.:. i R F @ N _ M E C L i S i .:. R @ H - i _ @ S K .:.
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Salava10


Join the forum, it's quick and easy

.:. i R F @ N _ M E C L i S i .:. R @ H - i _ @ S K .:.
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Salava10
.:. i R F @ N _ M E C L i S i .:. R @ H - i _ @ S K .:.
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giriş yap

Şifremi unuttum

Kimler hatta?
Toplam 196 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 196 Misafir :: 1 Arama motorları

Yok

Sitede bugüne kadar en çok 392 kişi 10.10.24 17:51 tarihinde online oldu.
En son konular
» Kutsalınıza Hakaret Edilmesi İncitiyormuş Değil mi?
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Icon_minitime122.09.23 10:37 tarafından RıZa BeRKaN

» Namazı terk eden adam dinini bitirmiştir!
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Icon_minitime112.01.23 12:26 tarafından RıZa BeRKaN

» Muhammed sen canımın cananısın Muhammed sen gözümün ışığısın Muhammed
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Icon_minitime112.01.23 10:10 tarafından RıZa BeRKaN

» ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI : ACELECİLİK …!!!
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Icon_minitime117.11.22 17:23 tarafından RıZa BeRKaN

» i M a N i L e G ö N D e R B i Z i
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Icon_minitime111.10.22 18:29 tarafından RıZa BeRKaN

» Hazreti Ömer'den (r.a) birbirinden kıymetli 18 nasihat...
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Icon_minitime111.10.22 18:22 tarafından RıZa BeRKaN

» EN BÜYÜK KABADAYI'LIK EFENDİLİK'TİR
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Icon_minitime111.10.22 18:00 tarafından RıZa BeRKaN

» Hep yolcuyuz böyle gelir gideriz. Dünya senin vatanın mı yurdun mu?
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Icon_minitime111.10.22 12:00 tarafından RıZa BeRKaN

» Sadece Kur’an Yeter mi ? KUR'AN YETER DİYENLERE
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Icon_minitime111.10.22 10:35 tarafından RıZa BeRKaN

» İNCEDEN İNCEYE GİYDİRİYORLAR SİZE MÜSLÜMANLAR
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Icon_minitime111.10.22 8:35 tarafından RıZa BeRKaN

» Recep Tayyip Erdoğan EVET O bir #DünyaLideri
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Icon_minitime111.10.22 8:11 tarafından RıZa BeRKaN

» Zordur kurban zordur, ayrılık zordur...
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Icon_minitime111.10.22 8:03 tarafından RıZa BeRKaN

» Allah ve Rasulü için göz yaşı dökenlere selâm olsun.
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Icon_minitime111.10.22 7:57 tarafından RıZa BeRKaN

» 2 MiLYaR TaKiPÇiSi VaR
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Icon_minitime111.10.22 7:34 tarafından RıZa BeRKaN

» Ne NeDiR?
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Icon_minitime120.01.22 11:54 tarafından RıZa BeRKaN

» ÖĞÜT VEREN AYETLER
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Icon_minitime120.01.22 10:58 tarafından RıZa BeRKaN

» Faizcileri deşifre edeceğiz.. Takip edeceğiz..
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Icon_minitime122.10.21 13:26 tarafından RıZa BeRKaN

» ANLAMSIZLIK HASTALIĞI: ANoMİ ‼
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Icon_minitime111.10.21 11:49 tarafından RıZa BeRKaN

» Mustafa Özcan Güneşdoğdu Rabbim Sana Sığınırım
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Icon_minitime111.10.21 11:46 tarafından RıZa BeRKaN

» Zengin Tüccar ve 4 eşi hikayesi.
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Icon_minitime111.10.21 11:41 tarafından RıZa BeRKaN

Istatistikler
Toplam 278 kayıtlı kullanıcımız var
Son kaydolan kullanıcımız: CANAN CAN

Kullanıcılarımız toplam 14129 mesaj attılar bunda 6601 konu
Arama
 
 

Sonuç :
 


Rechercher çıkıntı araştırma

Anket

İRFaN MeCLiSi & RaH-ı AŞK FoRMuMuZa NaSıL ULaŞTıNıZ?

Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Vote_lcap67%Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Vote_rcap 67% [ 4 ]
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Vote_lcap0%Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Vote_rcap 0% [ 0 ]
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Vote_lcap0%Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Vote_rcap 0% [ 0 ]
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Vote_lcap0%Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Vote_rcap 0% [ 0 ]
Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Vote_lcap33%Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Vote_rcap 33% [ 2 ]

Toplam Oylar : 6

RSS akısı


Yahoo! 
MSN 
AOL 
Netvibes 
Bloglines 


Kasım 2024
PtsiSalıÇarş.Perş.CumaC.tesiPaz
    123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Takvim Takvim


Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz

Aşağa gitmek

Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Empty Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz

Mesaj tarafından *GüLer* 04.06.10 20:47

Yirmi Dokuzuncu Lem’a


İmana dair âli bir tefekkürname, tevhide dair yüksek bir marifetname.



بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
1

Kardeşlerim,

Bu tefekkürname çok ehemmiyetlidir. İmam-ı Ali’nin (r.a.) ona bir vecihte “Âyetü’l-Kübrâ” namını vermesi, tam kıymetini gösteriyor. Namaz tesbihatında aynelyakin derecesinde kalbe gelmiş, çok risaleleri netice vermiş, otuz sene akıl ve fikrin gıda ve ilâcı olmuş bir marifetnamedir. Bunu hem Lem’alar’ın başında, hem kırk elli adet müstakil makine ile yazılsa münasiptir.



Said Nursî



Yirmi sene evvel Eskişehir hapsinde tecrid-i mutlakta iken yazılan bir lem’adır.


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَبِهِ نَسْـتَعِينُ - اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعٰالَمِينَ وَالصَّلٰوةُ وَالسَّلاَمُ عَلٰى سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

2
İfade-i Meram

ON ÜÇ SENEDEN BERİ kalbim, aklımla imtizaç edip Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın

لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ - لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
1

اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا فِى اَنْفُسِهِمْ مَا خَلَقَ اللهُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَ
2

َلاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
3

gibi âyetlerle emrettiği tefekkür mesleğine teşvik ettiği ve

4تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍ hadis-i şerifi, bazan bir saat tefekkür bir sene ibadet hükmünde olduğunu beyan edip tefekküre azîm teşvikat yaptığı cihetle, ben de bu on üç seneden beri meslek-i tefekkürde akıl ve kalbime tezahür eden büyük nurları ve uzun hakikatleri kendime muhafaza etmek için, işârât nev’inden bazı kelimâtı, o envâra delâlet etmek için değil, belki vücutlarına işaret ve tefekkürü teshil ve intizamı muhafaza için vaz’ ettim. Gayet muhtelif Arabî ibarelerle kendi kendime o tefekkürde gittiğim zaman o kelimâtı lisanen zikrediyordum. Bu uzun zamanda ve binler defa tekrarında ne bana usanç geliyordu ve ne de verdiği zevk noksanlaşıyordu ve ne de onlara ihtiyac-ı ruhî zâil oluyordu.
Çünkü bütün o tefekkürat, âyât-ı Kur’âniyenin lemeâtı olduğundan, âyâtın bir hassası olan usandırmamak ve halâvetini muhafaza etmek hassasının bir cilvesi, o tefekkür âyinesinde temessül etmiştir.

Bu âhirde gördüm ki, Risale-i Nur’un eczalarındaki kuvvetli ukde-i hayatiye ve parlak nurlar, o silsile-i tefekkürâtın lem’alarıdır. Bana ettikleri tesiri başka zatlara da edeceği düşüncesiyle, âhir ömrümde mecmuunu kaleme almak niyet etmiştim. Gerçi çok mühim parçaları risalelerde derc edilmiştir; fakat heyet-i mecmuasında başka bir kuvvet ve kıymet bulunacaktır.

Âhir-i ömür muayyen olmadığı için, bu hapisteki mahkûmiyetim ve vaziyetim ölümden daha beter bir şekil aldığından, âhir-i hayatı beklemeyerek, kardeşlerimin ısrar ve ilhahlarıyla, tağyir etmeyerek, o silsile-i tefekkürat Yedi Bab üstünde yazıldı.

Bu nevi kudsî hakikatlerin ekseriyet-i mutlakası namaz tesbihatında hatıra geldiklerinden, Sübhanallah, Elhamdü lillâh, Allahu ekber, Lâ ilâhe illâllah kudsî kelimelerinin herbirisi bir menba hükmüne geçtiğinden, aynen namaz tesbihatındaki tertip gibi yazılmak lâzım gelirken, o zaman tecritteki müşevveşiyet-i hal o tertibi bozmuş. Şimdi o Lem’anın Birinci Babı Sübhanallah, ikincisi Elhamdü lillâh, üçüncüsü Allahu ekber, dördüncüsü Lâ ilâhe illâllah’a dair olacak. Çünkü Şafiîlerin namaz tesbihatından ve duadan sonra otuz üç defa aynen Sübhanallah, Elhamdü lillâh, Allahu ekber gibi otuz üç defa da Lâ ilâhe illâllah’ı çok Şafiîler okuyorlar.


Said Nursî
اَلْبَابُ اْلاَوَّلُ



فِى {سُبْحَانَ} اللهِ وَهُوَ ثَلاَثَةُ فُصُولٍ

اَلْفَصْلُ اْلاَوَّلُ

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

فَسُبْحَانَكَ!

يَا مَنْ تُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ السَّمَآءُ بِكَلِمَاتِ نُجُومِهَا وَشُمُوسِهَا وَاَقْمَارِهَا، بِرُمُوزِ حِكَمِهَا.


وَتُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ الْجَوُّ بِكَلِمَاتِ سَحَابَاتِهَا وَرُعُودِهَا وَبُرُوقِهَا وَأَمْطَارِهَا، بِإِشَارَاتِ فَوَائِدِهَا.

وَيُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ رَاْسُ اْلاَرْضِ بِكَلِمَاتِ مَعَادِنِهَا وَنَبَاتَاتِهَا وَأَشْجَارِهَا وَحَيْوَانَاتِهَا، بِدَلاَلاَتِ إِنْتِظَامَاتِهَا.


وَتُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ النَّبَاتَاتُ وَاْلاَشْجَارُ بِكَلِمَاتِ أَوْرَاقِهَا وَاَزْهَارِهَا وَثَمَرَاتِهَا، بِتَصْرِيحَاتِ مَنَافِعِهَا.

وَتُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ اْلاَزْهَارُ وَاْلاَثْمَارُ بِكَلِمَاتِ بُذُورِهَا وَأَجْنِحَتِهَا وَنَوَاتَاتِهَا، بِعَجَائِبِ صَنْعَتِهَا.


وَتُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ النَّوَاتَاتُ وَالبُذُورُ بِأَلْسِنَةِ سَنَابِلِهَا وَكَلِمَاتِ حَبَّاتِهَا بِالْمُشَاهَدَةِ.

وَيُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ كُلُّ نَبَاتٍ بِغَايَةِ الْوُضُوحِ وَالظُّهُورِ عِنْدَ اِنْكِشَافِ أَكْمَامِهَا وَتَبَسُّمِ بَنَاتِهَا بِأَفْوَاهِ مُزَيَّنَاتِ أَزَاهِيرِهَا وَمُنْتَظَمَاتِ سَنَابِلِهَا، بِكَلِمَاتِ مَوْزُونَاتِ بُذُورِهَا وَمَنْظُومَاتِ حَبَّاتِهَا،



AÇIKLAMASI


BİRİNCİ BAB

Sübhanallah’a dair. Üç fasıldır.

Birinci Fasıl

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

Sen her kusurdan ve dalâlet ehlinin bâtıl fikirlerinden münezzehsin. Sen öyle bir celâl (haşmet) sahibi bir Zâtsın ki,


• semâ, yıldızlarının ve güneşlerinin ve aylarının kelimeleriyle ve bütün bunlardaki hikmet remizleriyle,

• dünya semâsı, bulutlarının ve gök gürültüsünün ve şimşeklerin ve yağmurların kelimeleriyle ve bütün bunlardaki faydaların işaretiyle,

• yeryüzü, madenlerinin ve bitkilerinin ve ağaçlarının ve hayvanlarının kelimeleriyle ve bütün bunlardaki intizamların göstermesiyle,

• bitki ve ağaçlar ise, yaprak, çiçek ve meyve kelimeleriyle ve bütün bunların muhtaç hayat sahiplerine yararlı olmasının bildirmesiyle,

• çiçekler ve meyveler ise, tohumlarının ve kanatçıklarının ve çekirdeklerinin ve onlardaki şaşırtıcı san’atın kelimeleriyle,

• çekirdekler ve tohumlar ise, ap açık sümbüllerinin diliyle ve tanelerinin kelimeleriyle,

• herbir bitki ise–tomurcuklarının inkişafı sırasında, müzeyyen (rengarenk süslü) çiçeklerinin ve muntazam (düzgün) sümbüllerinin ağzıyla yavrularının tebessümü esnasında gayet açık ve seçik bir şekilde görüldüğü gibi–mevzun (ölçülü) tohumlarının ve manzum (ahenkli) tanelerinin kelimeleriyle;


بِلِسَانِ نِظَامِهَا فِى مِيزَانِهَا فِى تَنْظِيمِهَا فِى تَوْزِينِهَا فِى صَنْعَتِهَا فِى صِبْغَتِهَا فِى زِينَتِهَا فِى نُقُوشِهَا فِى رَوَائِحِهَا فِى طُعُومِهَا فِى أَلْوَانِهَا فِى أَشْكَالِهَا.
(HAŞİYE 1)


كَمَا تَصِفُ تَجَلِّيَاتِ صِفَاتِكَ وَتُعَرِّفُ جَلَوَاتِ أَسْمآئِكَ وَتُفَسِّرُ تَوَدُّدَكَ وَتَعَرُّفَكَ بِمَا يَتَقَطَّرُ مِنْ ظَرَافَةِ عُيُونِ أَزَاهِيرِهَا وَمِنْ طَرَاوَةِ أَسْنَانِ سَنَابِلِهَا مِنْ رَشَحَاتِ لَمَعَاتِ جَلَوَاتِ تَوَدُّدِكَ وَتَعَرُّفِكَ إِليَ عِبَادِكَ.


سُبْحَانَكَ يَا وَدُودُ يَا مَعْرُوفُ مَا أَحْسَنَ صُنْعَكَ وَمَا أَزْيَنَهُ وَمَا أَبْيَنَهُ وَمَا أَتْقَنَهُ!

سُبْحَانَكَ يَا مَنْ تُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ جَمِيعُ اْلأَشْجَارِ بِكَمَالِ الصَّرَاحَةِ وَالْبَياَنِ عِنْدَ اِنْفِتَاحِ أَكْمَامِهَا وَانْكِشَافِ أَزْهَارِهَا وَتَزَايُدِ أَوْرَاقِهَا وَتَكَامُلِ أَثْمَارِهَا وَرَقْصِ بَنَاتِهَا عَلَي أَيَادِي أَغْصَانِهَا حَامِدَةً بِأَفْوَاهِ أَوْرَاقِهَا الْخَضِرَةِ بِكَرَمِكَ، وَأَزْهَارِهَا الْمُتَبَسِّمَةِ بِلُطْفِكَ، وَاَثْمَارِهَا الضَّاحِكَةِ بِرَحْمَتِكَ، بِاَلْسِنَةِ نِظَامِهَا فِى مِيزَانِهَا فِى تَنْظيِمِهَا فِى تَوْزِينِهَا فِى صَنْعَتِهَا فِى صِبْغَتِهَا فِى زِينَتِهَا فِى نُقُوشِهَا فِى طُعُومِهَا فِى رَوَائِحِهَا فِى أَلْوَانِهَا فِى أَشْكَالِهَا فِى اِخْتِلاَفِ لُحُومِهَا فِى كَثْرَةِ تَنَوُّعِهَا فِى عَجَائِبِ (HAŞİYE 2) خِلْقَتِهَا،


AÇIKLAMA

nizamının (düzeninin) ve nizamla beraber mizanının (ölçüsünün) ve o mizanla beraber tanziminin (düzenlenmesinin) ve o tanzimle beraber tevzîninin (ölçülü hale getirilmesinin) ve o tevzinle beraber san’atının ve o san’atla beraber sıbgatının (boyasının) ve o sıbgatla beraber ziynetinin (süsünün) ve o ziynetle beraber nakışlarının ve o nakışlarla beraber kokularının ve o kokularla beraber tatlarının, tatlarla beraber renklerinin ve renklerle beraber şekillerinin (HAŞİYE 1) lisanıyla, Seni hamdinle tesbih ederler.


• O bitkilerden herbiri, çiçeklerinin zarif gözlerinden ve sümbüllerinin tazecik dişlerinden damlayan ve Senin kendini kullarına tanıtıp sevdiren taarrüf ve teveddüdünün cilvelerindeki (izlerindeki) parıltılardan sızan bir tarifle, Senin sıfatlarının tecellilerini niteler, isimlerinin cilvelerini (görüntülerini) tarif eder ve teveddüdünü (sevdirme fiilini) tefsir eder.

Sen her kusurdan münezzehsin, ey yarattığı varlıkları çok seven ve onlara da Kendisini her vesileyle sevdiren Vedûd ve ey bütün san'at eserlerinin mûcizeleriyle ve bütün mahlûkatın (yaratılmışların) tavsifleriyle (nitelemesiyle) ve bütün varlıkların tarifleriyle ancak tarif edilen Mâruf! San'atın ne kadar güzel, ne kadar süslü, ne kadar mükemmeldir Senin!

Sen her türlü kusurdan münezzeh öyle bir güzellik sahibi bir Zâtsın ki, bütün ağaçlar, tomurcuklarının açması ve çiçeklerinin açılması, yapraklarının artması, meyvelerinin olgunlaşıp dallarının ellerinde mâsum çocuklar gibi oynaşması ânında, kereminle yeşillenen yapraklarının ve lûtfunla tebessüm eden çiçeklerinin ve rahmetinle gülen meyvelerinin ağzıyla; nizamlarının (düzenlerinin) ve o nizamla beraber mizanlarının (ölçülerinin) ve o mizanla beraber tanzimlerinin (düzenleme içinde olmalarının) ve o tanzimle beraber tevzinlerinin (ölçülü hale getirilmelerinin) ve o tevzinle beraber san’atlarının ve o san’atla beraber sıbgatlarının (boyalarının) ve o sıbgatla beraber ziynetlerinin (süslerinin) ve o ziynetle beraber nakışlarının ve o nakışlarla beraber tatlarının ve o tatlarla beraber kokularının ve o kokularla beraber renklerinin ve o renklerle beraber şekillerinin ve o şekillerle beraber farklı etlerinin ve o farklı etlerle beraber çok çeşitlik içinde oluşlarının ve o çok çeşitlilikle beraber şaşırtıcı tarzda yaratılışlarının (HAŞİYE 2) lisanıyla, Seni hamdinle tesbih eder.

كَمَا تَصِفُ صِفَاتِكَ وَتُعَرِّفُ أَسْمَاءَكَ وَتُفَسِّرُ تَحَبُّبَكَ وَتَعَهُّدَكَ لِمَصْنُوعَاتِكَ بِمَا يَتَرَشَّحُ مِنْ شِفَاهِ ثِمَارِهَا مِنْ قَطَرَاتِ رَشَحَاتِ لَمَعَاتِ جَلَوَاتِ تَحَبُّبِكَ وَتَعَهُّدِكَ لِمَخْلُوقَاتِكَ، حَتَّي كَأَنَّ الشَّجَرَ الْمُزَهَّرَةَ قَصِيدَةٌ مَنْظُومَةٌ مُحَرَّرَةٌ، لِتُنْشِدَ للِصَّانِعِ الْمَدَائِحَ الْمُبَهَّرَةَ.


أَوْ فَتَحَتْ بِكَثْرَةٍ عُيُونُهَا الْمُبَصَّرَةُ لِتَنْظُرَ لِلْفَاطِرِ الْعَجَائِبَ الْمُنَشَّرَةَ.

أَوْ زَيَّنَتْ لِعِيدِهَا أَعْضَاءُهَا الْمُخَضَّرَةَ لِيَشْهَدَ سُلْطَانُهَا آثَارَهَا الْمُنَوَّرَةَ. وَتُشْهِرَ فِى الْمَشْهَرِ مُرَصَّعَاتِ الْجَوْهَرِ. وَتُعْلِنَ لِلْبَشَرِ حِكْمَةَ خَلْقِ الشَّجَرِ.


سُبْحَانَكَ مَا أَحْسَنَ إِحْسَانَكَ مَا أَبْيَنَ تِبْيَانَكَ مَا أَبْهَرَ بُرْهَانَكَ وَمَا أَظْهَرَهُ وَمَا أَنْوَرَهُ! سُبْحَانَكَ مَا أَعْجَبَ صَنْعَتَكَ!

تَلأْلُؤُ الضِّيَآءِ بِدَلاَلَةِ حِكَمِهَا؛ مِنْ تَنْوِيرِكَ، تَشْهِيرِكَ.

تَمَوُّجُ اْلاِعْصَارِ بِسِرِّ وَظَائِفِهَا- خُصُوصاً فِى نَقْلِ الْكَلِمَاتِ - مِنْ تَصْرِيفِكَ، تَوْظِيفِكَ.

تَفَجُّرُ اْلاَنْهَارِ بِإِشَارَةِ فَوَائِدِهَا؛ مِنْ تَدْخِيرِكَ، تَسْخِيرِكَ.

تَزَيُّنُ اْلاَحْجَارِ وَالْحَدِيدِ بِرُمُوزِ خَوَاصِّهَا وَمَنَافِعِهَا - خُصُوصًا فِى نَقْلِ اْلأَصْوَاتِ وَالْمُخَابَرَاتِ - مِنْ تَدْبِيرِكَ، تَصْوِيرِكَ.


تَبَسُّمُ اْلأَزْهَارِ بِعَجَائِبِ حِكَمِهَا؛ مِنْ تَحْسِينِكَ، تَزْيِينِكَ.


AÇIKLAMA

Bütün o ağaçlar, Senin Kendini mahlûkatına sevdiren tahabbübünün (sevdirmenin) ve arkasında sınırsız müjdeler bulunan taahhüdünün (söz vermenin) cilvelerindeki lem'alardan sızan ve onların ağızlarından damlayan katrelerle Senin sıfâtını niteliyor, isimlerini tarif ediyor ve san’at eserlerine tahabbubübünü ve taahhüdünü tefsir ediyor. Öyle ki, güya çiçek açmış herbir ağaç, güzel yazılmış manzum bir kasidedir ki, o kaside San’atkârının engin methiyesini şâirâne, hal diliyle söylüyor.

Veyahut o çiçek açmış herbir ağaç, binler bakar ve baktırır gözlerini açmış, Fâtırının (Yaratıcısının) neşredilip sergilenen şaşırtıcı san’atlarına bir iki gözle değil, belki binler gözlerle baksın–tâ dikkatli olanları öyle baktırsın.

Veyahut o çiçek açan herbir ağaç, umumî bayram olan baharın içindeki hususî bayramında ve resmigeçit-misal bir anda, yeşillenmiş dal ve budaklarını en güzel süslerle süslemiş—tâ ki, onun Sultânı ona ihsan ettiği hediyeleri ve lâtif şeyleri ve nurlu eserlerini müşahede etsin. Hem İlâhî san’at sergisi olan yeryüzünde ve bahar mevsiminde, rahmetin süslerini halkın bakışlarına sunsun ve ağacın yaratılış hikmetini insanlığa ilân etsin.

Sen her kusurdan münezzehsin. İhsanın ne güzeldir Senin. Beyanın ne kadar âşikâr, burhanın ne kadar engin, açık ve münevverdir. Sen her kusurdan münezzehsin; ne kadar acaiptir (şaşkınlık verici) san'atın Senin!

