bir derde girdiğinde O?nu çağırırsın. Seni kurtarır. O Allah ki bir kuraklık olduğunda O?nu çağırırsın. Yeri yeşertir. O Allah ki, çölde yolunu şaşırdığında O?nu çağırırsın. Yolunu buldurur.
Gelen adamın arayışına birebir karşılıktır bu sözler. Çünkü Efendimiz (asm) davet ettiği dini, bir çöl sakininin ihtiyaçlarını gözeterek anlatmıştır. Kuralın ve kanunun olmadığı çölde, her göçebenin başı derttedir, derde girmek üzeredir. Kuraklığın hüküm sürdüğü çölde yaşayanlar, en çok da yeri yeşertecek, vahalara gökden sular indirecek Bir'ini arar. Çölün zemini sürekli hareketlidir, bir rüzgarla tepe ve rüzgar yer değiştirir, yön ve yol bir anda kayboluverir. Çölde yolunu kaybedenler en çok kendilerini yola getiren Bir'ini arar.
Gelelim çocuklarımıza... Onlara dualar öğretiyoruz. Ayetleri Arabca aslıyla ezberletiyoruz. Hacca ve umreye gitme hayalleri telkin ediyoruz. Peygamberimizin savaşlarına dair şiirleri büyük bir heyecanla okutuyoruz. Hiç şüphesiz iyi niyetliyiz ve iyi ediyoruz. Başkaca şeyler öğretmekten elbette ki daha anlamlı bir iş yapıyoruz.
Ama Efendimizin bir çöl bedevisine gösterdiği inceliği çocuklarımızdan esirgiyor olabilir miyiz? Soruyor muyuz kendimize: "Çocuklar en çok neyi arar?"
Bence, Kabe'den önce şeker ve çikolata arar.. Bence, Hacca gitmeye hasret duymadan önce, bisiklete binmeyi, dondurma yalamayı özler. Bence, savaş şiirleri dinlemekten çok daha önce, kül kedisini, yedi cüceleri, kırmızı şapkalı kızı, belki keloğlanı, pinokyoyu, tom ile jerry'yi, şirinleri ve onların şen şakrak serüvenlerini dinlemek ister..
İhtimal ki, bu sözlerim yaralayıcı olacak.. Kabe'nin karşısına şeker ve çikolatayı koyuyorum diye... Peygamberimizin hayatına karşılık Batılıların masallarını öne çıkarıyorum diye.. Hacc ve umrenin rakibi olarak bisiklete binmeyi, dondurmayı yemeyi zikrediyorum diye...
Ben başlatmadım bu rekabeti.. Asıl, çocukların çocukluğunu, Peygamberimizin bedevinin bedeviliğini ciddiye aldığı kadar ciddiye almayan anabablar başlattı.. Nasıl oldu da, en önce çikolatayı ve şekeri, bonbonu ve boncuğu seven çocuğu, bir anda Kabe'yi ve umreyi sever hale getirebildik dersiniz? Başarı mı bu, yoksa bir aldanma mı? Çocuklar biz büyüklerin küçümsediği şekeri ve bonbonu küçümser gibi yapıp, yerine bizim öncelediklerimizi koyar gibi yapıyor olmasınlar? Çocuk babası gibi olgun olmak zorunda değil.. Çocuk annesi gibi dünya süslerini bir tarafa bırakmak zorunda değil.. Hele de çocuklar büyüklerin dinlediği şiirleri, büyüklerin edasıyla okumak zorunda değil... Çocuk çocukça şiir okur. Şaşırır. Kekeler.. Harfleri yutar.. Kocaman adamlar gibi kollarını romantik bir edayla açıp, başını göğe çevirip, gözlernii huşu ile yummaz.
Hadi, diyelim ki, gerçekten de Kabe'yi çikolatadan önce istiyorlar, savaş menkıbelerini çocuk masallarından daha çok seviyorlar.. Samimiler... Tam da bizim istediğimiz formatı tutturdular..