Hikmetlerinin delâletiyle, ışığın parlaması Senin aydınlatman ve Senin teşhirinledir (göstermenledir).

Rüzgârın dalgalanması–hususan ses naklindeki–görevlerinin sırrıyla, Senin sevk etmen ve görevlendirmenledir.

Faydalarının işaretiyle, nehirlerin çağlaması Senin depolaman ve emre boyun eğdirmenledir.

Taşların ve madenlerin süslenmesi–hususan ses ve haberleşme naklindeki—özellik ve yararlarının remziyle, Senin tedbir ve şekillendirmenledir.

Çiçeklerin şaşırtıcı bir hikmetle tebessümü Senin tahsinin (güzelleştirmen) ve süslemenledir.

تَبَرُّجُ اْلاَثْمَارِ بِدَلاَلَةِ فَوَائِدِهَا؛ مِنْ إِنْعَامِكَ، إِكْرَامِكَ. تَسَجُّعُ اْلأَطْيَارِ بِإِشَارَةِ إِنْتِظَامِ شَرَائِطِ حَيَاتِهَا؛ مِنْ إِنْطَاقِكَ إِرْفَاقِكَ. تَهَزُّجُ اْلأَمْطَارِ بِشَهَادَةِ فَوَائِدِهَا؛ مِنْ تَنْزِيلِكَ، تَفْضِيلِكَ. تَحَرُّكُ اْلأَقْمَارِ بِشَهَادَةِ حِكَمِ حَرَكَاتِهَا مِنْ تَقْدِيرِكَ تَدْبِيرِكَ تَدْوِيرِكَ تَنْوِيرِكَ. سُبْحانَكَ مَا أَنْوَرَ بُرْهَانَكَ مَا أَبْهَرَ سُلْطَانَكَ!

اَلْفَصْلُ الثَّانِى



سُبْحَانَكَ لآ اُحْصِى ثَنَاءً عَلَيْكَ أَنْتَ كَمَا أَثْنَيْتَ عَلٰى نَفْسِكَ فِى فُرْقَانِكَ. وَأَثْنٰى عَلَيْكَ حَبِيبُكَ بِإِذْنِكَ. وَأَثْنَتْ عَلَيْكَ جَمِيعُ مَصْنُوعَاتِكَ بِإِنْطَاقِكَ. سُبْحَانَكَ مَا عَرَفْنَاكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ يَا مَعْرُوفُ بِمُعْجِزَاتِ جَمِيعِ مَصْنوُعَاتِكَ وَبِتَوْصِيفَاتِ جَمِيعِ مَخْلُوقَاتِكَ وَبِتَعْرِيفَاتِ جَمِيعِ مَوْجُودَاتِكَ.


سُبْحَانَكَ مَا ذَكَرْناَكَ حَقَّ ذِكْرِكَ يَا مَذْكُورُ بِأَلْسِنَةِ جَمِيعِ مَخْلُوقَاتِكَ وَبِأَنْفُسِ جَمِيعِ كَلِمَاتِ كِتَابِ كَائِنَاتِكَ وَبِتَحِيَّاتِ جَمِيعِ ذَوِى الْحَيَاةِ مِنْ مَخْلُوقَاتِكَ لَكَ وَبِمَوْزُونَاتِ جَمِيعِ اْلاَوْرَاقِ الْمُهْتَزَّةِ الذَّاكِرَةِ فِى جَمِيعِ أَشْجَارِكَ وَنَبَاتَاتِكَ.


سُبْحَانَكَ مَا شَكَرْناَكَ حَقَّ شُكْرِكَ يَا مَشْكُورُ بِأَثْنِيَةِ جَمِيعِ إِحْسَانَاتِكَ عَلٰى إِحْسَانِكَ عَلٰى رُؤُسِ اْلأَشْهَادِ وَبِاِعْلاَنَاتِ جَمِيعِ نِعَمِكَ عَلٰى إِنْعَامِكَ فِى سُوقِ الْكَائِنَاتِ وَبِمَنْظُومَاتِ جَمِيعِ ثَمَرَاتِ رَحْمَتِكَ وَنِعْمَتِكَ لَدى أَنْظَارِ الْمَخْلُوقَاتِ وَبِتَحْمِيدَاتِ جَمِيعِ مَوْزُونَاتِ أَزَاهِيرِكَ وَعَنَاقِيدِكَ الْمُنَظَّمَةِ فِى خُيُوطِ اْلأَشْجَارِ وَالنَّبَاتَاتِ.


AÇIKLAMA

Faydalarının delâletiyle, meyvelerin süslenmesi Senin nimetlendirme ve ikramınladır.

Hayat şartlarındaki düzenliliğin işaretiyle, kuşların ötüşmeleri Senin onları birbiriyle anlaştırman ve konuşturmanladır.

Faydalarının şehadetiyle, yağmur damlalarının titreşimi, Senin indirmen ve rahmet hâline getirmenledir.

Hareketlerindeki hikmetlerin şehadetiyle, ayların hareketi Senin takdirin ve tedbirinle, döndürme ve nurlandırmanladır.

Sen her türlü kusurdan münezzehsin; ne nurludur delilin, ne âşikârdır saltanatın Senin!

İkinci Fasıl

Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzehsin. Senin övgünü ben ifade edemem, kemal sıfatlarını saymakla bitiremem. Sen ancak Furkan'ında kendi Zâtını övdüğün gibi ve Senin izninle Habibinin Seni övdüğü gibi ve Senin konuşturmanla bütün san’at eserlerinin Seni övdüğü gibi celâl sahibi bir zâtsın. Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzehsin. Biz Sana lâyık bir marifetle (bilgi ve ilimle) Seni tanıyamadık, ey bütün san’at eserlerindeki mu’cizeleriyle ve bütün yaratıkların nitelemesiyle ve bütün varlıkların tarifleriyle ancak tarif edilen Mâruf!

Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzehsin. Biz Sana lâyık bir zikirle Seni zikredemedik, ey bütün yaratıklarının lisanıyla ve kâinat kitabının kelimeleri olan bütün varlıkların nefisleriyle ve yaratıkların olan bütün hayat sahibi canlıların hayatlarıyla Sana sundukları tahiyyelerle (hediyelerle) ve bütün ağaç ve bitkilerin titreyerek zikretmekte olan bütün ölçülü yapraklarıyla zikredilen Mezkûr!

Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzehsin. Biz Senin hak şükrünü edâ edemedik, ey herkesin gözü önündeki bütün ihsanlarının övgüleriyle ve kâinat çarşısındaki bütün verdiğin nimetlerinin ilânlarıyla ve yarattığın varlıkların gözü önündeki rahmet ve nimetinin bütün ahengli meyveleriyle ve bütün ağaç ve bitkilerin dallarına dizilmiş bütün ölçülü ve düzenli çiçek ve salkımların hamdleriyle şükür ve övgüsü okunan Meşkûr!
سُبْحَانَكَ مَا أَعْظَمَ شَأْنَكَ وَمَا أَزْيَنَ بُرْهَانَكَ وَمَا أَظْهَرَهُ وَمَا أَبْهَرَهُ!


سُبْحَانَكَ مَا عَبَدْنَاكَ حَقَّ عِبَادَتِكَ يَا مَعْبُودَ جَمِيعِ الْمَلئِكَةِ وَجَمِيعِ ذَوِي الْحَيَاةِ وَجَمِيعِ الْعَنَاصِرِ وَالْمَخْلُوقَاتِ، بِكَمَالِ اْلاِطَاعَةِ وَاْلاِمْتِثَالِ وَاْلإِنْتِظَامِ وَاْلإِتِّفَاقِ وَاْلإِشْتِيَاقِ.


سُبْحَانَكَ مَا سَبَّحْنَاكَ حَقَّ تَسْبِيحِكَ يَا مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلأَرْضُ وَمَنْ فِىهِنَّ وَإِنْ مِنْ شَىْءٍ إِلاَّيُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ.
1


سُبْحَانَكَ تُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ السَّمَآءُ وَاْلأَرْضُ بِجَمِيعِ تَسْبِيحَاتِ جَمِيعِ مَصْنُوعَاتِكَ وَبِجَمِيعِ تَحْمِيدَاتِ جَمِيعِ مَخْلُوقَاتِكَ لَكَ.

سُبْحَانَكَ تُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ اْلاَرْضُ وَالسَّمَآءُ بِجَمِيعِ تَسْبِيحَاتِ جَمِيعِ أَنْبِيَآئِكَ وَأَوْلِيَآئِكَ وَمَلاَئِكَتِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتُكَ وَتَسْلِيمَاتُكَ.


سُبْحَانَكَ تُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ الْكَآئِنَاتُ بِجَمِيعِ تَسْبِيحَاتِ حَبِيبِكَ اْلاَكْرَمِ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ. وَبِجَمِيعِ تَحْمِيدَاتِ رَسُولِكَ اْلأَعْظَمِ لَكَ، عَلَيْهِ وَعَلَي آلِهِ أَفْضَلُ صَلَوَاتِكَ وَأَتَمُّ تَسْلِيمَاتِكَ.


سُبْحَانَكَ يَا مَنْ تُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ هذِهِ الْكَآئِنَاتُ بِأَصْدِيَةِ تَسْبِيحَاتِ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ لَكَ؛ إذْ هُوَ الَّذِي تَتَمَوَّجُ أَصْدِيَةُ تَسْبِيحَاتِهِ لَكَ عَلَي أَمْوَاجِ اْلأَعْصَارِ وَاَفْوَاجِ اْلاَجْيَالِ. اَللّهُمَّ فَأَبِّدْ عَلَي صَفَحَاتِ الْكَآئِنَاتِ وَأَوْرَاقِ اْلاَوْقَاتِ إِليَ قِيَامِ الْعَرَصَاتِ أَصْدِيَةَ تَسْبِيحَاتِ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالتَّسْلِيمَاتُ.


AÇIKLAMA

Sen her kusurdan münezzehsin. Şânın ne büyük, delilin ne süslü ve ne kadar açık ve engindir Senin!

Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzehsin. Biz Sana lâyık bir ibadetle kulluk edemedik, ey gayet mükemmel bir şekilde itaat, imtisal, intizam, ittifak ve iştiyak içinde ibadet eden bütün meleklerin ve bütün canlıların ve bütün unsurların ve mahlûkların Mâbudu!

Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzehsin. Biz Sana lâyık bir tesbihle Seni tesbih edip kusur ve noksanlardan uzak gösteremedik, ey "Kendisini hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık bulunmayan ve yedi gök ve yer ve içindekiler tarafından tesbih edilen" (İsrâ Sûresi, 17:44) Zât!

Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzehsin. Gök ve yer, bütün san’at eserlerinin bütün tesbihleriyle ve bütün mahlûkatının bütün hamdleriyle, Seni hamdinle tesbih eder.

Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzehsin. Yer ve gök, bütün peygamberlerinin ve bütün velîlerinin ve bütün meleklerinin—salât ve selâmın onlar üzerine olsun—bütün tesbihleriyle Seni hamdinle tesbih eder.

Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzehsin. Kâinat, Habib-i Ekreminin (a.s.m.) bütün tesbihleriyle ve Resul-ü Âzamının ettiği bütün hamdleriyle—en üstün salavât ve rahmetin, ve en mükemmel selâmların ve selâmetin onun ve âlinin üzerine olsun—Seni hamdinle tesbih eder.

Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzeh öyle bir celâl sahibi Zâtsın ki, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın tesbihlerinin sadâlarıyla bu kâinat Seni hamd ile tesbih eder. Evet, tesbihlerinin
sadâlarıyla asırları dalga dalga ve milletleri bölük bölük çınlatan odur. Allah’ım, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın tesbihlerinin sadâlarını, kıyamet gününe kadar kâinatın sayfalarında ve zamanın yapraklarında devam ettir.

سُبْحَانَكَ يَا مَنْ تُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ الدُّنْيَا بِآثَارِ شَرِيعَةِ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ. اَللّهُمَّ فَزَيِّنِ الدُّنْياَ بِآثَارِ دِيَانَةِ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ اِليَ يَوْمِ الْقِيَامِ.


سُبْحَانَكَ يَامَنْ تُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ اْلأَرْضُ سَاجِدَةً تَحْتَ عَرْشِ عَظَمَةِ قُدْرَتِكَ بِلِسَانِ مُحَمَّدِهَا عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ. اَللّهُمَّ فَأَنْطِقِ اْلاَرْضَ بِاَقْطَارِهَا بِلِسَانِ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ اِليَ يَوْمِ الْبَعْثِ وَالْقِيَامِ.


سُبْحَانَكَ يَا مَنْ تُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ جَمِيعُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ فِى جَمِيعِ اْلأَمْكِنَةِ وَاْلاَوْقَاتِ بِلِسَانِ مُحَمَّدِهِمْ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ. اَللّهُمَّ فَاَنْطِقِ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ اِليَ يَوْمِ الْقِيَامِ بِأَصْدِيَةِ تَسْبِيحَاتِ مُحَمَّدٍ لَكَ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ.

اَلْفَصْلُ الثَّالِثُ


ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ الْوَاحِدِ اْلأَحَدِ الْمُتَقَدِّسِ الْمُتَنَزِّهِ عَنِ اْلاَضْدَادِ وَاْلأَنْدَادِ وَالشُّرَكَاءِ.

ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ الْقَدِيرِ اْلأَزَلِيِّ الْمُتَقَدِّسِ الْمُتَنَزِّهِ عَنِ الْمُعِينِ وَالْوُزَرَاءِ.


ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ الْقَدِيمِ اْلأَزَلِيِّ الْمُتَقَدِّسِ الْمُتَنَزِّهِ عَنْ مُشَابَهَةِ الْمُحْدَثَاتِ الزَّائِلاَتِ.

ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ الْوَاجِبِ وُجُودُهُ الْمُمْتَنِعِ نَظِيرُهُ الْمُمْكِنِ كُلُّ مَا سِوَاهُ الْمُتَقَدِّسِ الْمُتَنَزِّهِ عَنْ لَوَازِمِ مَاهِيَّاتِ الْمُمْكِنَاتِ.


AÇIKLAMA

Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzeh öyle bir celâl sahibi Zâtsın ki, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın şeriatının eserleriyle dünya Seni hamd ile tesbih eder. Allah’ım, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın diyanetinin eserleriyle dünyayı kıyamet gününe kadar süsle.

Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzeh öyle celâl sahibi bir Zâtsın ki, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın lisanıyla dünya Senin kudretinin büyüklük arşının altında daima secde ederek Seni hamd ile tesbih eder. Allah’ım, dünyayı baştan başa kıyamet ve diriliş gününe kadar Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın lisanıyla, hep böyle konuştur.

Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzeh öyle celâl sahibi bir Zâtsın ki, her yerde ve her zamanda bütün mü’min erkekler ve bütün mü’min kadınlar, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın lisanıyla seni hamd ile tesbih eder. Allah’ım, erkek ve kadın bütün mü’minleri, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın tesbihlerinin yankılarıyla kıyamet gününe kadar hep böyle konuştur.

Üçüncü Fasıl

Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O birliği bütün kâinatı kaplayan ve her bir varlıkta birliği tecelli eden Vâhid-i Ehad ki, zıddı, benzeri ve ortağı olmaktan pâk ve berîdir.

Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O herşeye gücü yeten ve ezelî olan Kadîr-i Ezelî ki, kendine yardımcı ve vezir edinmekten pâk ve uzaktır.

Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O varlığının evveli ve başlangıcı olmayan Kadîm-i Ezelî ki, sonradan meydana gelen ve yok olup giden varlıklara benzemekten pâk ve berîdir.

Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O varlığı zorunlu olan Vâcibü'l-Vücud ki, benzeri aslâ yoktur. Ondan başka herşeyin varlığı ve yokluğu eşittir, Kendisi ise kâinattaki varlıkların mahiyetleri gereği olan kusurlardan pâk ve berîdir.

ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ الَّذِي {لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ} 1 الْمُتَقَدِّسُ الْمُتَنَزِّهُ عَمَّا تَتَصَوَّرُهُ اْلأَوْهَامُ الْقَاصِرَةُ الْخَاطِئَةُ.


ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ الَّذِي {لَهُ الْمَثَلُ اْلأَعْلي فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكيِمُ}2اَلْمُتَقَدِّسُ الْمُتَنَزِّهُ عَمَّا تَصِفُهُ الْعَقَائِدُ النَّاقِصَةُ الْباَطِلَةُ.


ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ الْقَدِيرِ الْمُطْلَقِ الْغَنِيِّ الْمُتَقَدِّسِ الْمُتَنَزِّهِ عَنِ الْعَجْزِ وَاْلاِحْتِيَاجِ.

ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ الْكَامِلِ الْمُطْلَقِ فِى ذَاتِهِ وَصِفَاتِهِ وَأَفْعَالِهِ الْمُتَقَدِّسِ الْمُتَنَزِّهِ عَنِ الْقُصُورِ وَالنُّقْصَانِ، بِشَهَادَاتِ كَمَالاَتِ الْكَائِنَاتِ. إِذْ مَجْمُوعُ مَا فِى الْكَائِنَاتِ مِنَ الْكَمَالِ وَالْجَمَالِ ظِلٌّ ضَعِيفٌ بِالنِّسْبَةِ اِليَ كَمَالِهِ سُبْحَانَهُ، بِالْحَدْسِ الصَّادِقِ وَبِالْبُرْهَانِ الْقَاطِعِ وَبِالدَّلِيلِ الْوَاضِحِ. إِذِ التَّنْوِيرُ لاَ يَكُونُ إِلاَّ مِنَ النُّورَانِيِّ وَبِدَوَامِ تَجَلِّي الْجَمَالِ وَالْكَمَالِ مَعَ تَفَانِي الْمَرَايَا وَسَيَّالِيَّةِ الْمَظَاهِرِ وَبِاِجْمَاعِ وَاِتِّفَاقِ جَمَاعَةٍ كَثِيرَةٍ مِنَ اْلأَعَاظِمِ الْمُخْتَلِفِينَ فِى الْمَشَارِبِ وَالْكَشْفِيَّاتِ الْمُتَّفِقِينَ عَلَي ظِلِّيَّةِ كَمَالاَتِ الْكَائِنَاتِ لأَنْوَارِ كَمَالِ الذَّاتِ الْوَاجِبِ الْوُجُودِ. ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ اْلاَزَلِيِّ اْلأَبَدِيِّ السَّرْمَدِيِّ الْمُتَقَدِّسِ الْمُتَنَزِّهِ عَنِ التَّغَيُّرِ وَالتَّبَدُّلِ اللاَّزِمَيْنِ لِلْمُحْدَثَاتِ الْمُتَجَدِّدَاتِ الْمُتَكَامِلاَتِ.


ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ خَالِقِ الْكَوْنِ وَالْمَكَانِ الْمُتَقَدِّسِ الْمُتَنَزِّهِ عَنِ التَّحَيُّزِ وَالتَّجَزُّءِ اللاَّزِمَيْنِ لِلْمَادِّيَّاتِ وَالْمُمْكِنَاتِ الْكَثِيفَاتِ الْكَثِيرَاتِ الْمُقَيَّدَاتِ الْمَحْدُودَاتِ.


AÇIKLAMA

Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O öyle bir Zât ki, "Onun benzeri hiçbir şey yoktur. O herşeyi hakkıyla işiten Semî' ve herşeyi hakkıyla gören Basîrdir" (Şûra Sûresi, 42:11) ve kısa ve hatâlı vehimlerin her türlü tasavvurlarından pâk ve berîdir.

Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O öyle bir Zât ki, "Göklerde ve yerde en yüce sıfatlar Onundur. O kudreti herşeye galip olan Azîz ve hikmeti herşeyi kuşatan Hakîmdir" (Rûm Sûresi, 30:27) ve noksan ve bâtıl inançların nitelediği herşeyden pâk ve berîdir.

Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O sınırsız kudret sahibi olan Kadîr i Mutlak ki, aczden ve ihtiyaçtan pâk, berî ve müstağnîdir.

Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O sınırsız mükemmellik sahibi Kâmil-i Mutlak ki, Onun zâtında ve sıfatlarında ve fiillerinde kusurdan ve noksandan pâk ve berî olduğuna kâinatın kemâlâtı şahittir. Çünkü kâinatta kemâl ve cemal namına ne varsa, doğru bir sezgiyle ve kesin burhanlarla ve açık delillerle sabittir ki, o kemal ve cemalin hepsi, o münezzeh Zâtın kemaline oranla bir zayıf gölgeden ibarettir. Zira nurlandırma ancak nurlu olandan gelir, başka türlü olamaz. Aynaların faniliğine ve yansıtıcıların akıcı ve gelip-geçici olmasına rağmen cemal ve kemalin devam etmesi bunu gösterdiği gibi; insanlığın en büyük şahsiyetlerinden yolları farklı, buluşları aynı olan pek büyük bir cemaatin oy birliği içinde ittifak etmeleriyle de sabittir ki, kâinattaki kemâlât, varlığı vâcib (zorunlu) olan Zâtın kemâlinin nurlarının bir gölgesidir.

Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O ezelî, ebedî ve sermedî (varlığı devamlı) olan celâl (haşmet) sahibi Zât ki, sonradan var olup teceddüd (yenilenme) ve tekâmüle (mükemmelleşmeye) tâbi olan varlıkların yapılarının gereği olan tagayyür (değişme) ve tebeddülden (başkalaşmadan) pâk ve berîdir.

Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O kâinat ve mekânların Yaratıcısı olan Hâlık ki, kesif ve çok ve bağlı ve sınırlı olan maddî varlıkların gereği olan tahayyüz (bir yere bağlılıktan) ve tecezzîden (parçalara bölünmekden) pâk ve berîdir.

ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ الْقَدِيمِ الْباَقِى الْمُتَقَدِّسِ الْمُتَنَزِّهِ عَنِ الْحُدُوثِ وَالزَّوَالِ.


ذُو الْجَلاَلِ سُبْحَانَ اللهِ الْوَاجِبِ الْوُجُودِ الْمُتَقَدِّسِ الْمُتَنَزِّهِ عَنِ الْوَلَدِ وَالْوَالِدِ وَعَنِ الْحُلُولِ وَاْلإِتِّحَادِ وَعَنِ الْحَصْرِ وَالتَّحْدِيدِ وَعَمَّا لاَ يَليِقُ بِجَنَابِهِ وَمَا لاَيُنَاسِبُ وُجوُبَ وُجُودِهِ وَعَمَّا لاَ يُوَافِقُ اَزَلِيَّتَهُ وَاَبَدِيَّتَهُ.


جَلَّ جَلاَلُهُ. وَلآ إِلهَ إِلاَّ هُوَ.


AÇIKLAMA

Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O evveli olmayan ve varlığı sonsuza kadar devam eden Kadîm-i Bâkî ki, hudus (sonradan var olma) ve zevalden (yok olmaktan) pâk ve berîdir.

Celâl (haşmet) sahibi olan Allah her türlü kusurdan münezzehtir. O varlığı zorunlu olan Vâcibü'l-Vücud ki, doğurmak ve doğurulmaktan, başka varlıkların vücuduna girmek ve onlarla birleşmekten, hasr (belirli bir çerçeve içine alınmaktan) ve tahdit edilmekten (sınırlandırılmaktan), Kendisine yakışmayan ve vücub-u vücuduna münasip düşmeyen ve ezeliyet ve ebediyetine uygun olmayan şeylerden pâk ve berîdir.

Onun celâli ve haşmeti pek yücedir ve Ondan başka ilâh yoktur.

selam ve dua ile kalınız... [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
*GüLer*
*GüLer*
VEFALI ÜYEMİZ
VEFALI ÜYEMİZ


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Empty Geri: Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz

Mesaj tarafından *GüLer* 04.06.10 20:48



فِى ( اَلْحَمْدُ ِللهِ...)
HAŞİYE

فِى هٰذَا الْباَبِ تِسْعُ نُقَاطٍ..





اَلنُّقْطَةُ اْلاُولىٰ

اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى نِعْمَةِ اْلاِيمَانِ الْمُزِيلِ عَنَّا ظُلُمَاتِ الْجِهَاتِ السِّتَّ.

إذْ جِهَةُ الْمَاضِى فِى حُكْمِ يَمِينِناَ مُظْلِمَةٌ وَمُوحِشَةٌ بِكَوْنِهَا مَزَارًا أَكْبَرَ.

وَبِنِعْمَةِ اْلاِيمَانِ تَزُولُ تِلْكَ الظُّلْمَةُ وَيَنْكَشِفُ الْمَزَارُ اْلاَكْبَرُ عَنْ مَجْلِسٍ مُنَوَّرٍ.



AÇIKLAMA

İKİNCİ BAB HAŞİYE

Bu İkinci Bab, “Elhamdü lillâh” hakkındadır.

İkinci Bab ile tâbir edilen şu risalecikte "Elhamdü lillâh" cümlesini insanlara dedirten imanın sonsuz fayda ve nurlarından, yalnız dokuz tane beyan edilecektir.

Birinci nokta:

Evvelâ iki şey ihtar edilecektir.

1. Felsefe, herşeyi çirkin, korkunç gösteren siyah bir gözlüktür. İman ise, herşeyi güzel, ünsiyetli gösteren şeffaf, berrak, nuranî bir gözlüktür.

2. Bütün mahlûkatla alâkadar ve herşeyle bir nevi alışverişi olan ve kendisini abluka eden şeylerle lâfzan ve mânen görüşmek, konuşmak, komşuluk etmeye hilkaten mecbur olan insanın sağ, sol, ön, arka, alt, üst olmak üzere altı ciheti vardır.

İnsan, mezkûr iki gözlüğü gözüne takmakla, mezkûr cihetlerde bulunan mahlûkatı, ahvâli görebilir.

Sağ cihet: Bu cihetten maksat, geçmiş zamandır. Binaenaleyh, felsefe gözlüğü ile sağ cihete bakıldığı zaman, mâzi ülkesinin kıyameti kopmuş, altı üstüne çevrilmiş, karanlıklı, korkunç, büyük bir mezaristanı andıran bir şekilde görünecektir. Ve bu görünüşte insan pek büyük bir dehşete, vahşete, meyusiyete maruz kaldığında şüphe yoktur.

Fakat iman gözlüğüyle o cihete bakıldığı zaman, hakikaten o ülkenin altı üstüne çevrilmiş bir şekilde görünürse de, fakat can telefi yoktur. Mürettebatı, sâkinleri daha güzel, nuranî bir âleme nakledilmiş oldukları anlaşılıyor. Ve o kabirler, çukurlar da, nuranî bir âleme girmek için kazılan yeraltı tünelleri şeklinde telâkki edilecektir. Demek imanın insanlara verdiği sürur, ferahlık, itmi’nan, inşirah, binlerce “Elhamdü lillâh” dedirten bir nimettir.


وَيَسَارُنَا الَّذِى هُوَ الْجِهَةُ الْمُسْتَقْبَلَةُ، مُظْلِمَةٌ وَمُوحِشَةٌ بِكَوْنِهَا قَبْراً عَظِيمًا لَنَا.

وَبِنِعْمَةِ اْلاِيمَانِ تَنْكَشِفُ عَنْ جِنَانٍ مُزَيَّنَةٍ فِيهَا ضِيَافَاتٌ رَحْمَانِيَّةٌ.

وَجِهَةُ الْفَوْقِ وَهُوَ عَالَمُ السَّمٰوَاتِ مُوحِشٰةٌ مُدْهِشَةٌ بِنَظَرِ الْفَلْسَفَةِ.

فَبِنِعْمَةِ اْلاِيمَانِ تَتَكَشَّفُ تِلْكَ الْجِهَةُ عَنْ مَصَابِيحَ مُتَبَسِّمَةٍ مُسَخَّرَةٍ بِأَمْرِ مَنْ زَيَّنَ وَجْهَ السَّمَاءِ بِهَا يُسْتَأْنسُ بِهَا وَلاَ يُتَوَحَّشُ مِنْهَا.

وَجِهَةُ التَّحْتِ وَهِىَ عَالَمُ اْلأَرْضِ مُوحِشَةٌ بِوَضْعِيَّتِهَا فِى نَفْسِهَا بِنَظَرِ الْفَلْسَفَةِ الضَّالَّةِ.

فَبِنِعْمَةِ اْلاِيمَانِ تَتَكَشَّفُ عَنْ سَفِينَةٍ رَباَّنِيَةٍ مُسَخَّرَةٍ وَمَشْحُونَةٍ بِاَنْوَاعِ اللَّذَائِذِ وَالْمَطْعُومَاتِ؛ قَدْ اَرْكَبَهَا صَانِعُهَا نَوْعَ الْبَشَرِ وَجِنْسَ الْحَيَوَانِ لِلسِّياَحَةِ فِى أَطْرَافِ مَمْلَكَةِ الرَّحْمٰنِ.



AÇIKLAMA

Sol cihet: Yani, gelecek zamana, felsefe gözlüğü ile bakıldığı zaman, bizleri çürütecek, yılan ve akreplere yedirip imha edecek, zulümatlı, korkunç, büyük bir kabir şeklinde görünecektir.

Fakat iman gözlüğüyle bakılırsa, Cenâb-ı Hakkın, Hâlık, Rahmân, Rahîmin insanlara ihzar ettiği çeşit çeşit nefis, leziz, me’külât ve meşrubata zarf olan bir mâide ve bir sofra-i Rahmânî şeklinde görünecektir. Ve binlerce “Elhamdü lillâh” okutturarak tekrar ettirecektir.

Üst cihet: Yani, semâvât cihetine felsefe ile bakan bir adam, şu sonsuz boşlukta, milyarlarca yıldız ve kürelerin at koşusu gibi veya askerî bir manevra gibi yaptıkları pek sür’atli ve muhtelif hareketlerinden büyük bir dehşete, vahşete, korkuya mâruz kalacaktır.

Fakat imanlı bir adam baktığı vakit o garip, acip manevranın bir kumandanın emri ile nezareti altında yapıldığı gibi, semâvât âlemini tezyin eden ve o yıldızların bize de ziyadar kandiller şeklinde olduklarını görecek ve o atlar koşusunda korku, dehşet değil, ünsiyet ve muhabbet edecektir. Âlem-i semâvâtı şöylece tasvir eden iman nimetine elbette binlerce “Elhamdü lillâh” söylemek azdır.

Alt cihet: Yani, arz âlemine felsefe gözüyle bakan insan, küre-i arzı başıboş, yularsız, şemsin etrafında serseri gezen bir hayvan gibi veya tahtası kırık, kaptansız bir kayık gibi görür ve dehşete, telâşa düşer.

Fakat iman ile bakarsa, arzın Rahmânî bir sefine olup, Allah’ın kumandası altında bütün me’külât, meşrubat, melbûsatıyla beraber, nev-i beşeri tenezzüh için şemsin etrafında gezdiren bir sefine şeklinde görür. Ve imandan neş’et eden şu büyük nimete büyük büyük elhamdü lillâh’ları söylemeye başlar.


وَجِهَةُ اْلأَمَامِ الَّذِى يَتَوَجَّهُ اِلٰى تِلْكَ الْجِهَةِ كُلُّ ذَوِى الْحَياَةِ مُسْرِعَةً قَافِلَةً خَلْفَ قَافِلَةٍ، تَغِيبُ تِلْكَ الْقَوَافِلُ فِى ظُلُمَاتِ الْعَدَمِ بِلاَ رُجُوعٍ.

وَبِنِعْمَةِ اْلاِيمَانِ تَتَكَشَّفُ تِلْكَ السِّياَحَةُ عَنْ اِنْتِقَالِ ذَوِى الْحَياَةِ مِنْ دَارِ الْفَََناَءِ اِلٰى دَارِ الْبَقآءِ، وَمِنْ مَكَانِ الْخِدْمَةِ اِلٰى مَوْضِعِ أَخْذِ اْلأُجْرَةِ، وَمِنْ مَحَلِّ الزَّحْمَةِ اِلٰى مَقاَمِ الرَّحْمَةِ وَاْلاِسْتِرَاحَةِ. وَأَمَّا سُرْعَةُ ذَوِى الْحَََياَةِ فِى أَمْوَاجِ الْمَوْتِ، فَلَيْسَتْ سُقُوطاً وَمُصِيبَةً، بَلْ هِىَ صُعُودٌ بِاِشْتِيَاقٍ وَتَسَارُعٍ اِلٰى سَعَادَاتِهِمْ.

وَجِهَةُ الْخَلْفِ اَيْضاً مُظْلِمَةٌ مُوحِشَةٌ. فَكُلُّ ذِى شُعُورٍ يَتَحَيَّرُ مُتَرَدِّداً وَمُسْتَفْسِراً بـ)مِنْ أَيْنَ؟ إِلٰى أَيْنَ؟ (. فَـِلأَنَّ الْغَفْلَةَ لاَ تُعْطِى لَهُ جَوَاباً، يَصِيرُ التَّرَدُّدُ وَالتَّحَيُّرُ ظُلُمَاتٍ فِى رُوحِهِ..

فَبِنِعْمَةِ اْلاِيمَانِ تَنْكَشِفُ تِلْكَ الْجِهَةُ عَنْ مَبْدَإِ اْلاِنْسَانِ وَوَظِيفَتِهِ،



AÇIKLAMA

Ön cihet: Felsefeci bir adam bu cihete bakarsa görür ki, bütün canlı mahlûkat—insan olsun, hayvan olsun—kafile-bekafile, büyük bir sür’atle o cihete gidip kaybolurlar. Yani, ademe gider, yok olurlar. Kendisinin de o yolun yolcusu olduğunu bildiğinden, teessüründen çıldıracak bir hale gelir.

Fakat iman nazarıyla bakan bir mü’min, insanların o cihete gidişleri, seyahatleri adem âlemine değil, göçebeler gibi bir yayladan bir yaylaya bir intikaldir. Ve fâni menzilden bâki menzile, hizmet çiftliğinden ücret dairesine, zahmetler memleketinden rahmetler memleketine göç etmek olup, adem âlemine gitmek değil diye bu ciheti memnuniyetle karşılar. Fakat yol esnasında ölüm, kabir gibi görünen meşakkatler netice itibarıyla saadetlerdir. Çünkü, nuranî âlemlere giden yol kabirden geçer ve en büyük saadetler büyük ve acı felâketlerin neticesidir. Meselâ, Hazret-i Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saadete, ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha’nın iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla nâil olmuştur.

Ve kezâ, rahm-ı mâderden dünyaya gelen çocuk, mâhut tünelde çektiği sıkıcı, ezici zahmet neticesinde dünya saadetine nâil oluyor.

Arka cihet: Yani geride gelenlere felsefe nazarıyla bakılsa, “Yâhu, bunlar nereden nereye gidiyorlar ve niçin dünya memleketine gelmişlerdir?” diye edilen suale bir cevap alınamadığından, tabiî, hayret ve tereddüt azabı içinde kalınır.

Fakat nur-u iman gözlüğüyle bakarsa, insanların kâinat sergisinde teşhir edilen garip, acip kudretin mu’cizelerini görmek ve mütalâa etmek için Sultan-ı Ezelî tarafından gönderilmiş mütalâacı olduklarını anlar.


وَبِأَنَّ السُّلْطَانَ اْلاَزَلِىَّ أَرْسَلَهُمْ مُوَظًَفِينَ اِلٰى دَارِ اْلاِمْتِحَانِ..

فَمِنْ هٰذِهِ الْحَقِيقَةِ يَكوُنُ ( اَلْحَمْدُ) عَلٰى نِعْمَةِ اْلاِيمَانِ الْمُزِيلِ لِلِظُّلُمَاتِ عَنْ هٰذِهِ الْجِهَاتِ السِّتِّ أَيْضاً نِعْمَةً عَظِيمَةً تَسْتَلْزِمُ (الْحَمْدَ). إذْ بِـ(الْحَمْدِ) يُفْهَمُ دَرَجَةُ هٰذِهِ النِّعْمَةِ وَلَذَّتِهَا.

فَالْحَمْدُ ِللهِ عَلَى (الْحَمْدُ ِللهِِِ فِى تَسَلْسُلٍ يَتَسَلْسَلُ فِى دَوْرٍ دَآئِرٍ بِلاَ نِهَايَةٍ).

اَلنُّقْطَةُ الثَّانِيَةُ

اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى نِعْمَةِ اْلاِيمَانِ الْمُنَوِّرِ لَنَا الْجِهَاتِ السِّتَّ. فَكَمَا أَنَّ اْلاِيمَانَ بِإِزَالَتِهِ لِظُلُمَاتِ الْجِهَاتِ السِّتِّ نِعْمَةٌ عَظيِمَةٌ مِنْ جِهَةِ دَفْعِ الْبَلاَياَ؛ كَذٰلِِكَ أَنَّ اْلاِيمَانَ لِتَنْوِيرِهِ لِلْجِهَاتِ السِّتِّ نِعْمَةٌ عَظِيمَةٌ اُخْرٰى مِنْ جِهَةِ جَلْبِ الْمَناَفِعِ. فَاْلاِنْسَانُ لِعَلاَقَتِهِ بِجَامِعِيَّةِ فِطْرَتِهِ بِمَا فِى الْجِهَاتِ السِّتِّ مِنَ الْمَوْجُودَاتِ. وَبِنِعْمَةِ اْلاِيمَانِ يُمْكِنُ لِـْلإِنْسَانِ اِسْتِفَادَةٌ مِنْ جَمِيعِ الْجِهَاتِ السِّتِّ أَيْنَمَا يَتَوَجَّهُ.

فَبِسِرِّ (فَأَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللهِ) تَتَنَوَّرُ لَهُ تِلْكَ الْجِهَةُ بِمَسَافَتِهَا الطَّوِيلَةِ بِلاَ حَدٍّ.



AÇIKLAMA

Ve bunlar o mucizenin derece-i kıymet ve azametine ve Sultan-ı Ezelînin azametine derece-i delâletlerine kesb-i vukuf ettikleri nisbetinde derece ve numara aldıktan sonra, yine Sultan-ı Ezelînin memleketine dönüp gideceklerini anlar ve bu anlayış nimetini kendisine îras eden iman nimetine “Elhamdü lillâh” diyecektir.

Mezkûr zulmetleri izale eden iman nimetine “Elhamdü lillâh” diye edilen hamd dahi bir nimet olduğundan, ona da bir hamd lâzımdır. Bu ikinci hamd’e de üçüncü bir hamd, üçüncüye dördüncü hamd lâzım. Böylece devam edip gider…

Demek, bir hamd-i vâhidden doğan hamdlerden ibaret gayr-i mütenâhi bir silsile-i hamdiye husule geliyor.

İkinci nokta

Cihât-ı sitteyi tenvir eden iman nimetine de “Elhamdü lillâh” demesi lazımdır. Çünkü, iman cihât-ı sittenin zulümatını izale etmekle def-i belâ kabilinden büyük bir nimet sayıldığı gibi, tabiî o cihât-ı sitteyi tenvir ettiği cihetle de celbü’l-menâfi kabilinden ikinci bir nimet sayılır. Binaenaleyh insan fıtrî bir medeniyete sahip olduğundan, cihât-ı sittede bulunan mahlûkatla alâkadar olur ve iman nimetiyle de cihât-ı sitteden istifade edebilmesi imkânı vardır.

Binaenaleyh, “Her nerede kıbleye yönelirseniz Allah’ın rızâsı oradadır.” (Bakara Sûresi, 2:115) âyet i kerîmesinin sırrıyla, cihât-ı sitteden herhangi bir cihette olursa insan tenevvür eder.


وَمَنْ اِسْتَنَدَ بِاْلاِيمَانِ إِلٰى النُّقْطَةِ اْلاُولىٰ، وَاسْتَمَدَّ مِنَ النُّقْطَةِ الثَّانِيَةِ أَحَسَّ مِنْ أَعْمَاقِ رُوحِهِ لَذَائِذَ مَعْنَويَّةً وَأُنْسِيَةً مُسَلِّيَةً وَاِعْتِمَاداً يَطْمَئِنُّ بِهَا وِجْدَانُهُ.

اَلنُّقْطَةُ الرَّابِعَةُ

اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى نُورِ اْلاِيمَانِ الْمُزِيلِ لِلآلآمِ عَنِ اللَّذَائِذِ الْمَشْرُوعَةِ بِإِرَاءَةِ دَوَرَانِ اْلاَمْثَالِ،

وَالْمُدِيمِ لِلنِّعَمِ بِإِرَاءَةِ شَجَرَةِ اْلإِنْعَامِ،

وَالْمُزِيلِ آلاَمَ الْفِرَاقِ بِإِرَاءَةِ لَذَّةِ تَجَدُّدِ اْلاَمْثَالِ. يَعْنِى أَنَّ فِى كُلِّ لَذَّةٍ آلاَماً تَنْشَأُ مِنْ زَوَالِهَا. فَبِنُورِ اْلاِيمَانِ يَزُولُ الزَّوَالُ، وَيَنْقَلِبُ اِلٰى تَجَدُّدِ اْلاَمْثَالِ. وَفِى التَّجَدُّدِ لَذَّةٌ أُخْرىٰ. فَكَمَا أَنَّ الثَّمَرَةَ إِذَا لَمْ تُعْرَفْ شَجَرَتُهَا تَنْحَصِرُ النِّعْمَةُ فِى تِلْكَ الثَّمَرَةِ. فَتَزُولُ بِأكَْلِهَا. وَتُورِثُ تَأسُّفاً عَلى فَقْدِهَا. وإذا عُرِفَتْ شَجَرَتُهَا وَشُوهِدَتْ، يَزُولُ اْلاَلمُ فِى زَوَالِهَا لِبَقَاءِ شَجَرَتِهَا الْحَاضِرَةِ، وَتَبْدِيلِ الثَّمَرَةِ الْفَانِيَةِ بِأَمْثاَلِهَا.

وَكَذَا إِنَّ مِنْ أَشَدِّ حَالاَتِ رُوحِ الْبَشَرِ هِىَ التَّأَلمَاتُ النَّاشِئَةُ مِنَ الْفِرَاقَاتِ. فَبِنُورِ اْلاِيمَانِ تَفْتَرِقُ الْفِرَاقَاتُ وَتَنْعَدِمُ. بَلْ تَنْقَلِبُ بِتَجَدُّدِ اْلاَمْثَالِ الَّذِى فِيهِ لَذَّة ٌ أُخْرٰى إِذْ (كُلُّ جَدِيدٍ لَذِيذٌ).



AÇIKLAMA

Lâkin, birinci noktaya istinad ve ikincisinden de istimdat eden adam, kalben ve ruhen pek çok zevk ve lezzetleri, ünsiyetleri hisseder ki, hem mütesellî, hem vicdanı mutmain olur.

Dördüncü nokta

İman nuru, lezâiz-i meşrûanın zevâle başladıkları zaman hasıl olan elemleri, emsalinin vücut ve gelmekte olduklarını göstermekle izale eder.

Ve kezâ, nimetlerin devam edip tenakus etmemesini, nimetlerin menbaını göstermekle temin eder.

Ve kezâ, firak ve ayrılmaların elemlerini, teceddüd-ü emsalinin lezzetini göstermekle izale eder. Yani zeval düşüncesiyle bir lezzette çok elemler olur ki, iman o elemleri teceddüd-ü emsaliyle ihtar ve izale eder. Maahâzâ, lezzetlerin teceddüdünde de başka lezzetler vardır. Evet, bir semerenin şeceresi olmasa, o semerede münhasır kalan lezzet, onun yemesiyle zâil olur ve zevâli de mûcib-i teessür olur. Fakat o semerenin şeceresi mâruf ise, o semerenin zevâlinden elem hasıl olmuyor; çünkü yerine gelen var. Ve aynı zamanda, teceddüd haddizâtında bir lezzettir.

Ve kezâ ruh-u beşeri en ziyade sıkan, ayrılmalardan neş’et eden elemlerdir. Nur-u iman o elemleri teceddüd-ü emsal ve tahaddüs-ü visâl ümidiyle izale eder.

اَلنُّقْطَةُ الْخَامِسَةُ

اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى نُورِ اْلاِيمَانِ الَّذِى يُصَوِّرُ مَا يُتَوَهَّمُ أَعْدآءً وَاَجَانِبَ وَاَمْوَاتاً مُوحِشِينَ، وَاَيْتاَماً بَاكِينَ مِنَ الْمَوْجُودَاتِ، أَحْباَباً وَإِخْوَاناً وَأَحْياَءً مُونِسِينَ، وَعِبَاداً مُسَبِّحِينَ ذَاكِرِينَ.

يَعْنِى أَنَّ نَظَرَ الْغَفْلَةِ يَرٰى مَوْجُودَاتِ الْعَالَمِ مُضِرِّينَ كَاْلاَعْدَاءِ وَيَتَوَحَّشُ مِنْ كُلِّ شَىْءٍ، وَيَرٰى اْلاَشْيآءَ كَاْلاَجَانِبِ. إِذْ فِى نَظَرِ الضَّلاَلَةِ تَنْقَطِعُ عَلاَقَةُ اْلاُخُوَّةِ فِى كُلِّ اْلاَزْمِنَةِ الْمَاضِيَةِ وَاْلاِسْتِقْبَالِيَّةِ. وَمَا اُخُوَّتُهُ وَعَلاَقَتُهُ إِلاَّ فِى زَمَانٍ حَاضِرٍ صَغِيرٍ قَلِيلٍ. فَاُخُوَّةُ أَهْلِ الضَّلاَلةِ كَدَقِيَقَةٍ فِى اُلوفِ سَنَةٍ مِنَ اْلاَجْنَبِيَّةِ. وَاُخُوَّةُ أَهْلِ اْلاِيمَانِ تَمْتَدُّ مِنْ مَبْدَإِ الْمَاضِى إِلٰى مُنْتَهٰى اْلاِسْتِقبَالِ.

وَاِنَّ نَظَرَ الضَّلاَلةِ يَرٰى أَجْرَامَ الْكَائِنَاتِ أَمْوَاتاً مُوحِشِينَ. وَنَظَرَ اْلاِيمَانِ يُشَاهِدُ اُولٰئِكَ اْلاَجْرَامَ أَحْياَءً مُونِسِينَ يَتَكَلَّمُ كُلُّ جِرْمٍ بِلِسَانِ حَالِهِ بِتَسْبِيحَاتِ فَاطِرِهِ. فَلَهَا رُوحٌ وَحَيَاةٌ مِنْ هٰذِهِ الْجِهَةِ. فَلاَ تَكُونُ مُوحِشاً مُدْهِشاً، بَلْ اَنِيساً مُونِساً.

وَاَنَّ نَظَرَ الضَّلاَلةِ يَرٰى ذَوِى الْحَياَةِ الْعَاجِزِينَ عَنْ مَطَالِبِهِمْ لَيْسَ لَهُمْ حَامٍ مُتَوَدِّدٌ وَصَاحِبٌ مُتَعَهِّدٌ. كَأَنهاَ أَيْتاَمٌ يَبْكُونَ مِنْ عَجْزِهِمْ وَحُزْنِهِمْ وَيَأْسِهِمْ. وَنَظَرُ اْلاِيمَانِ يَقُولُ: إِنَّ ذَوِى الْحَياَةِ لَيْسُوا أَيْتَاماً بَاكِينَ، بَلْ هُمْ عِبَادٌ مُكَلَّفُونَ وَمَأْمُورُونَ مُوَظَّفُونَ وَذَاكِرُونَ مُسَبِّحُونَ.