İyi ama.. Allah'ı sadece "Kabe'nin Allah'ı" olarak tanıtmak onlara zulüm değil mi? Allah'ı sadece Mekke'nin Medine'nin Yaradan'ı olarak, çöl ve devenin Rabbi olarak tanıtmak haksızlık değil mi? Niye Peygamberimizin hayatını, İslam'ı anlatan imajlar, resimler, sarıklı ve cübbeli adamlar ve çocuklar üzerinden, çöller ve develerle anlatılır? Demek ki şu güzel kumsalın Rabbi -haşa- Allah değil? Demek ki tişörtle gezen çocuklar -haşa- Peygamberimizin dostu değil. Allah'a kul olmak çöl kadar uzak, develer kadar egzotik bir şey... Öyle mi? Niye burada ve şimdi varolan şeyler üzerinden tanıtmaktan kaçınırız Allah'ı çocuklara? Neden ellerine tutuşturduğumuz Elif Ba kitapcıkları ille de derme çatma mizanpajlı, renksiz ve zevksiz, albenisiz ve tatsız tuzsuz olmak zorundadır?
Güzel ve çekici olan şeylerle anlatmaktan korkuyor muyuz Allah'ı? Yoksa, kimilerinin ısrarla ve sistematik bir biçimde anlattığı, telkin ettiği gibi "asık suratlı" bir din midir bizimkisi? "Kızan", "taş yapan", "kullarını yakmaya hevesli" bir Rabb midir bizim Rabbimiz? İlle de "çarpar" mı Kur'an? Hiç okşamaz mı? Hiç hikaye anlatmaz mı?
Oysa, Allah çikolota da verir çocuklara. Oysa Allah dondurmayı da sevdirir çocuklara.. Oysa Allah bisikletin de Rabbidir.. Oysa Allah masallardaki güzel kızların ve prenslerin de Yaradan'dır. Oysa, Kur'an "masal" da anlatır çocuklara? Oysa, Peygamberimiz oyun oynar çocuklarla? Oysa, Peygamber namazının en hassas yerinde, secdede, başının üzerine oturmasına ses etmez çocukların... Allah da, Kur'an da, Peygamber de, yeri geldiğinde "çocukça"dır çocuklara.. Çocuklaşırlar.. Kendi asık suratımızı Allah'a yamamaya çalışmak haddimize mi? Çocukluğunu ve içindeki çocukluğu unuttuğu için çocuklarından yetişkinlik bekleyen bizler gibi göstermeye hakkımız var mı Peygamberi (asm)? Çikolatayı babasından, dondurmayı annesinden isteyebileceğini, ama Allah'tan ancak Kabe gibi, hacc gibi, Peygamberimizi rüyasında görmek gibi büyük ve soyut şeyleri isteyebileceğini öğrenen bir çocuğun zihninde nasıl bir Allah imajı inşa ediyoruz? Hiç düşündük mü?
Yıllar önce beş altı yaşındaki bir kız çocuğuna sormuştum: "Dua biliyor musun?" "Evet," dedi ve hemen "Rabbi yessir..."i okuyuverdi.. Sonra tuttum ellerinden, gözlerinin içine baktım. "Bugün Allah'tan ne istersin?" diye sordum. "Gerek yok ki.." dedi, "annem babam benim istediklerimi alıyor." Duanın Allah'tan bir şey istemek demek olmadığnı bilmeden "dua ediyor" kızımız. Ne garip! Babası araya giriyor: "Hocam, o en çok Kabe'yi görmek ister!" Bak sen işe! Dünya tatlısı küçücük kız çocuğu, ona çikolata yiyecek dili damağı dudağı hiç yoktan veren, gözlerinin her iki kapağına süslü mü süslü kirpikler takan Rabbini, çikolata ve şeker isteyebileceği Biri olarak tanımıyor. Ancak, babasının istediği ya da istemesini istediği Kabe söz konusu olunca, Rabbine başvuruyor. Söyler misiniz, Kabe'ye şekeri ve bonbonu, çikolatayı ve oyuncağı rakip eden kimler? Söyler misiniz, güzeller güzeli dini çöl imajlarıyla, deve resimleriyle çocuğun dünyasından uzak bir yere atan kimler?