AÇIKLAMA

Beşinci nokta:

İnsan şu mevcudatta kendisine düşman ve ecnebî tevehhüm ettiği veya ölüler, yetimler gibi hayatsız perişan vehmettiği şeyleri nur-u iman, ahbap ve kardeş sıfatıyla gösterir ve hayattar tesbihhân şeklinde irâe eder.

Yani, gafletle bakan adam, âlemin mevcudâtını düşman gibi muzır telâkki ederek tevahhuş eder. Ve eşyayı ecnebîler gibi görür. Çünkü, dalâlet nazarında mâzi ve istikbâl zamanlarındaki eşya arasında uhuvvet, kardeşlik rabıtası ve bağlanış yoktur. Ancak eşya arasında küçük, cüz’î bir alâka olur. Binaenaleyh, ehl-i dalâletin yekdiğerine olan uhuvvetleri, binler senelik uzun bir zamanda bir dakika kadardır.

Ve kezâ, iman nazarında bütün ecrâmı, hayattar ve birbirine ünsiyetli olduklarını görüyor. Ve her bir cirmin lisan-ı haliyle Hâlıkına tesbihat yapmakta olduğunu gösteriyor. İşte, bu itibarla, bütün ecramın kendilerine göre bir nevi hayat ve ruhları vardır. Binaenaleyh imanın şu görüşüne nazaran o ecramda dehşet, vahşet yoktur, ünsiyet ve muhabbet vardır.

Dalâlet nazarı, matluplarını tahsil etmekten âciz olan insanların sahipsiz, hâmîsiz olduklarını telâkki eder ve hüzün, keder, aczlerinden dolayı ağlayan yetimler gibi zanneder. İman nazarı ise, canlı mahlûkata, ağlar yetimler gibi değil, ancak mükellef memur, muvazzaf zâkir ve tesbihhân ibâd sıfatıyla bakar.


اَلنُّقْطَةُ السَّادِسَةُ

اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى نُورِ اْلاِيمَانِ الْمُصَوِّرِ لِلدَّارَينِ كَسُفْرَتَيْنِ مَمْلُوءَتَيْنِ مِنَ النِّعَمِ يَسْتَفِيدُ مِنْهُمَا الْمُؤْمِنُ بِيَدِ اْلاِيمَانِ بِأَنْوَاعِ حَوَاسِّهِ الظَّاهِرَةِ وَالْبَاطِنَةِ، وَاَقْسَامِِ لَطَائِفِهِ الْمَعْنَويَّةِ وَالرُّوحِيَّةِ الْمُنْكَشِفَةِ بِضِيَاءِ اْلاِيمَانِ. نَعَمْ: إنَّ فِى نَظَرِ الضَّلاَلةِ تَتَصَاغَرُ دَائِرَةُ اِسْتِفَادَةِ ذَوِى الْحَياَةِ اِلٰى دَائِرَةِ لَذَائِذِهِ الْمَادِّيَّةِ الْمُنَغَّصَةِ بِزَوَالِهَا.

وَبِنُورِ اْلاِيمَانِ تَتَوَسَّعُ دَائِرَةُ اْلاِسْتِفَادَةِ اِلٰى دآئِرَةِ تُحِيطُ بِالسَّمٰواتِ وَاْلاَرْضِ بَلْ بِالدُّنْياَ وَاْلآخِرَةِ. فَالْمُؤْمِنُ يَرٰى الشَّمْسَ كَسِرَاجٍ فِى بَيْتِهِ وَرَفِيقاً فِى وَظِيفَتِهِ وَأنِيسساً فِى سَفَرِهِ؛ وَتَكُونُ الشَّمْسُ نِعْمَةً مِنْ نِعْمَةٍ. وَمَنْ تَكُونُ الشَّمْسُ نِعْمَةً لَهُ؛ تَكُونُ دَائِرَةُ اِسْتِفَادَتِهِ وَسُفْرَةُ نِعْمَتِهِ اَوْسَعَ مِنَ السَّمٰواتِ.

فَالْقُرْآنُ الْمُعْجِزُ الْبَيَانِ بِاَمْثَالِ (وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ)1 (وَسَخَّرَ لَكُمْ مَا فِى اْلاَرْضِ) 2 يُشِيرُ بِبَلاَغَتِهِ إِلٰى هٰذِهِ اْلإِحْسَانَاتِ الْخَارِقَةِ النَّاشِئَةِ مِنَ اْلاِيمَانِ.

اَلنُّقْطَةُ السَّابِعَة

اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلَى اللهِ. فَوُجُودُ الْوَاجِبِ الْوُجوُدِ نِعْمَة ٌ لَيْسَتْ فَوْقهَا نِعْمَةٌ لِكُلِّ أَحَدٍ ولِكُلِّ مَوْجُودٍ. وَهٰذِهِ النِّعْمَةُ تَتََضَمَّنُ أَنْوَاعَ نِعَمٍ لاَ نِهَايَةَ لَهَا، وَأَجْنَاسِ إِحْسَانَاتٍ لاَ غَايَةَ لَهَا، وَأَصْنَافَ عَطِيَّاتٍ لاَ حَدَّ لَهَا.



AÇIKLAMA

Altıncı nokta

Nur-u iman, dünya ve âhiret âlemlerini çeşit çeşit nimetlere mazhar iki sofra ile tasvir eder ki, mü’min olan kimse iman eliyle ve zâhirî, bâtınî duygularıyla ve mânevî, ruhî olan letaifiyle o sofralardan istifade ediyor. Dalâlet nazarında ise, zevilhayatın daire-i istifadesi küçülür, maddî lezzetlere münhasırdır.

İman nazarında, semâvât ve arzı ihâta eden bir daire kadar tevessü eder. Evet, bir mü’min, güneşi kendi hanesinin damında asılmış bir lüküs, kameri bir idare lâmbası addedebilir. Bu itibarla şems, kamer, kendisine bir nimet olur. Binaenaleyh mü’min olan zâtın daire-i istifadesi semâvâttan daha geniş olur.

Evet, Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan “Güneşi ve ayı da sizin hizmetinize verdi.” (İbrahim Sûresi, 14:33); “Yerde olanları da sizin hizmetinize vermiştir.” (Hac Sûresi, 22:65) âyetlerin belâgatı ile, imandan neş’et eden şu harika ihsanlara, in’âmlara işaret ediyor.

Yedinci nokta

Nur-u iman ile bilinir ki, Allah’ın varlığı bütün nimetlerin fevkinde öyle büyük bir nimettir ki, sonsuz nimetlerin envâını, nihayetsiz ihsanların cinslerini, sayısız atiyyelerin sınıflarını hâvi bir menba, bir kaynaktır.


قَدْ اُشِيرَ اِلٰى قِسْمٍ مِنْهاَ فِى اَجْزَاءِ (رِسَالَةِ النُّورِ) وَبِالْخَاصَّةِ (فِى الْمَوْقِفِ الثَّالِثِ مِنَ الرِّسَالَةِ الثَّانِيَةِ وَالثَّلاَثِينَ). وَكُلُّ الرَّسَائِلِ الْباَحِثَةِ عَنِ اْلاِيمَانِ بِاللهِ مِنْ أَجْزَاءِ رِسَالَةِ النُّورِ تَكْشِفُ الْحِجَابَ عَنْ وَجْهِ هٰذِهِ النِّعْمَةِ. فَإِكْتِفَاءً بِهَا نَقْتَصِرُ هُناَ.

اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى رَحْمَانِيَّتِهِ تَعَالٰى اَلتِى تَتَضَمَّنُ نِعَماً بِعَدَدِ مَنْ تَعَلَّقَ بِهِ الرَّحْمَةُ مِنْ ذَوِى الْحَََياَةِ. إِذْ فِى فِطْرَةِ اْلاِنْسَانِ بِسِرِّ جَامِعِيَّتِهِ عَلاَقاَتٌ بِكُلِّ ذَوِى الْحَياَةِ تَحْصُلُ لَهُ سَعَادَة ٌ مَعْنَويَّةٌ بِسَبَبِ سَعَادَاتِهِمْ. وَفِى فِطْرَتِهِ تَأَثرٌ بِآلاَمِهِمْ. فَالنِّعْمَةُ عَلَيْهِمْ تَكُونُ نَوْعَ نِعْمَةٍ لِذَلِكَ اْلاِنْسَانِ. وَالْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى رَحِيمِيَّتِهِ تَعَالٰى بِعَدَدِ اْلاَطْفَالِ الْمُنْعَمِ عَلَيْهِمْ بِشَفَقَاتِ وَالِدَاتِهِمْ. إِذْ كَمَا أَنَّ كُلَّ مَنْ لَهُ فِطْرَةٌ سَلِيمَةٌ يَتَأَلمُ وَيَتَوَجَّعُ مِنْ بُكَاءِ طِفْلٍ جَائِعٍ لاَ وَالِدَةَ لَهُ؛ كَذَلِكَ يَتَنَعَّمُ بِتَعَطُّفِ الْوَالِدَاتِ عَلٰى أَطْفَالِهَا. اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى حَكِيمِيَّتِهِ تَعَالٰى بِعَدَدِ دَقَائِقِ جَمِيعِ أَنْوَاعِ حِِكْمَتِهِ فِى الْكَائِنَاتِ. إِذْ كَمَا تَتَنَعَّمُ نَفْسُ اْلإِنْسَانِ بِجَلَوَاتِ رَحْمَانِيَّتِهِ، وَيَتَنَعَّمُ قَلْبُ اْلاِنْسَانِ بِتَجَلِّياَتِ رَحِيمِيَّتِهِ؛ كَذَلِكَ يَتَلَذَّذُ عَقْلُ اْلاِنْسَانِ بِلَطَائِفِ حِكْمَتِهِ.



AÇIKLAMA

Binaenaleyh, zerrât-ı âlemin adedince iman nimetlerine hamd ü senâ etmek bir borçtur. Risale-i Nur’un eczasında bir kısmına işaretler yapılmıştır. Maahâzâ, iman-ı billâhdan bahseden Risale-i Nur’un cüzleri, bu nimetten perdeyi kaldırarak gösteriyor.

“Elhamdü lillâh” lâm-ı istiğrakla işaret ettiği umum hamdlerle hamd edilmesi lâzım olan nimetlerden birisi de, Rahmâniyet nimetidir. Evet, Rahmâniyet, zevilhayattan rahmete mazhar olanların sayısınca nimetleri tazammun etmiştir. Çünkü bilhassa insan, her bir zîhayatla alâkadardır. Bu itibarla insan her zîhayatın saadetiyle saidleşir ve elemleriyle müteessir olur. Öyleyse, herhangi bir fertte bulunan bir nimet, arkadaşlarına da bir nimettir. Ve kezâ, validelerin şefkatleriyle nimetlenen çocukların sayısınca nimetleri tazammun edip ona göre hamdlere, senâlara kesb-i istihkak edenlerden birisi de rahîmiyettir. Evet, annesiz aç bir çocuğun ağlamasından müteessir ve acıyan bir vicdan sahibi, elbette validelerin çocuklarına olan şefkatlerinden zevk alır, memnun ve mahzuz olur. İşte, bu gibi zevkler birer nimettir, hamd ve şükürler ister. Ve kezâ, kâinatta mündemiç hikmetlerin bütün envâ ve efradı adedince hamd ve şükürleri iktiza edenlerden birisi de hakîmiyettir. Zira insanın nefsi, Rahmâniyetin cilveleriyle, kalbi de Rahîmiyetin tecelliyatıyla nimetlendikleri gibi, insanın aklı da hakîmiyetin letaifiyle zevk alır, telezzüz eder. İşte, bu itibarla ağız dolusu ile “Elhamdü lillâh” söylemekle hamd ü senâları istilzam eder.


اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى حَفِيظِيَّتِهِ تَعَالٰى بِعَدَدِ تَجَلِّياَتِ اِسْمِهِ (الْوَارِثِ)، وَبِعَدَدِ جَمِيعِ مَا بَقِىَ بَعْدَ فَوَاتِ اُصُولِهَا وَآبآئِهَا وَصَوَاحِبِهَا، وَبِعَدَدِ مَوجُودَاتِ دَارِ اْلآخِرَةِ، وَبِعَدَدِ آمَالِ الْبَشَرِ الْمَحْفُوظَةِ ِلاَجْلِ الْمُكَافَأَةِ اْلاُخْرَوِيَّةِ. إِذْ دَوَامُ النِّعْمَةِ اَعْظَمُ نِعْمَةً مِنْ نَفسِ النِّعْمَةِ؛ وَبَقَاءُ اللَّذَّةِ لَذَّةٌ أَعْلٰى لَذَّةً مِنْ نَفسِ اللَّذَّةِ؛ وَالْخُلودُ فِى الْجَنَّةِ نِعْمَةٌ فَوْقَ نَفْسِ الْجَنَّةِ. وَهَكَذَا. فَحَفِيظِيَّتُهُ تَعَالٰى تَتَضَمَّنُ نِعَماً اَكْثَرَ وَاَزْيدَ وَاَعْلٰى مِنْ جَمِيعِ النِّعَمِ عَلٰى الْمَوْجُودَاتِ فِى جَمِيعِ الْكَائِنَاتِ.

وَهٰكَذَا، فَقِسْ عَلٰى اِسْمِ (الرَّحْمٰنِ وَالرَّحِيمِ وَالْحَكِيمِ وَالْحَفِيظِ) سآئِرَ أَسْمَائِهِ الْحُسْنىٰ. فَالْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى كُلِّ اسْمٍ مِنْ أَسْمآئِهِ تَعَالٰى حَمْداً بِلاَ نِهَايَةٍ. لِمَا أَنَّ فِى كُلِّ اسْمٍ مِنْهَا نِعَماً بِلاَ نِهَايَةٍ.

اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى الْقُرآنِ الَّذِى هُوَ تَرْجُمَانٌ لِكُلِّ مَا مَضٰى مِنْ جَمِيعِ اْلإِنْعَامَاتِ الَّتِى لاَ نِهَايَةَ لَهَا حَمْداً بِلاَ نِهَايَةٍ. اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى مُحَمَّدٍ عَليْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ حَمْداً بِلاَ نِهَايَةٍ. إِذْ هُوَ الْوَسِيلَةُ لِلاِيمَانِ الَّذِى فِيهِ جَمِيعُ الْمَفَاتِيحِ لِجَمِيعِ خَزَائِنِ النِّعمِ الَّتِى أَشَرْناَ إِلَيْهَا فِى هٰذَا الْباَبِ الثَّانِى آنِفاً. اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى نِعْمَةِ اْلاِسْلاَمِيَّةِ الَّتِى هِىَ مَرْضِيَّاتُ رَبِّ الْعَالَمِينَ، وَفِهْرِسْتَةٌ ِلاَنْوَاعِ نِعَمِهِ الْمَادِّيةِ وَالْمَعْنَوِيَّةِ، حَمْداً بِلاَ نِهَايَةٍ.



AÇIKLAMA

Ve kezâ, Esmâ-i Hüsnâdan “Vâris” isminin tecelliyatı adedince ve babalar gibi usulün zevâlinden sonra bâki kalan fürûatın sayısınca ve âlem-i âhiretin mevcudatı adedince ve uhrevî mükâfatları almaya medar olmak üzere hıfzedilen beşerin amelleri sayısınca, sadâsı ile şu fezayı dolduracak kadar büyük bir “Elhamdü lillâh” ile hamd edilecek hafîziyet nimetidir. Çünkü, nimetin devamı, nimetin zâtından daha kıymetlidir. Lezzetin bekàsı, lezzetten daha lezizdir. Cennette devam, cennetin fevkindedir. Ve hâkeza... Binaenaleyh, Cenâb-ı Hakkın hafîziyeti tazammun ettiği nimetler, bütün kâinatta mevcut, bütün nimetlerden daha çok ve daha üstündedir. Bu itibarla dünya dolusu ile bir “Elhamdü lillâh” ister.

Şu zikredilen dört isme, bâki kalan Esmâ-i Hüsnâyı kıyas et ki, herbir isimde sonsuz nimetler bulunduğu için sonsuz hamdleri, şükürleri istilzam eder.

Ve kezâ, bütün nimet hazinelerini açmak salâhiyetinde olan, nimet-i imana vesile olan Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm dahi öyle bir nimettir ki, nev-i beşer ilelebed o zâtı (a.s.m.) medh ü senâ etmeye borçludur. Ve kezâ, maddî ve mânevî bütün nimetlerin envâına fihriste ve kaynak olan İslâmiyet ve Kur’ân nimeti de gayr-ı mütenâhi hamdleri bil’istihkak istilzam eder.


اَلنُّقْطَةُ الثَّامِنَةُ

اَلْحَمْدُ ِللهِ الَّذِى يَحْمَدُ لَهُ وَيُثنِى عَلَيْهِ بِإِظْهَارِ أَوْصَافِ جَمَالِهِ وَكَمَالِهِ، هٰذَا الْكِتَابُ الْكَبِيرُ الْمُسَمّٰى بِـ(الْكَائِنَاتِ) بِجَمِيعِ اََبْوَابِهِ وَفصُولِهَا، وَبِجَمِيعِ صَحَائِفِهِ وَسُطُورِهَا، وَبِجَمِيعِ كَلِمَاتِهِ وَحُرُوفِهَا،

كُلٌّ بِقَدَرِ نِسْبَتِهِ يَحْمَدُهُ تَعَالٰى وَيُسَبِّحُهُ بِإِظْهَارِ بَوَارِقِ اَوْصَافِ جَلاَلِ نَقَّاشِهِ اْلاَحَدِ الصَّمَدِ بِمَظْهَرِيَّةِ كُلٌّ بِقَدَرِ نِسْبَتِهِ ِلأضْوَاءِ أَوْصَافِ جَمَالِ كَاتِبِهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ، وَبِمَظْهَرِيَّةِ كُلٌ بِقَدَرِ نِسْبَتِهِ ِلأَنْوَارِ أَوْصَافِ كَمَالِ مُنْشِِئِهَا وَمُنْشِدِهَا الْقَدِيرِ الْعَلِيمِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ، وَبِمِرْآتِيَّةِ كُلٍّ بِقَدَرِ نِسْبَتِهِ ِلاَشِعَّةِ تَجَلِّياَتِ أَسْمَاءِ مَنْ لَهُ اْلاَسْمَاءُ الْحُسْنىٰ. جَلَّ جَلاَلهُ وَلاَ إِلٰهَ إِلاَّ هُوَ.



AÇIKLAMA

Sekizinci nokta

Öyle bir Allah’a hamd olsun ki, kâinat ile tâbir edilen şu kitab-ı kebîr ve onun tefsiri olan Kur’ân-ı Azîmüşşanın beyanına göre bütün babları ile fasılları ve bütün sayfaları ile satırları ve bütün kelimatı ile harfleri, o Zât-ı Akdese, sıfât-ı cemâliye ve kemâliyesini izhar ile hamd ü senâhandır. Şöyle ki:

O kitab-ı kebîrin herbir nakşı, küçük olsun, büyük olsun, karınca kaderince, Vâhid ve Samed olan Nakkaşının evsaf-ı celâliyesini izhar ile hamd-ü senâlar eder. Ve kezâ, o kitabın herbir yazısı, Rahmân ve Rahîm olan Kâtibinin evsâf-ı cemâlini göstermekle senâhan oluyor. Ve kezâ, o kitabın bütün yazıları noktaları, nakışları, Esmâ-i Hüsnânın tecelliyat ve cilvelerine mâkes ve mazhar olmak cihetiyle, o Zât-ı Akdesi takdis, tahmid, temcid ile senâhandır. Ve kezâ, o kitabın her bir nazmı, kasidesi, Kadîr, Alîm olan Nâzımını takdis ile tahmid eyler.


اَلنُّقْطَةُ التَّاسِعَةُ 1
HAŞİYE 1


اَلْحَمْدُ-مِنَ اللهِ بِاللهِ عَلَى اللهِ- ِللهِ بِعَدَدِ ضَرْبِ ذَرَّاتِ الْكَائِنَاتِ مِنْ أَوَّلِ الدُّنيَا اِلٰى آخِرِ الْخِلْقَةِ فىِ عَاشِرَاتِ دَقاَئِقِ اْلأَزْمِنَةِ مِنَ اْلأَزَلِ اِلٰى اْلأَبدِ. اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلَى (الْحَمْدُ ِللهِ) بِدَوْرٍ دآئِرٍ فِى تَسَلْسُلٍ HAŞİYE 2 يَتَسَلْسَلُُ إِلٰى مَالاَ يَتَنَاهىٰ. اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى نِعْمَةِ الْقُرْآنِ وَاْلاِيمَانِ عَلَيَّ وَعَلٰى إِخْوَانِى بِعَدَدِ ضَرْبِ ذَرَّاتِ وُجُودِى فِى عَاشِرَاتِِ دَقَائِقِ عُمْرِى فِى الدُّنْياَ، وَبَقَائِى وَبقَائِهِمْ فِى اْلآخِرَةِ.

(سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا إِلاَّ عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ) (اَلْحَمْدُ ِللهِ الَّذِى هَديٰنَا لِهٰذَا وَمَا كُناَّ لِنَهْتَدِىَ لَوْلاَ أَنْ هَديٰنَا اللهُ لَقَدْ جَآءَتْ رُسُلُ رَبناَ بِالْحَقِّ). اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ حَسَنَاتِ اُمَّتِهِ وَعَلٰى آلهِ وَصَحْبِهِ وَسَلِّمْ آمِينَ. وَالْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ.



AÇIKLAMA

Hamd Allah’tan gelir, Allah ile kaimdir, Allah için ve Onun vücudu sebebiyledir. Dünyanın evvelinden hilkatin âhirine kadar bütün zerrât-ı kâinatın, ezelden ebede bütün zamanlardaki dakikaların âşirelerine darbı adedince, Allah’a hamd olsun. “Elhamdü lillâh” nimeti için dahi, nâmütenâhi bir devir ve teselsülle HAŞİYE 2 Allah’a hamd olsun. Bana ve kardeşlerime ihsan ettiği Kur’ân nimeti için, zerrât-ı vücudumun, dünyadaki ömrümün dakikalarının âşireleriyle ve âhirette benim ve kardeşlerimin bekàlarıyla darbı adedince hamd olsun.

“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” (Bakara Sûresi, 2:32.) “Bizi bu saâdete eriştiren Allah’a hamd olsun. Yoksa Allah hidâyet etmeseydi biz kendiliğimizden buna erişemezdik.” (A’râf Sûresi, 7:43.) Allahım, ümmetinin hasenâtı adedince, Efendimiz Muhammed’e ve âl ve ashabına salât ve selâm et. Âmin. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.

اَلْباَبُ الثَّالِثُ

فِى مَرَاتِبِ (اَللهُ اَكْبَرُ )




اَلْمَرْتَبَةُ اْلاوُلٰى

(وَقُلِ الْحَمْدُ ِللهِ الَّذِى لَمْ يَتَّخّذْ وَلَداً وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَرِيكٌ فِى الْمُلْكِ وَلمْ يَكُنْ لَهُ وَلِىٌّ مِنَ الذُّلِّ وَكَبّرْهُ تَكْبِيراً ) لَبَّيْكَ وَسَعْدَيْكَ

جَلَّ جَلاَلهُ اَللهُ اَكْبَرُ مِنْ كُلِّ شَىْءٍ قُدْرَةً وَعِلْماً، اِذْ هُوَ الْخَالِقُ الْباَرِئُ الْمُصَوِّرُ الَّذِى صَنَعَ اْلاِنْسَانَ بِقُدْرَتِهِ كَالْكَائِنَاتِ، وَكَتَبَ الْكَائِنَاتِ بِقَلَمِ قَدَرِهِ كَمَا كَتَبَ اْلاِنْسَانَ بِذَلِكَ الْقَلَمِ. اِذْ ذاَكَ الْعَالَمُ الْكَبِيرُ كَهٰذَا الْعَالَمِ الصَّغِيرِ مَصْنوعُ قُدْرَتِهِ مَكْتُوبُ قَدَرِهِ. اِبْدَاعُهُ لِذَاكَ صَيَّرَهُ مَسْجِداً. اِيجَادُهُ لِهٰذَا صَيَّرَهُ سَاجِداً. اِنْشَاؤُهُ لِذَاكَ صَيَّرَ ذاَكَ مُلْكًا. بِنَاؤُهُ لِهٰذَا صَيَّرَهُ مَمْلُوكًا. صَنْعَتُهُ فِى ذَاكَ تَظَاهَرَتْ كِتَاباً. صِبْغَتُهُ فِى هٰذَا تَزَاهَرَتْ خِطَاباً.

قُدْرَتهُ فِى ذَاكَ تُظْهِرُ حِشْمَتَهُ. رَحْمَتُهُ فِى هٰذَا تَنْظِمُ نِعْمَتَهُ. حِشْمَتُهُ فِى ذَاكَ تَشْهَدُ هُوَ الْوَاحِدُ. نِعْمَتُهُ فِى هٰذَا تُعْلِنُ هُوَ اْلاَحَدُ. سِكَّتُهُ فِى ذَاكَ فِى الْكُلِّ وَاْلاَجْزَاءِ سُكُونًا حَرَكَةً. خَاتَمُهُ فِى هٰذَا فِى الْجِسْمِ وَاْلاَعْضَاءِ حُجَيْرَةً ذَرَّةً.



AÇIKLAMA

ÜÇÜNCÜ BAB

Allahu Ekber’in mertebelerine dairdir.

[Otuz üç mertebesinden yedi mertebeyi zikredeceğiz. O mertebelerden mühim bir kısmı Yirminci Mektubun İkinci Makamında ve Otuz İkinci Sözün İkinci Mevkıfının âhirinde ve Üçüncü Mevkıfının evvelinde izah edilmiştir. Şu mertebelerin hakikatini anlamak isteyenler o iki Söze müracaat etsinler.)

Birinci Mertebe

“De ki: ‘Hamd olsun o Allah’a ki, evlât edinmekten münezzehtir, mülkünde ortağı bulunmaz ve hiçbir şeyden de âciz değildir ki yardımcıya ihtiyacı olsun.’ Ve hürmet ve tâzimle Onun yüceliğini an.” (İsrâ Sûresi, 17:111).

Emret Allah’ım, emrini yerine getirmeye hazırız. Celâli (haşmeti) yüce olan Allah, ilmi ve kudretiyle herşeyden sonsuz derecede büyüktür. Zira O herşeyi yaratan öyle bir Hâlık ve yarattığı varlıklara birbirinden ayrı ve lâyık şekiller veren öyle bir Bâri’ ve o varlıkları en güzel suretlere kavuşturan Musavvirdir ki, kudretiyle insanı bir kâinat gibi san’atlı yaratmış; ve insanı nasıl kader kalemiyle yazmışsa, kâinatı da aynen o kalemle yazmıştır. Çünkü şu büyük âlem olan kâinat, aynen bu küçük âlem olan insan gibi, Onun kudretinin san’at eseri ve kaderinin mektubudur. Herşeyi sonsuz san’at ve hikmetle yapan Sâni-i Hakîm şu büyük âlemi öyle bir surette yoktan var etmiştir ki, onu bir mescid şekline döndürmüş; ve bu küçük âlemi de öyle bir surette icad etmiştir ki, onu secde eden bir kul yapmıştır. Şu büyük âlemi bir mülk şeklinde inşa etmiş, bu küçük âlemi de bütün mülke muhtaç bir memlük olarak bina etmiştir. Onun büyük âlemdeki san’atı bir kitap şeklinde kendini göstermiş, insandaki sıbğası (boyası) ise hitap çiçekleri açmıştır. Onun kudreti, büyük âlemde rubûbiyetinin (rablığının) haşmetini gösterirken, küçük âlem olan insanda da nimetleri tanzim ediyor. Onun haşmeti büyük âlemde vahdâniyetine (zâtının birliğine) şehadet ederken, rahmeti de küçük âlemde Onun ehadiyetini (her bir varlıkta tecelli eden birliğini) ilân ediyor. O celâl (haşmet) sahibi San’atkâr, büyük âlemin tamamına ve nevilerin ve fertlerin hareket ve sükûnetlerine birer sikke-i vahdet (birlik mührü) koyduğu gibi, şu insanın cisim ve organlarına ve hücre ve zerrelerine dahi öylece birer hâtem-i vahdet (birlik mührü) basmıştır.


فَانْظُرْ اِلٰى آثاَرِهِ الْمُتَّسِقَةِ كَيْفَ تَرٰى كَالْفَلَقِ سَخَاوَةً مُطْلَقَةً مَعَ اِنْتِظَامٍ مُطْلَقٍ، فِى سُرْعَةٍ مُطْلَقَةٍ مَعَ اِتِّزَانٍ مُطْلَقٍ، فِى سُهُولَةٍ مُطْلَقَةٍ مَعَ اِتْقَانٍ مُطْلَقٍ ، فِى وُسْعَةٍ مُطْلَقَةٍ مَعَ حُسْنِ صُنْعٍ مُطْلَقٍ، فِى بُعْدَةٍ مُطْلَقَةٍ مَعَ اِتِّفَاقٍ مُطْلَقٍ، فِى خِلْطَةٍ مُطْلَقَةٍ مَعَ اِمْتِيَازٍ مُطْلَقٍ، فِى رُخْصَةٍ مُطْلَقَةٍ مَعَ غُلُوٍّ مُطْلَقٍ.

فَهَذِهِ الْكَيْفِيَّةُ الْمَشْهُودَةُ شَاهِدَةٌ لِلْعَاقِلِ الْمُحَقِّقِ، مُجْبِرَةٌ لِلاَحْمَقِ الْمُنَافِقِ عَلٰى قَبُولِ الصّنْعَةِ وَالْوَحْدَةِ لِلْحَقِّ ذِى الْقُدْرَةِ الْمُطْلَقَةِ، وَهُوَ الْعَليِمُ الْمُطْلَقُ.

و َفِى الْوَحْدَةِ سُهُولَةٌ مُطْلَقَةٌ، وَفِى الْكَثْرَةِ وَالشِّرْكَةِ صُعُوبَةٌ مُنْغَلِقَةٌ:

اِنْ اُسْنِدَ كُلُّ اْلاَشْيَاءِ لِلْوَاحِدِ، فَالْكَائِنَاتُ كَالنَّخْلَةِ، وَالنَّخْلَةُ كَالثَّمَرَةِ سُهُولَةً فِى اْلاِبْتِدَاعِ.

وَإِنْ اُسْنِدَ لِلْكَثْرَةِ فَالنَّخْلَةُ كَالْكَائِنَاتِ، وَالثَّمَرَةُ كَالشَّجَرَاتِ صُعُوبَةً فِى اْلاِمْتِنَاعِ. اِذْ اَلْوَاحِدُ بِالْفَعْلِ الْوَاحِدِ يُحَصِّلُ نَتِيجَةً وَوَضْعِيَّةً لِلْكَثِيرِ بِلاَ كُلْفَةٍ وَلاَ مُباَشَرَةٍ؛ وَلوْ اُحِيلَتْ تِلْكَ الْوَضْعِيَّةُ وَالنَّتيِجَةُ اِلٰى الْكَثْرَةِ لاَ يُمْكِنُ اَنْ تَصِلَ اِلَيْهَا اِلاَّ بِتَكَلُّفَاتٍ وَمُباَشَرَاتٍ وَمُشَاجَرَاتٍ كَاْلاَمِيرِ مَعَ النَّفَرَاتِ، وَالْبَانِى مَعَ الْحَجَراتِ، وَاْلاَرْضِ مَعَ السَّيَّارَاتِ، والْفَوَّارَةِ مَعَ الْقَطَرَاتِ، وَنقْطَةِ الْمَرْكَزِ مَعَ النُّقَطِ فِى الدَّائِرَةِ.

بِسِرِّ اَنَّ فِى الْوَحْدَةِ يَقُومُ اْلاِنْتِسَابُ مَقَامَ قُدْرَةٍ غَيْرِ مَحْدُودَةٍ. وَلاَ يَضْطَرُّ السَّبَبُ لِحَمْلِ مَنَابِعِ قُوَّتِهِ وَيَتَعَاظَمُ اْلاَثَرُ بِالنّسْبَةِ اِلٰى الْمُسْنَدِ اِلَيْهِ.




AÇIKLAMA

Şimdi Onun eserlerine toplu bir halde bak: Nasıl gün gibi âşikâr bir şekilde, sehavet-i mutlaka (sınırsız bir cömertlik) ile beraber mutlak bir intizam (düzenlilik) göreceksin. Onu da mutlak bir sür’at ile beraber mutlak bir ittizan (ölçü ve denge) içinde göreceksin. Onu da mutlak bir itkanla (kusursuzlukla) beraber mutlak kolaylık içinde göreceksin. Onu da mutlak güzel san’atla beraber mutlak bir genişlik içinde göreceksin. Onu da mutlak bir uzaklıkla beraber mutlak bir ittifak (beraberlik) içinde bulacaksın. Onu da mutlak bir ihtilât (iç içe bir vaziyet) ile beraber mutlak bir imtiyaz (ayrılmış bir vaziyet) içinde göreceksin. Onu da, yüksek değerlilikle beraber mutlak bolluk ve kolaylıkla hadsiz mahlûkatın istifadesine arz edilmiş bir şekilde bulacaksın.

İşte bu gözle görünen keyfiyet, akıl sahibi bir ehl-i tahkik (araştırmacı) için bir şahit olduğu gibi, ahmak bir münafığı dahi, bütün bunların herşeyi bilen bir mutlak kudret sahibinin birlik eseri olduğunu kabul etmek zorunda bırakır.

Vahdette (birlikte) mutlak bir kolaylık, şirk ve kesrette (çoklukta) ise içinden çıkılması imkânsız bir zorluk vardır.

Eğer bütün varlıklar tek bir zâta verilse, kâinatı hiç yoktan icad etmek, bir hurma fidanı icad etmek kadar, bir hurma fidanı da bir meyve kadar kolay olur. Kesrete (çokluğa) dayandırıldığında ise, meyveyi ağaç kadar, ağacı ise kâinat kadar zorlaştıran bir imkânsızlık ortaya çıkar. Zira birtek zât, pek çok şey için birtek sonucu ve durumu, birtek fiil ile, külfetsiz ve temassız (bizzat uğraşmayacak) bir şekilde elde eder. Eğer bu durum ve sonuç kesrete (çokluğa) havale edilse, o sonuca ancak pek çok zorluklar, bizzat sergilediği uğraşılar ve çekişmeler ile ulaşılabilir: bir subayın görevini erlere, ustanın görevini binanın taşlarına, dünyanın kendi etrafındaki dönüşüyle meydana gelen yıldız ve gezegenlerin yerlerinin değişmelerini o yıldız ve gezegenlerin hareketlerine, daire merkezinin görevini o dairenin çevresindeki noktalara bırakmak gibi...

Vahdette (birlikte), intisap (bağlanma) sırrıyla, sonsuz bir kudret bulunur. Bu suretle, bir sebep bütün kuvvet kaynaklarını kendisi taşımak zorunda kalmaz ve o sebepten meydana gelen eser, onun dayandığı şey oranında büyük olur.

selam ve dua ile kalınız... [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
*GüLer*
*GüLer*
VEFALI ÜYEMİZ
VEFALI ÜYEMİZ


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Empty Geri: Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz

Mesaj tarafından *GüLer* 04.06.10 20:49

فَانْظُرْ اِلٰى آثاَرِهِ الْمُتَّسِقَةِ كَيْفَ تَرٰى كَالْفَلَقِ سَخَاوَةً مُطْلَقَةً مَعَ اِنْتِظَامٍ مُطْلَقٍ، فِى سُرْعَةٍ مُطْلَقَةٍ مَعَ اِتِّزَانٍ مُطْلَقٍ، فِى سُهُولَةٍ مُطْلَقَةٍ مَعَ اِتْقَانٍ مُطْلَقٍ ، فِى وُسْعَةٍ مُطْلَقَةٍ مَعَ حُسْنِ صُنْعٍ مُطْلَقٍ، فِى بُعْدَةٍ مُطْلَقَةٍ مَعَ اِتِّفَاقٍ مُطْلَقٍ، فِى خِلْطَةٍ مُطْلَقَةٍ مَعَ اِمْتِيَازٍ مُطْلَقٍ، فِى رُخْصَةٍ مُطْلَقَةٍ مَعَ غُلُوٍّ مُطْلَقٍ.

فَهَذِهِ الْكَيْفِيَّةُ الْمَشْهُودَةُ شَاهِدَةٌ لِلْعَاقِلِ الْمُحَقِّقِ، مُجْبِرَةٌ لِلاَحْمَقِ الْمُنَافِقِ عَلٰى قَبُولِ الصّنْعَةِ وَالْوَحْدَةِ لِلْحَقِّ ذِى الْقُدْرَةِ الْمُطْلَقَةِ، وَهُوَ الْعَليِمُ الْمُطْلَقُ.

و َفِى الْوَحْدَةِ سُهُولَةٌ مُطْلَقَةٌ، وَفِى الْكَثْرَةِ وَالشِّرْكَةِ صُعُوبَةٌ مُنْغَلِقَةٌ:

اِنْ اُسْنِدَ كُلُّ اْلاَشْيَاءِ لِلْوَاحِدِ، فَالْكَائِنَاتُ كَالنَّخْلَةِ، وَالنَّخْلَةُ كَالثَّمَرَةِ سُهُولَةً فِى اْلاِبْتِدَاعِ.

وَإِنْ اُسْنِدَ لِلْكَثْرَةِ فَالنَّخْلَةُ كَالْكَائِنَاتِ، وَالثَّمَرَةُ كَالشَّجَرَاتِ صُعُوبَةً فِى اْلاِمْتِنَاعِ. اِذْ اَلْوَاحِدُ بِالْفَعْلِ الْوَاحِدِ يُحَصِّلُ نَتِيجَةً وَوَضْعِيَّةً لِلْكَثِيرِ بِلاَ كُلْفَةٍ وَلاَ مُباَشَرَةٍ؛ وَلوْ اُحِيلَتْ تِلْكَ الْوَضْعِيَّةُ وَالنَّتيِجَةُ اِلٰى الْكَثْرَةِ لاَ يُمْكِنُ اَنْ تَصِلَ اِلَيْهَا اِلاَّ بِتَكَلُّفَاتٍ وَمُباَشَرَاتٍ وَمُشَاجَرَاتٍ كَاْلاَمِيرِ مَعَ النَّفَرَاتِ، وَالْبَانِى مَعَ الْحَجَراتِ، وَاْلاَرْضِ مَعَ السَّيَّارَاتِ، والْفَوَّارَةِ مَعَ الْقَطَرَاتِ، وَنقْطَةِ الْمَرْكَزِ مَعَ النُّقَطِ فِى الدَّائِرَةِ.

بِسِرِّ اَنَّ فِى الْوَحْدَةِ يَقُومُ اْلاِنْتِسَابُ مَقَامَ قُدْرَةٍ غَيْرِ مَحْدُودَةٍ. وَلاَ يَضْطَرُّ السَّبَبُ لِحَمْلِ مَنَابِعِ قُوَّتِهِ وَيَتَعَاظَمُ اْلاَثَرُ بِالنّسْبَةِ اِلٰى الْمُسْنَدِ اِلَيْهِ.



AÇIKLAMA

Şimdi Onun eserlerine toplu bir halde bak: Nasıl gün gibi âşikâr bir şekilde, sehavet-i mutlaka (sınırsız bir cömertlik) ile beraber mutlak bir intizam (düzenlilik) göreceksin. Onu da mutlak bir sür’at ile beraber mutlak bir ittizan (ölçü ve denge) içinde göreceksin. Onu da mutlak bir itkanla (kusursuzlukla) beraber mutlak kolaylık içinde göreceksin. Onu da mutlak güzel san’atla beraber mutlak bir genişlik içinde göreceksin. Onu da mutlak bir uzaklıkla beraber mutlak bir ittifak (beraberlik) içinde bulacaksın. Onu da mutlak bir ihtilât (iç içe bir vaziyet) ile beraber mutlak bir imtiyaz (ayrılmış bir vaziyet) içinde göreceksin. Onu da, yüksek değerlilikle beraber mutlak bolluk ve kolaylıkla hadsiz mahlûkatın istifadesine arz edilmiş bir şekilde bulacaksın.

İşte bu gözle görünen keyfiyet, akıl sahibi bir ehl-i tahkik (araştırmacı) için bir şahit olduğu gibi, ahmak bir münafığı dahi, bütün bunların herşeyi bilen bir mutlak kudret sahibinin birlik eseri olduğunu kabul etmek zorunda bırakır.

Vahdette (birlikte) mutlak bir kolaylık, şirk ve kesrette (çoklukta) ise içinden çıkılması imkânsız bir zorluk vardır.

Eğer bütün varlıklar tek bir zâta verilse, kâinatı hiç yoktan icad etmek, bir hurma fidanı icad etmek kadar, bir hurma fidanı da bir meyve kadar kolay olur. Kesrete (çokluğa) dayandırıldığında ise, meyveyi ağaç kadar, ağacı ise kâinat kadar zorlaştıran bir imkânsızlık ortaya çıkar. Zira birtek zât, pek çok şey için birtek sonucu ve durumu, birtek fiil ile, külfetsiz ve temassız (bizzat uğraşmayacak) bir şekilde elde eder. Eğer bu durum ve sonuç kesrete (çokluğa) havale edilse, o sonuca ancak pek çok zorluklar, bizzat sergilediği uğraşılar ve çekişmeler ile ulaşılabilir: bir subayın görevini erlere, ustanın görevini binanın taşlarına, dünyanın kendi etrafındaki dönüşüyle meydana gelen yıldız ve gezegenlerin yerlerinin değişmelerini o yıldız ve gezegenlerin hareketlerine, daire merkezinin görevini o dairenin çevresindeki noktalara bırakmak gibi...

Vahdette (birlikte), intisap (bağlanma) sırrıyla, sonsuz bir kudret bulunur. Bu suretle, bir sebep bütün kuvvet kaynaklarını kendisi taşımak zorunda kalmaz ve o sebepten meydana gelen eser, onun dayandığı şey oranında büyük olur.

وَفِى الشّرْكَةِ يَضْطَرُّ كُلُّ سَبَبٍ لِحَمْلِ مَناَبعِ قُوَّتِهِ؛ فَيَتَصَاغَرُ اْلاَثَرُ بِنِسْبَةِ جِرْمِهِ. وَمِنْ هُناَ غَلَبَتِ النَّمْلَةُ وَالذُّباَبَةُ عَلٰى الْجَباَبِرَةِ، وَحَمَلَتِ النُّوَاةُ الصَّغِيرَةُ شَجَرَةً عَظِيمَةً.

وَبِسِرِّ اَنَّ فِى اِسْناَدِ كُلِّ اْلاَشْياَءِ اِلٰى الْوَاحِدِ لاَ يَكُونُ اْلاِيجَادُ مِنَ الْعَدَمِ الْمُطْلَقِ. بَلْ يَكُونُ اْلاِيجَادُ عَيْنَ نَقْلِ الْمَوْجُودِ الْعِلْمِىِّ اِلٰى الْوُجُودِ الْخَارِجِيِّ، كَنَقْلِ الصُّورَةِ الْمُتَمَثّلَةِ فِى الْمِرْآةِ اِلٰى الصَّحِيفَةِ الْفُوطُوغْرافِيَّةِ لِتَثْبِيتِ وُجُودٍ خَارِجِىٍِّ لَهَا بِكَمَالِ السُّهُولَةِ، اَوْ اِظْهَارِ الْخَطِّ الْمَكْتُوبِ بِمِدَادٍ لا يُرىٰ، بِوَاسِطَةِ مَادَّةٍ مُظْهِرَةٍ لِلْكِتَابَةِ الْمَسْتُورَةِ.

وَفِى اِسْناَدِ اْلاَشْياَءِ اِلٰى اْلاَسْباَبِ وَالْكَثْرَةِ يَلْزَمُ اْلاِيجَادُ مِنَ الْعَدَمِ الْمُطْلَقِ، وَهُوَ اِنْ لَمْ يَكُنْ مُحَالاً يَكُونُ اَصْعَبَ اْلاَشْيَاءِ. فَالسُّهُولَةُ فِى الْوَحْدَةِ وَاصِلَةٌ اِلٰى دَرَجَةِ الْوُجُوبِ، وَالصُّعُوبَةُ فِى الْكَثْرَةِ وَاصِلَةٌ اِلٰى دَرَجَةِ اْلاِمْتِنَاعِ.

وَبِحِكْمَةِ اَنَّ فِى الْوَحْدَةِ يُمْكِنُ اْلاِبْدَاعُ وَاِيجَادُ (اْلاَيْسِ مِنَ اللَّيْسِ) يَعْنِى اِبْدَاعَ الْمَوْجُودِ مِنَ الْعَدَمِ الصّرْفِ بِلاَ مُدَّةٍ وَلاَ مَادَّةٍ، وَإِفْرَاغَ الذَّرَّاتِ فِى الْقَالَبِ الْعِلْمِىِّ بِلاَ كُلْفَةٍ وَلاَ خِلْطَةٍ. وَفِى الشِّرْكَةِ وَالْكَثْرَةِ لاَ يُمْكِنُ اْلاِبْدَاعُ مِنَ الْعَدَمِ بِاتّفَاقِ كُلِّ اَهْلِ الْعَقْلِ. فَلاَ بُدَّ لِوُجوُدِ ذِى حَياَةٍ جَمْعُ ذَرَّاتٍ مُنْتَشِرَةٍ فِى اْلاَرْضِ وَالْعَناَصِرِ؛ وَبِعَدَمِ الْقَالِبِ الْعِلْمِىِّ يَلْزَمُ لِمُحَافَظَةِ الذَّرَّاتِ فِى جِسْمِ ذِى الْحَياَةِ وُجُودُ عِلْمٍ كُلّىٍِّ، وَإِرَادَةٍ مُطْلَقَةٍ فِى كُلِّ ذَرَّةٍ. وَمَعَ ذَلِكَ اِنَّ الشُّرَكَاءَ مُسْتَغْنِيَةٌ عَنْهَا وَمُمْتَنِعَةٌ بِالذَّاتِ وَتحَكُّمِيَّةٌ مَحْضَةٌ، لاَ اَمَارَةَ عَلَيْهاَ وَلاَ اِشَارَةَ اِلَيْهَا فِى شَىْءٍ مِنَ الْمَوْجُودَاتِ. اِذْ خِلْقَةُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ تَسْتَلْزِمُ قُدْرَةً كَامِلَةً غَيْرَ مُتَناَهِيَةٍ باِلضَّرُورَةِ. فَاسْتُغْنِىَ عَنِ الشُّرَكَاءِ؛



AÇIKLAMA

Şirkte ise, herbir sebep, kendi kuvvet kaynaklarını kendi belinde taşımaya mecburdur; eseri de kendi cirmi kadar küçük olur. Bir karınca ve bir sinek, işte bu intisap (bağ) kuvvetiyle büyüklük taslayan zalimlere galip gelir; bir küçük çekirdek, bu sırla koca bir ağacı üzerinde taşır.