Gelin bir sünneti icra edelim. Efendimizin çölde yaşayan göçebeye hitabını çocuklarımıza uyarlayalım..
Yalnız Allah?tan iste, çocuğum. O Allah ki, oyuncaklarını kaybettiğinde O?nu çağırırsın. Sana yeni oyuncaklar gönderir. O Allah ki bisiklete binmek istediğinde, O'nu çağırırsın, sana bisiklet alacak anne baba verir. O Allah ki bir canın dondurma çektiğinde sana seve seve dondurma yapacak, dondurma alacak, dondurma satacak amcaları teyzeleri, ağabeyleri ablaları verir..
Devamını siz getirin.. "Sünnettir!" dedim ya...
SENAİ DEMİRCİ
EyLüL- BAĞIMLI ÜYEMİZ
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
22.09.23 10:37 tarafından RıZa BeRKaN
» Namazı terk eden adam dinini bitirmiştir!
12.01.23 12:26 tarafından RıZa BeRKaN
» Muhammed sen canımın cananısın Muhammed sen gözümün ışığısın Muhammed
12.01.23 10:10 tarafından RıZa BeRKaN
» ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI : ACELECİLİK …!!!
17.11.22 17:23 tarafından RıZa BeRKaN
» i M a N i L e G ö N D e R B i Z i
11.10.22 18:29 tarafından RıZa BeRKaN
» Hazreti Ömer'den (r.a) birbirinden kıymetli 18 nasihat...
11.10.22 18:22 tarafından RıZa BeRKaN
» EN BÜYÜK KABADAYI'LIK EFENDİLİK'TİR
11.10.22 18:00 tarafından RıZa BeRKaN
» Hep yolcuyuz böyle gelir gideriz. Dünya senin vatanın mı yurdun mu?
11.10.22 12:00 tarafından RıZa BeRKaN
» Sadece Kur’an Yeter mi ? KUR'AN YETER DİYENLERE
11.10.22 10:35 tarafından RıZa BeRKaN
» İNCEDEN İNCEYE GİYDİRİYORLAR SİZE MÜSLÜMANLAR
11.10.22 8:35 tarafından RıZa BeRKaN
» Recep Tayyip Erdoğan EVET O bir #DünyaLideri
11.10.22 8:11 tarafından RıZa BeRKaN
» Zordur kurban zordur, ayrılık zordur...
11.10.22 8:03 tarafından RıZa BeRKaN
» Allah ve Rasulü için göz yaşı dökenlere selâm olsun.
11.10.22 7:57 tarafından RıZa BeRKaN
» 2 MiLYaR TaKiPÇiSi VaR
11.10.22 7:34 tarafından RıZa BeRKaN
» Ne NeDiR?
20.01.22 11:54 tarafından RıZa BeRKaN
» ÖĞÜT VEREN AYETLER
20.01.22 10:58 tarafından RıZa BeRKaN
» Faizcileri deşifre edeceğiz.. Takip edeceğiz..
22.10.21 13:26 tarafından RıZa BeRKaN
» ANLAMSIZLIK HASTALIĞI: ANoMİ ‼
11.10.21 11:49 tarafından RıZa BeRKaN
» Mustafa Özcan Güneşdoğdu Rabbim Sana Sığınırım
11.10.21 11:46 tarafından RıZa BeRKaN
» Zengin Tüccar ve 4 eşi hikayesi.
11.10.21 11:41 tarafından RıZa BeRKaN