Herşey birtek zâta verildiği takdirde, icad etmek, “mutlak yokluktan çıkarmak” mânâsına gelmez. Birtek zâtın herşeyi icadı, tıpkı camdaki misalî sureti gayet kolaylıkla fotoğraf kâğıdına aksettirerek ona bir haricî vücud vermek (varlık âlemine çıkarmak) gibi, yahut görünmez bir mürekkeple yazılmış bir yazıyı, gizli yazıları ortaya çıkaran bir madde vasıtasıyla görünür hale getirmek gibi, bir ilmî varlığı haricî vücuda çıkarmak mânâsını taşır. Eşyanın sebeplere ve kesrete (çokluğa) havale edilmesi halinde ise, birşeyi var etmek için, o şeyi mutlak yokluktan çıkarmak gerekir. Bu ise, eğer muhal olmazsa, zorluğun en son mertebesi olur. Demek, vahdette (birlikte) zorunluluk derecesine varan bir kolaylık, kesrette (çoklukta) ise imkânsızlık derecesinde bir zorluk vardır.

Vahdette (birlikte), maddeye ve zamana ihtiyaç olmadan, bir varlığı tam bir yokluktan ibda’ (yaratmak) ve icad etmek mümkün olur ki, o varlığın zerreleri külfetsiz bir şekilde ve hiçbir karışıklığa meydan vermeden bir ilmî kalıba dökülür. Şirkte ve kesrette (ortaklıkta ve çoklukta) yoktan var etmek ise, bütün akıl sahiplerinin ittifakıyla, imkân dışıdır. Çünkü bir canlının vücudu için, yeryüzüne yayılmış zerrelerin ve unsurların toplanması kaçınılmaz olur; ayrıca, ilmî bir kalıbın var olmayışı sebebiyle, o canlının cismindeki zerrelerin korunması için, her zerrede küllî bir ilmin ve mutlak bir iradenin bulunması gerekecektir. Bununla beraber, şerikler “müstağniyetün anhâ” ve “mümteniatün bizzat”, yani hiç onlara ihtiyaç olmadığı gibi ve var olmaları da imkansız oldukları halde, onları dâvâ etmek (şirk var demek) hiçbir dayanağı olmayan bir iddiadır ve varlıklardan hiçbir şeyde böyle bir ihtimal için ne bir emare, ne bir işaret mevcut değildir.

Zira kâinatın yaratılışı, zorunlu olarak, sonsuz bir mükemmel kudretin varlığını gerektirir; ortaklara hiç ihtiyaç yoktur.

وَ اِلاَّ لَزِمَ تَحْدِيدُ وَانْتِهَاءُ قُدْرَةٍ كَامِلَةٍ غَيْرِ مُتَناَهِيَةٍ فِى وَقْتِ عَدَمِ التَّناَهِى بِقُوَّةٍ مُتَناَهِيَةٍ بِلاَ ضَرُورَةٍ، مَعَ الضَّرُورَةِ فِى عَكْسِهِ ؛ وَهُوَ مُحَالٌ فِى خَمْسَةِ اَوْجُهٍ . فَامْتَنَعَتِ الشُّرَكَاءُ، مَعَ اَنَّ الشُّرَكَاءَ الْمُمْتَنِعَةَ بِتِلْكَ الْوُجوُهِ لاَ اِشَارَةَ اِلٰى وُجوُدِهَا، وَلاَ اَمَارَةَ عَلٰى تَحَقُّقِهَا فِى شَىْءٍ مِنَ الْمَوْجُودَاتِ. فَقَدِ اسْتَفْسَرْناَ هَذِهِ الْمَسْأَلةَ فِى (الْمَوْقِفِ اْلاَوَّلِ مِنَ الرِسَالَةِ الثَّانِيةِ وَالثَّلاَثِينَ) مِنَ الذَّرَّاتِ اِلٰى السَّيَّارَاتِ وَفِى (الْمَوْقِفِ الثَّانِى) مِنَ السَّمٰوَاتِ اِلٰى التَّشَخُّصَاتِ الْوَجْهِيَّةِ فَاَعْطَتْ جَمِيعُهَا جَوَابَ رَدِّ الشّرْكِ بِاِرَاءَةِ سِكَّةِ التَّوْحِيدِ.

فَكَمَا لاَ شُرَكَاءَ لَهُ؛ كَذَلِكَ لاَ مُعِينَ وَلاَ وُزَرَاءَ لَهُ. وَمَا اْلاَسْبَابُ اِلاَّ حِجَابٌ رَقِيقٌ عَلٰى تَصَرُّفِ الْقُدْرَةِ اْلاَزَلِيَّةِ، لَيْسَ لَهَا تَأْثِيرٌ إِيجَادِيٌّ فِى نَفْسِ اْلاَمْرِ. اِذْ أَشْرَفُ اْلاَسْبَابِ وَ اَوْسَعُهَا اِخْتِيَاراً هُوَ اْلاِنْسَانُ؛ مَعَ اَنهُ لَيْسَ فِى يَدِهِ مِنْ اَظْهَرِ اَفْعَالِهِ اْلاِخْتِيَارِيَّةِ كَـ(اْلاَكْلِ وَالْكَلاَمِ وَالْفِكْرِ) مِنْ مِئَاتِ اَجْزاَءٍ اِلاَّ جُزْءٌ وَاحِدٌ مَشْكُوكٌ. فَاِذَا كَانَ السَّبَبُ اْلاَشْرَفُ وَاْلاَوْسَعُ اِختِيَاراً مَغْلُولَ اْلاَيدِى عَنِ التَّصَرُّفِ الْحَقِيقىِّ كَمَا تَرىٰ؛ فَكَيْفَ يُمْكِنُ اَنْ تَكُونَ الْبَهِيمَاتُ وَالْجَمَادَاتُ شَرِيكَةً فِى اْلاِيجَادِ وَالرُّبوبِيَّةِ لِخَالِقِ اْلاَرْضِ وَالسَّمٰوَاتِ. فَكَمَا لاَ يُمْكِنُ اَنْ يَكُونَ الظَّرْفُ الَّذِى وَضَعَ السُّلْطَانُ فِيهِ الْهَدِيَّةَ، اَوِ الْمَنْدِيلُ الَّذِى لَفَّ فِيهِ الْعَطِيَّةَ، اَوِ النَّفَرُ الَّذِى اَرْسَلَ عَلٰى يَدِهِ النِّعْمَةَ اِلَيْكَ، شُرَكَاءَ لِلسُّلْطَانِ فِى سَلْطَنَتِهِ؛ كَذَلِكَ لاَ يُمْكِنُ اَنْ يَكُونَ اْلاَسْباَبُ الْمُرْسَلَةُ عَلٰى اَيْديِهِمُ النّعَمُ اِلَيْنَا، وَالظُّرُوفُ الَّتِى هِىَ صَناَدِيقُ لِلنّعَمِ الْمُدَّخَّرَةِ لَنَا، وَاْلاَسْبَابُ الَّتِى الْتَفَّتْ عَلٰى عَطَايَا اِلٰهِيَّةٍ مُهْدَاةٍ اِلَيْناَ، شُرَكَاءَ اَعْوَاناً اَوْ وَسَائِطَ مُؤَثِّرَةً.



AÇIKLAMA

Eğer şerik (ortak) bulunsa, sınırlı diğer bir kuvvet, hiçbir zorunluluk olmadan, hattâ zorunluluk bunun tam zıddı iken, o sonsuz ve sınırsız mükemmellikteki kudreti, sonsuz olduğu bir vakitte sınırlayıp ona son vermek lâzım gelir ki, bu, beş yönden muhaldir (olması mümkün değildir). İşte, şeriklerin (ortakların) olması böylece imkân dışıdırlar; ve kâinatın varlıklarından hiçbir şeyde, adı geçen sebeplerle olması asla mümkün olmayan ortakların varlığına dair bir işaret, yahut gerçekleşebileceğine dair bir belirti yoktur.

Bu mesele, Otuz İkinci Sözün Birinci Mevkıfında zerrattan seyyârâta, İkinci Mevkıfta semâvattan teşahhusât-ı veçhiyeye (yüzlerdeki kişiye özel şahsiyetlere) kadar, hepsi de üzerlerindeki sikke-i tevhidi (birlik mührünü) göstererek şirki (ortaklığı) reddeden mevcudatın (varlıkların) cevaplarıyla izah edilmiştir.

Onun şeriki (ortağı) olmadığı gibi, yardımcısı ve veziri de yoktur. Sebepler ise, ezelî Kudretin tasarrufuna ince bir perdeden ibarettir, hakikatte icad açısından bir tesir sahibi değildir. Zira, sebepler içinde, en şerefli ve iradesi en geniş olan insan olduğu halde, yemek ve içmek ve düşünmek gibi irade dahilindeki en açık fiillerden onun elinde bulunan, ancak yüz parçadan bir şüpheli parçadır. En şerefli ve en geniş ihtiyar (seçme gücü) sahibi bir sebebin eli, böyle gördüğün gibi hakikî tasarruftan bağlanmış olursa, diğer hayvanlar ve canlılar, yerin ve göklerin Yaratıcısına icad ve rububiyette (yani idare, terbiye ve egemenlik konusunda) nasıl ortak olabilirler? Nasıl ki bir padişahın içine hediyesini koyduğu zarf yahut hediyesini sardığı mendil yahut hediyesini eline verip sana gönderdiği nefer o padişahın saltanatına ortak olamaz. Öyle de, elleriyle bize nimetlerin gönderildiği sebepler ve bizim için depolanmış nimetlerin sandukçalarından ibaret olan zarflar ve bize hediye gönderilmiş İlâhî ikramların sarıldığı sebepler, ortak veya yardımcı veya gerçek tesir sahibi birer vasıta olamazlar.

اَلْمَرْتَبَةُ الثَّانِيَةُ

جَلَّ جَلاَلهُ اَللهُ اَكْبَرُ مِنْ كُلِّ شَىْءٍ قُدْرَةً وَعِلْمًا،

اِذْ هُوَ الْخَلاَّقُ الْعَلِيمُ الصَّانِعُ الْحَكِيمُ الرَّحْمٰنُ الرَّحِيمُ الَّذِى هَذِهِ الْمَوْجُودَاتُ اْلاَرْضِيَّةُ وَاْلاَجْرَامُ الْعُلْوِيَّةُ فِى بُسْتَانِ الْكَائِنَاتِ مُعْجِزَاتُ قُدْرَةِ خَلاَّقٍ عَليِمٍ بِالْبَدَاهَةِ، وَهَذِهِ النَّبَاتَاتُ الْمُتَلَوِّنةُ الْمُتَزَيّنَةُ الْمَنْثُورَةُ، وَهَذِهِ الْحَيْوَناَتُ الْمُتَنَوِّعَةُ الْمُتَبَرِّجَةُ الْمَنْشُورَةُ فِى حَدِيقَةِ اْلاَرْضِ خَوَارِقُ صَنْعَةِ صَانِعٍ حَكِيمٍ بِِالضَّرُورَةِ، وَهَذِهِ اْلاَزْهَارُ الْمُتَبَسّمَةُ وَاْلاَثْمَارُ الْمُتَزَيّنَةُ فِى جِنَانِ هَذِهِ الْحَدِيقَةِ هَدَايَا رَحْمَةِ رَحْمٰنٍ رَحيِمٍ بِالْمُشَاهَدَةِ. تَشْهَدُ هَاتِيكَ وَ تُناَدِى تَاكَ وَتعْلِنُ هَذِهِ بِاَنَّ خَلاَّقَ هَاتيِكَ وَمُصَوِّرَ تَاكَ وَوَاهِبَ هَذِهِ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ وَبِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌ قَدْ وَسِعَ كُلَّ شَىْءٍ رَحْمَةً وَعِلْماً، تَتَسَاوٰى بِالنِّسْبَةِ اِلٰى قُدْرَتِهِ الذَّرَّاتُ وَالنُّجُومُ وَالْقَلِيلُ وَالْكَثِيرُ وَالصَّغِيرُ وَالْكَبِيرُ وَالْمُتَناَهِى وَغَيرُ الْمُتَناَهِى. وَكُلُّ الْوُقوعَاتِ الْمَاضِيَةِ وَغَراَئِبِهَا مُعْجِزَاتُ صَنْعَةِ صَانِعٍ حَكِيمٍ تَشْهَدُ عَلٰى اَنَّ ذَلِكَ الصَّانِعَ قَدِيرٌ عَلٰى كُلِّ اْلاِمْكَانَاتِ اْلاِسْتِقْبَالِيَّةِ وَعَجَائِبِهَا، اِذْ هُوَ الْخَلاَّقُ الْعَلِيمُ وَالْعَزِيزُ الْحَكيِمُ.

فَسُبْحَانَ مَنْ جَعَلَ حَدِيقَةَ اَرْضِهِ مَشْهَرَ صَنْعَتِهِ. مَحْشَرَ فِطْرَتِهِ. مَظْهَرَ قُدْرَتِهِ. مَدَارَ حِكْمَتِهِ. مَزْهَرَ رَحْمَتِهِ. مَزْرَعَ جَنَّتِهِ. مَمَرَّ الْمَخْلُوقَاتِ. مَسِيلَ الْمَوجُودَاتِ. مَكِيلَ الْمَصْنُوعَاتِ. فَمُزَيّنُ الْحَيْوَانَاتِ مُنَقَّشُ الطُّيوُراَتِ مُثَمَّرُ الشَّجَراَتِ مُزَهَّرُ النَّباَتاَتِ مُعْجِزَاتُ عِلْمِهِ. خَوَارِقُ صُنْعِهِ. هَدَايَا جُودِهِ. بَرَاهِينُ لُطْفِهِ.



AÇIKLAMA

İkinci Mertebe

Celâli (haşmeti) yüce olan Allah, ilmi ve kudretiyle herşeyden sonsuz derecede büyüktür. Zira O herşeyi bilen ve herşeyi yaratan öyle bir Hallâk-ı Alîm ve herşeyi san’atla ve hikmetle yapan öyle bir Sâni-i Hakîm ve rahmeti bütün varlıkları kuşattığı gibi her bir varlığa da hususî rahmet tecellileri olan öyle bir Rahmânü’r-Rahîmdir ki, kâinat bostanındaki şu dünya varlıkları ve gök cisimleri, apaçık, o herşeyi yaratan ve bilen Hallâk-ı Alîmin kudretinin mucizeleridir. Ve şu yeryüzü bağında serilmiş rengârenk süslü bitkiler ve açılıp saçılmış ve yayılmış çeşitli hayvanlar, zorunlu olarak, o herşeyi san’atla ve hikmetle yapan Sâni-i Hakîmin san’atının harikalarıdır. Ve bu bağın bahçelerindeki şu tebessüm eden çiçekler ve süslenmiş meyveler, gözler önünde, o rahmeti bütün varlıkları kuşatan ve her bir varlığa da hususî rahmet tecellileri olan Rahmânü’r-Rahîmin rahmetinin hediyeleridir. O kudret mucizeleri şehadet ediyor; şu san’at harikaları sesleniyor; ve bu rahmet hediyeleri ilân ediyor ki: Evvelkinin Hallâkı (Yaratıcısı) ve diğerinin Musavviri (Şekillendiricisi) ve sonuncusunun Vâhibi (ihtiyaçlarının Vericisi) olan Zâtın kudreti herşeye yeter, ilmi herşeyi kuşatır. Onun rahmeti ve ilmi herşeyi kuşatmıştır. Kudretine nisbeten zerreler ve yıldızlar, az ve çok, küçük ve büyük, sonlu ve sonsuz, herşey eşittir. O Sâni-i Hakîmin mucizeleri olan geçmişin bütün olayları ve garip şeyleri şehadet eder ki, o Sâni (San’atkâr), Hallâk-ı Alîm (herşeyi Yaratan ve herşeyi Bilen) ve Azîz-i Hakîm (kudreti herşeye galip ve her işi hikmetle yapan) olduğundan, geleceğin bütün şaşırtıcı şeylerini yapmaya kàdirdir.

Her türlü noksandan ve kusurdan münezzehtir o Zât ki,

• ilminin mucizeleri, san’atının harikaları, cûd ve sehâsının (cömertliğinin) hediyeleri ve lûtfunun delilleri olan

• müzeyyen (süslü) hayvanları, münakkaş (nakışlı) kuşları, meyveli ağaçları ve çiçekli bitkileri ile;

• yeryüzü bahçesini san’atının sergisi, mahluklarının mahşeri (toplantı yeri), kudretinin mahzarı (aynası), hikmetinin medarı (vesilesi), rahmetinin çiçekliği, Cennetinin tarlası, mahlûkatının resmi-geçit meydanı, varlıklarının akıp gittiği yer, san’at eserlerinin ölçeği yapmıştır.

تَبَسُّمُ اْلاَزْهَارِ مِنْ زِينَةِ اْلاَثْمَارِ، تَسَجُّعُ اْلاَطْيَارِ فِى نَسْمَةِ اْلاَسْحَارِ، تَهَزُّجُ اْلاَمْطَارِ عَلٰى خُدُودِ اْلاَزْهَارِ، تَرَحُّمُ الْوَالِدَاتِ عَلٰى اْلاَطْفَالِ الصّغَارِ. تَعَرُّفُ وَدُودٍ، تَوَدُّدِ رَحْمٰنٍ، تَرَحُّمُ حَنَّانٍ، تَحَنُّنُ مَنَّانٍ لِلْجِنِّ وَ اْلاِنْسَانِ وَالرُّوحِ وَالْحَيْوَانِ وَالْمَلَكِ وَالْجَانِّ.

وَالْبُذُورُ وَاْلاَثْمَارُ، وَالْحُبوبُ وَاْلاَزْهَارُ، مُعْجِزَاتُ الْحِكْمَةِ، خَوَارِقُ الصَّنْعَةِ، هَدَايَا الرَّحْمَةِ، بَرَاهِينُ الْوَحْدَةِ، شَوَاهِدُ لُطْفِهِ فِى دَارِ اْلآخِرَةِ. شَوَاهِدُ صَادِقَةٌ بِاَنَّ خَلاَّقَهَا عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ. وَبِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌ. قَدْ وَسِعَ كُلَّ شَىْءٍ بِالرَّحْمَةِ وَالعِلْمِ وَالْخَلْقِ وَالتَّدْبِيرِ وَالصُّنْعِ وَالتَّصْوِيرِ. فَالشَّمْسُ كَالْبَذْرَةِ وَالنَّجْمُ كَالزَّهْرَةِ واْلاَرْضُ كَالْحَبَّةِ لاَ تَثْقُلُ عَلَيْهِ بِالْخَلْقِ وَالتَّدْبِيرِ وَالصُّنْعِ وَالتَّصْوِيرِ.

فَالْبُذُورُ وَاْلاَثْمَارُ مَرَايَا الْوَحْدَةِ فِى اَقْطَارِ الْكَثْرَةِ. اِشَارَاتُ الْقَدَرِ. رُمُوزَاتُ الْقُدْرَةِ بِاَنَّ تِلْكَ الْكَثْرَةَ مِنْ مَنْبَعِ الْوَحْدَةِ، تَصْدُرُ شَاهِدَةً لِوَحْدَةِ الْفَاطِرِ فِى الصُّنْعِ وَالتَّصْوِيرِ. ثُمَّ اِلٰى الْوَحْدَةِ تَنْتَهِى ذَاكِرَةً لِحِكْمَةِ الصَّانِعِ فِى الْخَلْقِ وَالتَّدْبِيرِ.

وَتَلْوِيحَاتُ الْحِكْمَةِ بِاَنَّ خَالِقَ الْكُلِّ بِكُلّيَّةِ النَّظَرِ اِلَى الْجُزْئِىِِّ يَنْظُرُ، ثَمَّ اِلٰى جُزْئِهِ. اِذْ اِنْ كاَنَ ثَمَراً فَهُوَ الْمَقْصُودُ اْلاَظْهَرُ مِنْ خَلْقِ هٰذَا الشَّجَرِ. فَالْبَشَرُ ثَمَرٌ لِهَذِهِ الْكَائِنَاتِ، فَهُوَ الْمَقْصُودُ اْلاَظْهَرُ لِخَالِقِ الْمَوْجُودَاتِ. وَالْقَلْبُ كَالنُّوَاةِ، فَهُوَ الْمِرآةُ اْلاَنْوَرُ لِصَانِعِ الْمَخْلُوقَاتِ. وَمِنْ هَذِهِ الْحِكْمَةِ فَاْلاِنْسَانُ اْلاَصْغَرُ فِى هَذِٰهِ الْكَائِنَاتِِ هُوَ الْمَدَارُ اْلاَظْهَرُ لِلنَّشْرِ وَالْمَحْشَرِ فِى هَذِهِ الْمَوْجُودَاتِ، وَالتَّخْرِيبِ وَالتَّبْدِيلِ وَالتَّحْوِيلِ وَالتَّجْدِيدِ لِهَذِهِ الْكَائِنَاتِ.



AÇIKLAMA

Bu yeryüzü bahçelerinde,

• meyvelerin ziynetiyle (süsleriyle) gülen çiçeklerin tebessümü, seher yeliyle şakıyan kuşların sec’aları (ötmeleri), çiçeklerin yaprakçıklarındaki damlaların şıpıltısı ve annelerin küçük yavrulara olan merhameti;

• cinlere, insanlara, hayvanlara, ruhanîlere ve meleklere, seven ve sevdiren bir Vedûd’un kendisini tanıttırması, rahmeti bütün varlıkları kuşatan bir Rahmân’ın kendini sevdirmesi, eserlerinde sonsuz rahmetinin en lâtif cilvelerini gösteren sınırsız şefkat sahibi bir Hannân’ın merhameti, bitmez tükenmez ikramlarıyla ve nimetleriyle, varlıkları besleyen bir Mennân’ın en uygun ve şirin rahmet cilvelerini göstermesidir.

Bütün meyve ve tohumlar, birer hikmet mucizesi, birer san’at harikası, birer rahmet hediyesi, birer vahdet (birlik) delili, âhiret yurdundaki İlâhî lütufların birer şahididir. Onlar birer doğru şahid olarak ilân ederler ki, kendilerinin Yaratıcısı herşeye gücü yeten Kadîr ve herşeyi bilen Alîmdir. Onun rahmeti ve ilmi ve yaratması ve tedbiri ve san’at ve tasviri herşeyi kaplamıştır. Onun yaratma ve tedbirine ve san’at ve tasvirine oranla güneş bir tohumcuk gibi, yıldız bir çiçek gibi, yerküre bir tane gibidir; hiçbir şey Ona ağır gelmez. Meyve ve tohumlar, kesret (çokluk) âleminin her tarafında vahdetin (birliğin) aynaları, kaderin işaretleri, kudretin remizleridir ki, bu kesretli (çoklu) varlıkların kaynaklarının vahdetini (birliğini) gösterirler. Onlar, bir kaynaktan çıkmaları sırasında yoktan benzersiz şekilde var eden Fâtırlarının san’at ve tedbirdeki birliğine şehadet ettikleri gibi, tekrar birlikte son bulmalarıyla da san’atkârlarının yaratma ve tedbirindeki hikmetini zikrederler.

Hem o meyve ve tohumlar Rabbânî hikmetin işaretleridir ki, herşeyin Yaratıcısı olan Allah’ın, o cüz’î varlıklara yönelik kapsamlı bakışı, onların cüzlerine dahi baktığını gösterir. Çünkü o ağacın yaratılmasının asıl gayesi, onun meyvesidir. İşte, insan da şu kâinatın meyvesidir ve kâinatın Yaratıcısının nazarında en açık gaye odur. Kalb de bir tohumcuk gibidir ve varlıkları yaratan San’atkârın en münevver aynası odur. İşte şu hikmettendir ki, bu kâinattaki şu küçücük insan, bu varlıklar âleminde haşir ve neşir gibi büyük inkılâplara ve kâinatın tahrip edilip değiştirilmesine, başka şekle sokulup yenilenmesine en güçlü gerekçe olur.

اَللهُ اَكْبَرُ يَا كَبِيرُ اَنْتَ الَّذِى لاَ تَهْدِى الْعُقُولُ لِكُنْهِ عَظَمَتِهِ.

كِه لاَِإلٰهَ إلاَّ هُوَ بَرَابَرْمى زَنَنْدْ هَرْشئ

دَمَادَمْ جُو يَدَنْدْ: (ياحَقْ) سَرَاسَرْ گُوَيَدَنْدْ: (يَا حَىّ )

اَلْمَرْتَبَةُ الثَّالِثَةُ: HAŞİYE

اِيضَاحُهَا فِى رَأْسِ (الْمَوْقِفِ الثَّالِثِ) مِنَ (الرِّسَالَةِ الثَّانِيَةِ وَالثَّلاَثِينَ).

اَللهُ اَكْبَرُ مِنْ كُلِّ شَىْءٍ قُدْرَةً وَعِلْماً اِذْ هُوَ الْقَدِيرُ الْمُقَدِّرُ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ الْمُصَوِّرُ الْكَرِيمُ اللَّطِيفُ الْمُزَيّنُ الْمُنْعِمُ الْوَدُودُ الْمُتَعَرِّفُ الرَّحْمٰنُ الرَّحِيمُ الْمُتَحَنّنُ الْجَمِيلُ ذُو الْجَلاَلِ وَالْكَمَالِ الْمُطْلَقِ النَّقَّاشُ اْلاَزَليُّ الَّذِى مَا حَقَائِقُ هَذِهِ الْكَائِنَاتِ كُلاًّ وَ اَجْزَاءً وَصَحَائِفَ وَطَبَقَاتٍ، وَمَا حَقَائِقُ هَذِهِ الْمَوْجُودَاتِ كُلّيّاً وَجُزئِيّاً وَوُجُوداً وَبقَاءً:

اِلاَّ خُطُوطُ قَلَمِ قَضَائِهِ وَقَدَرِهِ بِتَنْظِيمٍ وَتَقدِيرٍ وَعِلْمٍ وَحِكْمَةٍ.

واِلاَّ نُقُوشُ بَرْكَارِ عِلْمِهِ وَحِكْمَتِهِ بِصُنْعٍ وَتَصْوِيرٍ.



AÇIKLAMA

“Allahu Ekber” (Allah en yücedir). Sen, akılların yüzde bir bile büyüklüğünü kavrayamadığı bir celâl (haşmet) sahibisin, ey herşeyden daha büyük olan Kebîr!

Çünkü: Bütün eşya Lâilâhe illallah (Allah’tan başka ilâh yoktur) deyip kâinatın büyük zikir halkasında beraber zikrederek çalışıyorlar.

Her zaman devamlı istidat diliyle Cenâb-ı Haktan hayat hakkını “Yâ Hak” deyip rahmet hazinesinden istiyorlar. Baştan başa da hayata kavuşmaları diliyle de “Yâ Hayy” (Bütün canlılara hayatlarını veren ezelî hayat sahibi Hayy diyerek) ismini zikrediyorlar.

Üçüncü Mertebe HAŞİYE

İzahı, Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfının başındadır.

Allah Teâlâ ilim ve kudretiyle herşeyden sonsuz derecede büyüktür. Zira o öyle herşeye gücü yeten bir Kadîr, herşeyin ölçü ve miktarlarını takdir eden Mukaddir, herşeyi bilen Alîm, heyşeyi hikmetle yapan Hakîm, herşeye gayet güzel şekiller veren Musavvir, her bir varlığa ikramlarda bulunan Kerîm, bütün ihsanları ve ilminin nüfuzu hoş ve şirin olan Lâtif, herşeyi en güzel şekillerle süsleyen Müzeyyin, her varlığa en münasip nimetleri veren Mün’im, varlıklara sevgi duygusunu veren Vedûd, sayısız yollarla kendisini yarattığı varlıklara tanıttıran Mütearrif, rahmeti bütün varlıkları kaplayan Rahmân, her bir varlığa bizzat rahmet tecellileri olan Rahîm, sonsuz şefkatiyle varlıkları kendine müştak eden Mütehannin, sonsuz haşmet sahibi ve sınırsız güzelliği olan Cemîl-i Zülcelâl, sınırsız kemâl ve mükemmellik sahibi olan Kâmil-i Mutlak ve herşeyi en güzel şekillerle nakış nakış işleyen Ezelî Nakkaş ki, bu kâinatın sayfaları ve tabakalarıyla, küll (bütün) ve cüz (parça) olarak hakikati ve bu varlıklar âleminin külliyet (genel) ve cüz’iyet (ferd, birey) ve vücut (varlık) ve bekà (devamlılık) itibarıyla hakikati,

• Onun kazâ (tatbik, uygulama) ve kader (plân, program) kaleminin ilim ve hikmetle tanzim (düzenlediği) ve takdir ettiği hatları;

• ilim ve hikmet pergelinin san’at ile tasvir ettiği nakışları;

وَاِلاَّ تَزْيِينَاتُ يَدِ بَيْضَاءِ صُنْعِهِ وَتصْوِيرِهِ وَتزْيِينِهِ وَتَنْوِيرِهِ بِلُطْفٍ وَكَرَمٍ. وَاِلاَّ اَزَاهِيرُ لَطَائِفِ لُطْفِهِ وَكَرَمِهِ وتَعَرُّفِهِ وَتَوَدُّدِهِ بِرَحْمَةٍ وَنِعْمَةٍ. وَاِلاَّ ثَمَرَاتُ فَيَّاضِ عَيْنِ رَحْمَتِهِ وَنِعْمَتِهِ وَتَرَحُّمِهِ وَتَحَنُّنِهِ بِجَمَالٍ وَكَمالٍ.

وَاِلاَّ لَمَعَاتُ جَمَالٍ سَرْمَدِىٍِّ وَكَماَلٍ دَيْمُومِىٍّ بِشَهَادَةِ تَفَانِيَّةِ الْمَرَايَا وَسَيَّالِيَّةِ الْمَظَاهِرِ، مَعَ دَوَامِ تَجَلِّى الْجَمَالِ عَلٰى مَرِّ الْفُصُولِ وَالْعُصُورِ وَاْلاَدْوَارِ، وَمَعَ دَوَامِ اْلاِنْعَامِ عَلٰى مَرِّ اْلاَناَمِ وَاْلاَيّاَمِ وَ اْلاَعْوَامِ.

نَعَمْ تَفَانِى الْمِرْآةِ زَوَالُ الْمَوْجُودَاتِ مَعَ التَّجَلّى الدَّائِمِ مَعَ الْفَيْضِ الْمُلاَزِمِ مِنْ اَظْهَرِ الظَّوَاهِرِ مِنْ اَبْهَرِ الْبَوَاهِرِ عَلٰى اَنَّ الْجَمَالَ الظَّاهِرَ اَنَّ الْكَمَالَ الزَّاهِرَ لَيْسَ مُلْكَ الْمَظَاهِرِ مِنْ اَفْصَحِ تِبْياَنٍ مِنْ اَوْضَحِ بُرْهَانٍ لِلْجَمَالِ الْمُجَرَّدِ لِلاِحْسَانِ الْمُجَدَّدِ لِلْوَاجِبِ الْوُجُودِ لِلْبَاقِى الْوَدُودِ.

نَعَمْ فَاْلاَثَرُ الْمُكَمَّلُ يَدُلُّ بِالْبَدَاهَةِ عَلٰى الْفِعْلِ الْمُكَمَّلِ. ثُمَّ الْفِعْلُ الْمُكَمَّلُ يَدُلُّ بِالضَّرُورَةِ عَلٰى اْلاِسْمِ الْمُكَمَّلِ وَالْفَاعِلِ الْمُكَمَّلِ ثُمَّ اْلاِسْمُ الْمُكَمَّلُ يَدُلُّ بِلاَرَيْبٍ عَلٰى الْوَصْفِ الْمُكَمَّلِ. ثُمَّ الْوَصْفُ الْمُكَمَّلُ يَدُلُّ بِلاَشَكٍّ عَلٰى الشَّأْنِ الْمُكَمَّلِ. ثُمَّ الشَّأْنُ الْمُكَمَّلُ يَدُلُّ بِالْيَقِينِ عَلٰى كَمَالِ الذَّاتِ بِمَا يَلِيقُ بِالذَّاتِ وَهُوَ الْحَقُّ الْيَقِينُ.

اَلْمَرْتَبَةُ الرَّابِعَةُ:

جَلَّ جَلاَلهُ اللهُ اَكْبَرُ اِذْ هُوَ الْعَدْلُ الْعَادِلُ الْحَكَمُ الْحَاكِمُ الْحَكِيمُ اْلاَزَلِىُّ الَّذِى اَسَّسَ بُنْيَانَ شَجَرَةِ هَذِهِ الْكَائِنَاتِ فِى سِتَّةِ اَيَّامٍ بِاُصُولِ مَشِيئَتِهِ وَحِكْمَتِهِ. وَفَصَّلَهَا بِدَسَاتِيرِ قَضَائِهِ وَقَدَرِهِ.



AÇIKLAMA

san’at ve tasvirinin mucizeli kudret eliyle, lütuf ve keremle süsleyip aydınlattığı süslemeleri;

• lütuf ve kereminin ve teveddüd (sevdirmesinin) ve taarrüfünün (tanıttırmasının) lâtifelerinden rahmet ve nimetle tebessüm eden çiçekleri;

• rahmet ve nimetinin ve terahhum ve tahannününün (merhamet ve şefkatine müştak ettirmesinin) feyzinden cemal ve kemal ile tezahür eden meyveleri;

• ve, aynaların fâniliği ve yansıtıcıların gelip geçiciliğiyle beraber, onlarda yansıyan o mücerred ve kesintisiz güzelliğin bâki kalarak, gelip geçen mevsimler ve asırlar ve devirler üzerinde yansıma ve görüntülerinin ve gelip geçen mahluklar ve günler ve seneler üzerindeki nimetlendirmesinin devam edip gitmesinin şehâdetiyle, Onun cemal (güzellik) ve kemâlinin (olgunluk ve mükemmelliğinin) yansıması ve parlamasından başka birşey değildir.

Evet, aynaların fâniliği ve varlıkların gelip gitmesiyle beraber yansımaların ve ışıkların devam etmesi, bütün açığa çıkmış herşeyden daha açık bir surette, onlarda görünen güzelliğin aynalara ait olmadığına delâlet eder ve en açık bir dille ve en anlaşılır bir delille gösterir ki, o yansımalar, varlığı zorunlu olan Vâcibü’l-Vücudun ve varlığı daimî olan ve her bir vesileyle Kendini sevdiren Bâkî-i Vedûdun mücerred güzelliğinin ve aynalar üzerinde daima yenilenen ihsanlarının görüntüleridir.

Evet, eserin mükemmelliği, akıl sahipleri için, fiilin mükemmelliğine delâlet eder. Mükemmel fiil ise, anlayış sahipleri için, ismin mükemmelliğine delâlet eder. İsmin mükemmelliği, açıkca sıfatın mükemmelliğine; sıfatın mükemmelliği ise, zorunlu olarak şe’nin (sıfatların mahiyetlerinde bulunan zâtî özelliklerin) mükemmelliğine; şe’nin mükemmelliği ise, hakkalyakîn (yaşayarak elde edilen şüphesizlik) derecesinde bir kesinlikle ve o zâta lâyık bir şekilde, zâtın mükemmelliğine delâlet eder.

Dördüncü Mertebe

Celâli (haşmeti) yüce olan Allah, herşeyden sonsuz derecede büyüktür. Zira O, adaleti olan ve adaletiyle herşeyi dengeleyen öyle bir Adl-i Âdil ve her bir varlığın geneli hakkında küllî hüküm veren Hakem, O küllî hükmün icrasına hükmeden Hâkim, bütün sebepleri o küllî hükmün gerçekleşmesi için en yararlı yerlere sevk eden Hakîm ve zâtı sonsuz olan Ezelîdir ki, şu kâinat ağacının binasını, meşiet (dileme) ve hikmetinin asılları üzerinde altı günde tesis etmiş;

وَنَظَّمَهَا بِقَوَانِينَ عَادَتِهِ وَسُنَّتِهِ. وَزَيَّنَهَا بِنَوَامِيسِ عِنَايَتِهِ وَرَحْمَتِهِ. وَنَوَّرَهَا بِجَلَوَاتِ اَسْماَئِهِ وَصِفَاتِهِ بِشَهَادَاتِ اِنْتِظَامَاتِ مَصْنُوعَاتِهِ وَتزَيناَتِ مَوْجُودَاتِهِ وَتشَابُهِهَا وَتناَسُبِهَا وَتجَاوُبِهَا وَتعَاوُنِهَا وَتعَانقِهَا، وَاِتْقَانِ الصَّنْعَةِ الشُّعُورِيَّةِ فِى كُلِّ شَىْءٍ عَلٰى مِقْدَارِ قَامَةِ قاَبِلِيَّتِهِ الْمُقَدَّرَةِ بِتَقْدِيرِ الْقَدَرِ.

فَالْحِكْمَةُ الْعَامَّةُ فِى تَنْظِيمَاتِهَا، وَالْعِنَايَةُ التَّامَّةُ فِى تَزْيِينَاتِهَا، وَالرَّحْمَةُ الْوَاسِعَةُ فِى تَلْطِيفَاتِهَا، وَاْلاَرْزَاقُ وَاْلاِعَاشَةُ الشَّامِلَةُ فِى تَرْبِيَتِهَا، وَالْحَيَاةُ الْعَجِيبَةُ الصَّنْعَةِ بِمَظْهَرِيَّتِهَا لِلشُّؤُونِ الذَّاتِيَّةِ لِفَاطِرِهَا، وَالْمَحَاسِنُ الْقَصْدِيَّةُ فِى تَحْسِينَاتِهَا، وَدَوَامُ تَجَلّى الْجَمَالِ الْمُنْعَكِسِ مَعَ زَوَالِهَا، وَالْعِشْقُ الصَّادِقُ فِى قَلْبِهَا لِمَعْبُودِهَا، وَاْلاِنْجِذَابُ الظَّاهِرُ فِى جَذْبتِهَا، وَاِتّفَاقُ كُلِّ كُمَّلِهَا عَلٰى وَحْدَةِ فاَطِرِهَا، وَالتَّصَرُّفُ لِمَصَالِحَ فِى اَجْزَائِهاَ، وَالتَّدْبِيرُ الْحَكِيمُ لِنَباَتاَتِهَا، وَالتَّرْبِيَةُ الْكَرِيمَةُ لِحَيْوَانَاتِهَا، وَاْلاِنْتِظَامُ الْمُكَمَّلُ فِى تَغَيُّراَتِ اَرْكَانِهَا، وَالْغَايَاتُ الْجَسِيمَةُ فِى اِنْتِظَامِ كُلّيَّتِهَا، وَالْحُدُوثُ دَفْعَةً مَعَ غَايَةِ كَمَالِ حُسْنِ صَنْعَتِهَا بِلاَ اِحْتِيَاجٍ اِلٰى مُدَّةٍ ومَادَّةٍ.. وَالتَّشَخُّصَاتُ الْحَكِيمَةُ مَعَ عَدَمِ ِتَحْدِيدِ تَرَدُّدِ اِمْكَانَاتِهَا، وَقَضَاءُ حَاجَاتِهَا عَلٰى غَايَةِ كَثْرَتِهَا وَتنوُّعِهَا فِى اَوْقاَتِهَا اللاَّئِقَةِ الْمُناَسِبَةِ، مِنْ حَيْثُ لاَ يُحْتَسَبُ وَمِنْ حَيْثُ لاَ يُشْعَرُ مَعَ قِصَرِ اَيْدِيهَا مِنْ اَصْغَرِ مَطَالِبِهَا، وَالْقُوَّةُ الْمُطْلَقَةُ فِى مَعْدَنِ ضَعْفِهَا، وَالْقُدْرَةُ الْمُطْلَقَةُ فِى مَنْبَعِ عَجْزِهاَ،



AÇIKLAMA

ve onu kazâ ve kaderinin düsturlarıyla detaylandırmış; ve âdet ve sünnetinin kanunlarıyla süslemiş; ve inâyet ve rahmetinin namuslarıyla (kalıplarıyla ve anayasalarıyla) süslemiş; ve san’at eserlerindeki intizamların (düzenli oluşların), varlıklardaki süslendirmenin, kâinatın parçalarındaki birbirine benzeme, birbirine uygunluk, birbirinin ihtiyaçlarına cevap verme, birbirine yardım etme ve birbirini kucaklaması ve herşeyde o şeyin kabiliyet ölçüsüne göre kader tarafından şuurlu bir şekilde takdir edilmiş kusursuz san’atın şehadetiyle sabit olduğu üzere, isim ve sıfatlarının görüntülüleriyle aydınlanmıştır.

• Kâinatın düzenlenmesindeki genel hikmet,

• süslendirilmesindeki noksansız inayet,

• lütuflarındaki geniş rahmet,

• terbiyesindeki erzak ve kapsamlı iaşe,

• örneksiz yoktan var edici Fâtırının şuûnât-ı zâtiyesine (sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan zâtî özelliklerine) mahzar olmasıyla şaşırtıcı bir san’at gösteren hayatı,

• güzelleştirilmesindeki, güzelleştirme amacına yönelik olan güzellik,

• varlıklarının sona ermesiyle beraber onlarda akseden güzelliğe ait yansımaların devam etmesi,

• kâinatın kalbinde, Mâbuduna karşı sadık aşk,

• çekimlerinde açıkça görünen çekicilik,

• kâinattaki bütün mükemmellerin, onun örneksiz yoktan var edici Fâtırına dair ittifakları,

• parçalarında fayda ve yararları gözeten icraat,

• bitkilerindeki hikmetli tedbir,

• hayvanlarındaki ikramlı terbiye,

• erkânının (temel unsurlarının) değişimindeki mükemmel düzenlilik,

• genelinin intizamında (düzenleme faaliyetinde) gözetilen büyük gayeler,

• maddeye ve zamana muhtaç olmayarak ve gayet mükemmel derecede güzel bir san’atla bir anda icad edilmesi,

• sınırsız ihtimaller içinde tereddüt eden varlıklarına verilen hikmetli teşahhusat (kişilik, kimlik),

• gayet çok ve çeşitli ihtiyaçlarının, ellerinin yetişmediği en küçük isteklerine kadar, umulmadık tarzda ve hesapsız bir şekilde, lâyık ve münasip vakitte ellerine verilmesi,

• zayıflığında yansıyan mutlak kuvvet,

• acizliğinde yansıyan mutlak kudret,

وَالْحَيَاةُ الظَّاهِرَةُ فِى جُمُودِهَا، وَالشُّعُورُ الْمُحِيطُ فِى جَهْلِهَا، وَاْلاِنْتِظاَمُ الْمُكَمَّلُ فِى تَغَيُّرَاتِهَا الْمُسْتَلْزِمُ لِوُجُودِ الْمُغَيرِ الْغَيْرِ الْمُتَغَيرِ، وَاْلاِتّفَاقُ فِى تَسْبِيحَاتِهَا كَالدَّوَائِرِ الْمُتَدَاخِلَةِ الْمُتَّحِدَةِ الْمَرْكَزِ، وَالْمَقْبُولِيَّةُ فِى دَعَوَاتِهاَ الثَّلاَثِ (بِلِسَانِ اِسْتِعْدَادِهَا، وَبِلِسَانِ اِحْتِيَاجَاتِهَا الْفِطْرِيَّةِ، وَبِلِسَانِ اِضْطِرَارِهَا)، وَالْمُناَجَاةُ وَالشُّهُودَاتُ وَالْفُيوضاَتُ فِى عِبادَاتِهَا،

وَاْلاِنْتظَامُ فِى قَدَرَيْهاَ، وَاْلاِطْمِئْنَانُ بِذِكْرِ فاَطِرِهَا، وَكَوْنُ الْعِبَادَةِ فِيهَا خَيْطَ الْوُصْلَةِ بَيْنَ مُنْتَهَاهَا وَمَبْدَئِهَا، وَسَببِ ظُهُورِ كَمَالِهَا وَلِتَحَقُّقِ مَقَاصِدِ صَانِعِهَا.

وَهَكَذَا بِسَائِرِ شُؤُونَاتِهَا وَاَحْوَالِهَا وَكَيْفِيَّاتِهَا شَاهِدَاتٌ بِاَنهَا كُلَّهَا بِتَدْبِيرِ مُدَبِّرٍ حَكِيمٍ وَاحِدٍ، وَفِى تَرْبِيَةِ مُرَبٍّ كَرِيمٍ اَحَدٍ صَمَدٍ، وَكُلُّهَا خُدَّامُ سَيّدٍ وَاحِدٍ، وَتحْتَ تَصَرُّفِ مُتَصَرِّفٍ وَاحِدٍ، وَمَصْدَرُهََا قُدْرَةُ وَاحِدٍ الَّذِى تَظَاهَرَتْ وَتكَاثَرَتْ خَوَاتِيمُ وَحْدَتِهِ عَلٰى كُلِّ مَكْتُوبٍ مِنْ مَكْتُوبَاتِهِ فِى كُلِّ صَفْحَةٍ مِنْ صَفَحَاتِ مَوْجُودَاتِهِ.

نَعَمْ: فَكُلُّ زَهْرَةٍ وَثمَرٍ، وَكُلُّ نَباَتٍ وَشَجَرٍ، بَلْ كُلُّ حَيَواَنٍ وَحَجَرٍ، بَلْ كُلُّ ذَرٍّ وَمَدَرٍ، فِى كُلِّ وَادٍ وَجَبَلٍ، وَ كُلِّ باَدٍ َوقَفْرٍٍ خَاتَمٌ بَينُ النَّقْشِ وَاْلاَثرِ، يُظْهِرُ لِدِقَّةِ النَّظَرِ بِاَنَّ ذاَ ذاَكَ اْلاَثَرُ هُوَ كَاتِبُ ذاَكَ الْمَكَانِ بِالْعِبَرِ؛ فَهُوَ كَاتِبُ ظَهْرِ البَرِّ وَبطْنِ البَحْرِ؛ فَهُوَ نَقَّاشُ الشَّمْسِ وَالْقَمَرِ فِى صَحِيفَةِ السَّمٰوَاتِ ذَاتِ العِبَرِ. جَلَّ جَلاَلُ نَقَّاشِهَا اللهُ اَكْبَرُ.
كِه لا إلهَ إلاّ هُو. بَرابَرْ مِى زَنَدْ عالَمْ
selam ve dua ile kalınız... [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
*GüLer*
*GüLer*
VEFALI ÜYEMİZ
VEFALI ÜYEMİZ


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz Empty Geri: Risale Nur Külliyat Lem`alar yirmi dokuz

Mesaj tarafından *GüLer* 04.06.10 20:49

AÇIKLAMA

acizliğinde yansıyan mutlak kudret,

• donuk maddesinde görünen hayat; cahil olmasına rağmen herşeyi her şe’niyle kaplayan kapsamlı şuur ve bilinç,

• değişmekten münezzeh olan bir değiştiricinin varlığını gerektiren değişimlerdeki mükemmel düzen,

• bir merkez etrafındaki iç içe daireler gibi ittifak eden tesbihleri,

• istidat diliyle, fıtrî ihtiyaçlar diliyle ve çaresizlik diliyle edilen üç çeşit duaların kabul edilişi,

• varlıkların duaları ve ibadetleriyle mazhar oldukları şehadetleri ve feyizleri,

• mukadderatlarındaki (hayatlarının devam etmesi için kendilerine verilen şeylerdeki) düzen,

• Yaratıcılarını zikretmekle tatmin oluşları,

• Varlıkların başlangıç ile sonlarını birleştiren kavuşturucu ipinin ibadet oluşu ve ibadet vasıtasıyla olgunluğun meydana gelişi ve san’atkârının o varlığı yaratmasındaki makasıdının gerçekleşmesi,

• ve bunun gibi, kâinatın sair şe’n ve hal ve keyfiyetleri şehadet eder ki, bütün bunlar birtek hikmetle iş gören bir Müdebbirin (herşeyin tedbirini alan bir zâtın) tedbirinde ve her bir varlığa birliği ile bizzat hükmedici ve muhtaçların ihtiyaçlarını giderici bir Ehad-i Samed olan bir Mürebbî-i Kerîmin (ikramlarıyla terbiye edicinin) terbiyesi altındadır. Ve bunların hepsi, birtek Seyyidin hizmetinde ve birtek tasarruf eden Mutasarrıfın tasarrufundadırlar. Ve hepsinin de masdarı öyle bir Vâhidin (Birin) kudretidir ki, mektuplarından herbir mektup üzerinde ve varlık sayfalarından herbir sayfa üzerinde vahdet (birlik) mühürleri kesretle, çoklukla görülmektedir.

Evet, herbir vâdi ve dağdaki ve herbir sahrâ ve ovadaki herbir çiçek ve meyve, herbir bitki ve ağaç, belki herbir hayvan ve taş, belki herbir zerre ve toprak, nakışla eser arasında bir mühürdür ve dikkatle bakanlara gösterir ki, o eserin sahibi kim ise, o mektubu ihtivâ eden şu mekânın yazarı da odur; ve yeryüzünün ve denizaltının yazarı da odur; ve böyle mektuplarla dolu gökler sayfasına güneş ve ayı nakşeden de odur. O Nakışçının haşmeti herşeyden sonsuz derecede yücedir. Allahu ekber!

Kâinat bütün parçalarıyla hep birlikte Lâilâhe İllallah (Allah’tan başka ilâh yoktur) hakikatini terennüm ederler.


اَلْمَرْتَبَةُ الْخَامِسَةُ: HAŞİYE

اَللهُ اَكْبَرُ اِذْ هُوَ الْخَلاَّقُ الْقَدِيرُ الْمُصَوِّرُ الْبَصِيرُ الَّذِى هَذِهِ اْلاَجْرَامُ الْعُلْوِيَّةُ وَالْكَوَاكِبُ الدُّرِّيةُ نَيِّرَاتُ بَراَهيِنِ اُلوهيَّتِهِ وَعَظَمَتِهِ، وَشُعَاعَاتُ شَوَاهِدِ رُبوبِيَّتِهِ وَعِزَّتِهِ؛ تَشْهَدُ وَتُناَدِى عَلٰى شَعْشَعَةِ سَلْطَنَةِ رُبوبِيَّتِهِ وَتُناَدِى عَلٰى وُسْعَةِ حُكْمِهِ وَحِكْمَتِهِ، وَعَلٰى حِشْمَةِ عَظَمَةِ قُدْرَتِهِ.
فَاسْتَمِعْ اِلٰى اٰيَةِ: (اَفَلَمْ يَنْظُرُوا اِلٰى السَّمآءِ فَوْقهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا..)

ثُمَّ انْظُرْ اِلٰى وَجْهِ السَّماَءِ كَيْفَ تَرٰى سُكُوتاً فِى سُكُونَةٍ، حَرَكَةً فِى حِكْمَةٍ، تَلأْلؤاً فِى حِشْمَةٍ، تَبَسُّماً فِى زِينَةٍ مَعَ اِنْتَظَامِ الْخِلْقَةِ مَعَ اِتّزَانِ الصَّنْعَةِ.

تَشَعْشُعُ سِرَاجِهَا لِتَبْدِيلِ الْمَوَاسِمِ، تَهَلْهُلُ مِصْباَحِهَا لِتَنْوِيرِ الْمَعَالِمِ، تَلأْ لُؤُ نُجُومِهَا لِتَزْيِينِ الْعَوَالِمِ، تُعْلِنُ ِلاَهْلِ النُّهٰى سَلْطَنَةً بِلاَ اِنْتِهَاءٍ لِتَدْبِيرِ هٰذَا الْعَالَمِ.

فَذَلِكَ الْخَلاَّقُ الْقَدِيرُ عَلِيمٌ بِكُلِّ شَىْءٍ، وَمُرِيدٌ بِاِراَدَةٍ شَامِلَةٍ مَاشَاءَ كَانَ وَمَالَمْ يَشَأْ لَمْ يَكُنْ. وَهُوَ قَدِيرٌ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ بِقُدْرَةٍ مُطْلَقَةٍ مُحِيطَةٍ ذَاتِيَّةٍ. وَكَمَا لاَ يُمْكِنُ وَلاَ يُتَصَوَّرُ وُجُودُ هَذِه الشَّمْسِ فِى هٰذَا الْيَومِ بِلاَِضِيَاءٍ وَلاَ حَراَرَةٍ؛ كَذَلِكَ لاَ يُمْكِنُ وَلاَ يُتَصَوَّرُ وُجُودُ اِلٰهٍ خَالِقٍ لِلسَّمٰوَاتِ بِلاَ عِلْمٍ مُحِيطٍ، وَبِلاَ قُدْْرَةٍ مُطْلَقَةٍ. فَهُوَ بِالضَّرُورَةِ عَلِيمٌ بِكُلِّ شَىْءٍ بِعِلْمٍ مُحِيطَةٍ لاَزِمٍ ذَاتِىٍّ لِلذَّاتِ، يَلْزَمُ تَعَلُّقُ ذَلِكَ الْعِلْمِ بِكُلِّ اْلاَشْياَءِ لاَ يُمْكِنُ اَنْ يَنْفَكَّ عَنْهُ شَىْءٌ بِسِرِّ الْحُضُورِ وَالشُّهُودِ وَالنُّفُوذِ وَاْلاِحَاطَةِ النُّورَانِيَّةِ.



AÇIKLAMA

Beşinci Mertebe HAŞİYE

Allah herşeyden sonsuz derecede büyüktür. Zira O öyle herşeye gücü yetip yaratan Kadîr bir Hallâk ve öyle görerek şekiller veren Basîr bir Musavvirdir ki, şu gök cisimleri ve inci-misal yıldızlar Onun uluhiyet (ilâhlık) ve büyüklüğünün delillerinden birer nur ve rububiyet (rablık) ve izzetinin şahitlerinden birer parıltıdır. Bütün bunlar Onun rububiyet (rablık) saltanatının şâşaasına şehadet ve hikmet ve hâkimiyetinin genişliğini ve büyük kudretinin haşmetini nidâ edip ilân ederler.

Şimdi âyet-i kerîmeye kulak ver: “Üstlerindeki göğe bakmazlar mı, onu nasıl bina edip süsledik.” (Kàf Sûresi, 50:6).

Sonra göğün yüzüne bak ki, nasıl bir sükûnet içinde sessizliği, hikmet içinde bir hareketi, haşmet içinde bir parlamayı, süs içinde bir tebessümü, yaratılıştaki düzenlilik ve san’attaki ölçü ve denge ile beraber göreceksin.

Göğün lâmbası olan güneşin parlamasıyla mevsimleri değiştirmek, kandili olan ayı göğün yüksek burcuna asıp aydınlatmak, yıldızları ışıl ışıl yakıp âlemleri süslendirmek, bu âlemi tedbir eden sonsuz bir saltanatın varlığını düşünce sahiplerine ilân eder.

İşte o herşeye gücü yeten Yaratıcı herşeyi her şe’niyle (haliyle) bilir. Onun iradesi herşeyi kaplar; dilediği olur, dilemediği olmaz. Herşeyi kaplayan zâtî ve mutlak kudretiyle herşeye gücü yeter. Nasıl şu günkü günde güneşin ışıksız ve ısısız olması mümkün ve mutasavver değilse, öyle de, Göklerin Yaratıcısı olan bir İlâhın kapsayıcı illim ve mutlak kudret sahibi olmaması mümkün değildir ve tasavvur olunamaz. Demek, zorunlu olarak, zâtına lâzım olan kaplayıcı ilmiyle O herşeyi her şe’niyle (haliyle) bilir. Öyle bir ilmin herşeye taallûku (bağı) lâzımdır ve hiçbir şeyin ondan gizlenmesi mümkün değildir; çünkü huzur ve şuhud ve nüfuz ve nuranî ihata vardır (yani herşey Onun huzurunda ve gözetimi altındadır. Güneşin ısısı gibi herşeye nüfuz eder ve herşeyi kapsamı içine alır).


فَمَا يُشَاهَدُ فِى جَمِيعِ الْمَوْجُودَاتِ مِنَ اْلاِنْتِظَامَاتِ اْلمَوْزُونَةِ، وَاْلاِتّزَانَاتِ الْمَنْظُومَةِ، وَالْحِكَمِ الْعَامَّةِ، وَالْعِنَايَاتِ التَّامَّةِ، وَاْلاَقْدَارِ المُنْتَظَمَةِ، وَاْلاَقْضِيَةِ الْمُثْمِرَةِ، وَاْلآجَالِ الْمُعَيَّنَةِ، وَاْلاَرْزَاقِ الْمُقَنَّنَةِ، وَاْلاِتْقَانَاتِ الْمُفَنَّنَةِ، وَاْلاِهْتِمَامَاتِ الْمُزَيَّنَةِ، وَغَايَةِ كَمَالِ اْلاِِمْتِيَازِ وَاْلاِتّزَانِ وَاْلاِنْتِظَامِ وَاْلاِتْقَانِ، وَالسُّهُولَةِ الْمُطْلَقَةِ شَاهِدَاتٌ عَلٰى اِحَاطَةِ عِلْمِ عَلاَّمِ الْغُيُوبِ بِكُلِّ شَىْءٍ.

وَاَنَّ اٰيةَ (اَلاَ يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبيرُ) تَدُلُّ عَلٰى اَنَّ الْوُجُودَ فِى الشَّىْءِ يَسْتَلْزِمُ الْعِلْمَ بِهِ. وَنورُ الْوُجُودِ فِى اْلاَشْيَاءِ يَسْتَلْزِمُ نُورَ الْعِلْمِ فيِهَا.

فَنِسْبَةُ دَلاَلةِ حُسْنِ صَنْعَةِ اْلاِنْسَانِ عَلٰى شُعُورِهِ، اِلٰى نِسْبَةِ دَلاَلةِ خِلْقَةِ اْلاِنْسَانِ عَلٰى عِلْمِ خَالِقِهِ، كَنِسْبَةِ لُمَيْعَةِ نُجَيْمَةِ الذُّبيْبَةِ فِى اللَّيْلَةِ الدَّهْمَاءِ اِلٰى شَعْشَعَةِ الشَّمْسِ فِى نِصْفِ النَّهَارِ عَلٰى وَجْهِ الغَبْراَءِ.

وَكَماَ اَنَّهُ عَليِمٌ بِكُلِّ شَىْءٍ فَهُوَ مُريِدٌ لِكُلِّ شَىْءٍ لاَ يُمْكِنُ اَنْ يَتَحَقَّقَ شَىْءٌ بِدُونِ مَشِيئَتِهِ. وَكَمَا اَنَّ الْقُدْرَةَ تُؤَثِرُ، وَاَنَّ الْعِلْمَ يُمَيِزُ؛ كَذَلِكَ اَنَّ اْلاِرَادَةَ تُخَصِّصُ، ثُمَّ يَتَحَقَّقُ وُجُودُ اْلاَشْيَاءِ.

فَالشَّوَاهِدُ عَلٰى وُجُودِ اِرَادَتِهِ تَعاَلٰى وَاِخْتِيَارِهِ سُبْحَانَهُ بِعَدَدِ كَيْفِيَّاتِ اْلاَشْيَاءِ وَاَحْوَالِهَا وَشُؤُونَاتِهَا.

نَعَمْ، فَتَنْظِيمُ الْمَوْجُودَاتِ وَتخْصِيصُهَا بِصِفَاتِهَا مِنْ بَيْنِ اْلاِمْكَانَاتِ الْغَيْرِ الْمَحْدُودَةِ، وَمِنْ بَيْنِ الطُّرُقِ الْعَقِيمَةِ، وَمِنْ بَيْنِ اْلاِحْتِمَالاَتِ الْمُشَوَّشَةِ، وَتحْتَ اَيْدِى السُّيُولِ الْمُتَشَاكِسَةِ، بِهٰذَا النّظَامِ اْلاَدَقِّ اْلاَرَقِّ، وَتَوْزِينُهَا بِهٰذَا الْمِيزَانِ الْحَسَّاسِ الْجَسَّاسِ الْمَشْهُودَيْنِ؛ وَاَنَّ خَلْقَ الْمَوْجُودَاتِ الْمُخْتَلِفَاتِ الْمُنْتَظَمَاتِ الْحَيَوِيَّةِ مِنَ الْبَسَائِطِ الْجَامِدَةِ—كَاْلاِنْساَنِ بِجِهَازَاتِهِ مِنَ النُّطْفَةِ، وَالطَّيْرِ بِجَوَارِحِهِ مِنَ الْبَيْضَةِ، وَالشَّجَرِ بِاَعْضَائِهِ الْمُتَنَوِّعَةِ مِنَ النَّوَاةِ—تَدُلُّ عَلٰى اَنَّ تَخَصُّصَ كُلِّ شَىْءٍ وَتعَيُّنَهُ بِاِرَادَتِهِ وَاِخْتِيَارِهِ وَمَشِيئَتِهِ سُبْحَانَهُ.



AÇIKLAMA

Varlıklarda gözlemlenen ölçülü düzenlemeler ve düzenlenmiş ölçüler, umumi hikmet ve tam bir inayet, düzenli kader (plânlar) ve ürün veren kazâlar (uygulamalar), belirlenmiş eceller ve göz önündeki erzaklar, düsturlarının sağlamlığıyla kâinattaki fenleri sonuç veren itkanat (kusursuz yapılar) ve herşeyi süslendiren ihtimamat (özenler) ve gayet mükemmel imtiyaz (seçkinlik) ve ittizan (denge) ve intizam (düzenlilik) ve itkan (kusursuzluk) ve herşeyin yaratılışında görülen mutlak kolaylık nâmına hiçbir şey yoktur ki, herşeyi bilen bir Allâmü’l-Guyûbun ilminin kapsayıcılığına şahit olmasın.

“Yaratan bilmez olur mu? Onun ilmi herşeyin inceliklerine nüfuz eder ve O herşeyden hakkıyla haberdardır” (Mülk Sûresi, 67:14) âyetinin delâletiyle, birşeyin varlığı, o şeye taallûk eden ilmi gerekli kılar. Ve eşyadaki varlık nuru, eşyaya taallûk eden ilmin nurunu gerekli kılar.

İnsanın güzel san’atının onun şuurlu olduğunu göstermesiyle, insanın yaratılışının Yaratıcısındaki ilme delâleti arasındaki nisbet, karanlık gecedeki yıldız böceğinin ışıkçığının, günün ortasında yeryüzünde parlayan güneşin şâşaasına nisbeti gibidir.

O Yaratıcının ilmi nasıl herşeyi kaplıyor ise, iradesi de öylece herşeyi kaplar. Çünkü dileme olmadan birşeyin gerçekleşmesi mümkün değildir. Kudret tesir ettiği ve ilim temyiz ettiği (ayırdığı) gibi, irade de tahsis eder (seçer); ondan sonra eşya vücuda gelir (var olur).

Hak Sübhanehû ve Teâlânın irade ve ihtiyarına (en iyisini seçmesine) dair şahitler, eşyanın keyfiyetleri ve halleri ve şuûnâtı sayısıncadır.

Evet, sınırsız ihtimaller ve çıkmaz sokaklar ve karmaşık ihtimaller arasından ve karma karışık seller altında bu ince ve rakik (nazik) düzenle ve bu gözle görünen hassas ve cessas ölçü ve miktarlarla varlıkların düzenlenmesi ve muayyen (belirli) sıfatlarının onlara tahsis edilmesi; ve basit ve donuk unsurlardan muntazam ve çeşitli canlı varlıkların yaratılması (insanın bütün organlarıyla nutfeden, kuşların bütün organlarıyla yumurtadan, ağacın çeşitli dal, budak ve meyveleriyle tohumdan yaratılması gibi); herşeyin tahsis ve tayini, Hak Sübhanehunun irade ve ihtiyar (en iyisini seçme) ve meşietiyle (dilemesiyle) olduğuna delâlet eder.


فَكَمَا اَنَّ تَواَفُقَ اْلاَشْيَاءِ مِنْ جِنْسٍ، وَاْلاَفْرَادِ مِنْ نَوْعٍ فِى اَسَاسَاتِ اْلاَعْضَاءِ، يَدُلُّ بِالضَّرُورَةِ عَلٰى اَنَّ صَانِعَهَا وَاحِدٌ اَحَدٌ؛ كَذَلِكَ اَنَّ تَمَايُزَهَا فِى التَّشَخُّصَاتِ الْحَكيِمَةِ الْمُشْتَمِلَةِ عَلٰى عَلاَمَاتٍ فَارِقَةٍ مُنْتَظَمَةٍ، تَدُلُّ عَلٰى اَنَّ ذَلِكَ الصَّانِعَ الْوَاحِدَ اْلاَحَدَ هُوَ فَاعِلٌ مُخْتَارٌ مُرِيدٌ يَفْعَلُ مَا يَشآءُ وَيحْكُمُ مَا يُرِيدُ جَلَّ جَلاَلهُ.

وَكَمَا اَنَّ ذٰلِكَ الْخَلاَّقَ الْعَلِيمَ الْمُرِيدَ عَلِيمٌ بِكُلِّ شَىْءٍ، وَمُرِيدٌ لِكُلِّ شَىْءٍ، لَهُ عِلْمٌ مُحِيطٌ، وَاِرَادَةٌ شَامِلَةٌ، وَاِخْتِيَارٌ تَامٌّ؛ كَذَلِكَ لَهُ قُدْرَةٌ كَامِلَةٌ ضَرُورِيَّةٌ ذَاتِيَّةٌ نَاشِئَةٌ مِنَ الذَّاتِ وَلاَزِمَةٌ لِلذَّاتِ. فَمُحَالٌ تَدَاخُلُ ضِدِّهَا. وَاِلاَّ لَزِمَ جَمْعُ الضِّدَّينِ الْمُحَالُ بِاْلاِتّفَاقِ.

فَلاَ مرَاتِبَ فِى تِلْكَ الْقُدْرَةِ. فَتَتَسَاوٰى بِالنّسْبَةِ اِلَيْهَا الذَّرَّاتُ وَالنُّجُومُ وَالْقَلِيلُ وَالْكَثِيرُ وَالصَّغِيرُ وَالْكَبِيرُ وَالْجُزْئِيُّ وَالْكُلّىُّ وَالْجُزْءُ وَالْكُلُّ وَاْلاِنْسَانُ وَالْعَالَمُ وَالنُّوَاةُ وَالشَّجَرُ:
بِسِرِّ النُّورَانِيَّةِ وَالشَّفَّافِيَّةِ وَالْمُقَابَلَةِ وَالْمُوَازَنةِ وَاْلاِنْتِظَامِ وَاْلاِمْتِثَالِ.

بِشَهاَدَةِ اْلاِنْتِظَامِ اْلمُطْلَقِ وَاْلاِتّزَانِ الْمُطْلقِ وَاْلاِمْتِيَازِ الْمُطْلَقِ فِى السُّرْعَةِ وَالسُّهُولَةِ وَالْكَثْرَةِ الْمُطْلَقَاتِ.

بِسِرِّ اِمْدَادِ الْوَاحِدِيَّةِ وَيُسْرِ الْوَحْدَةِ وَتجَلّى اْلاَحَدِيَّةِ.

بِحِكْمَةِ الْوُجُوبِ وَالتَّجَرُّدِ وَمُباَيَنَةِ الْمَاهِيَّةِ.

بِسرِّ عَدَمِ التَّقَيُّدِ وَعَدَمِ التَّحَيُّزِ وَعَدَمِ التَّجَزُّءِ.



AÇIKLAMA

Nasıl bir cinsten olan şeylerin denk düşmesi ve bir nevinin fertlerindeki temel organların birbirine benzemesi onların San’atkârının Vahid (herşeyi kaplayan birliği) ve Ehad (her birşeyde ayrı ayrı yansıyan birliği) olduğuna zorunlu olarak delâlet ederse, bütün o fertleri kapsamına alan ve muntazam ayırıcı özelliklerle görünen hikmetli kişiliklerindeki seçkinlik de, şânı herşeyden yüce olan o Sâni-i Vâhid-i Ehadin (bir ve tek San’atkârın) Fâil-i Muhtar ve Mürîd (dilediğini istediği şekilde yapan bir zat) olduğuna ve dilediği gibi iş görüp dilediği gibi hükmettiğine delâlet eder.

Hem o Hallâk-ı Alîm-i Mürîd (İlmi herşeyi kaplayan irade sahibi Yaratıcı) nasıl ki herşeyi bilen ve herşeyi irade edendir, yani ilmi herşeyi kaplayan ve iradesi herşeyi içine alan ve dilemesi tam ve mükemmeldir. Öyle de, Onun kudreti dahi mükemmeldir, zarurîdir, zâtîdir, zâtından doğar ve zâtının lâzımıdır (ayrılmaz bir sıfatıdır). O kudrete aczin girmesi muhaldir (mümkün değildir); aksi takdirde ittifakla olması asla mümkün olmayan cem-i zıddeyn (zıtların birbirinin içine girmesi) lâzım gelir.

O kudrette mertebeler de bulunmaz.

• Nuraniyet, şeffafiyet, mukabele, muvazene (denge), intizam (düzenlilik) ve imtisal (emre uyma) sırrıyla,

• sür’at ve kolaylık ve mutlak çokluk içinde gözlemlenen mutlak düzenlilik ve mutlak denge ve mutlak ayırımın şehadetiyle,

• imdad-ı vâhidiyet (birliğin yardımı) ve yüsr-ü vahdet (birliğin kolaylığı) ve tecellî-i ehadiyet (birliğin herbir şeyde tecellisi) sırrıyla,

• vücub (varlığın zorunlu oluşu) ve tecerrüd ve mübayenet-i mahiyet (kâinat cinsinden olmayan mahiyet) hikmetiyle,

• adem-i takayyüd (sınırlanmama) ve adem-i tahayyüz (mekandan münezzeh olma) ve adem-i tecezzî (cüzlere ve parçalara ayrılmama) sırrıyla,

بِحِكْمَةِ اِنْقِلاَبِ الْعَوَائِقِ وَالْمَوَانِعِ اِلٰى الْوَسَائِلِ فِى التَّسْهِيلِ اِنْ اُحْتِيجََ اِلَيْهِ. وَالْحَالُ اَنهُ لاَ اِحْتِيَاجَ، كَاَعْصَابِ اْلاِنْسَانِ، وَالْخُطُوطِ الْحَدِيدِيَّةِ لِنَقْلِ السَّيَّالاَتِ اللَّطِيفَةِ.

بِحِكْمَةِ اَنَّ الذَّرَّةَ وَالْجُزْءَ وَالْجُزْئِيَّ وَالْقَلِيلَ وَالصَّغِيرَ وَاْلاِنْسَانَ وَالنَّوَاةَ لَيْسَتْ بِاَقَلَّ جَزَالَةً مِنَ النَّجْمِ وَالنَّوعِ وَالْكُلِّ وَالْكُلّىِّ وَالْكَثِيرِ وَالْكَبِيرِ وَالْعَالَمِ وَالشَّجَرِ.

فَمَنْ خَلَقَ هٰؤُلاَءِ لاَيسْتَبْعَدُ مِنْهُ خَلْقُ هَذِهِ. اِذِ الْمُحَاطَاتُ كَاْلاَمْثِلَةِ الْمَكْتُوبَةِ الْمُصَغَّرَةِ، اَوْ كَالنُّقَطِ الْمَحْلُوبَةِ الْمُعَصَّرَةِ. فَلاَ بُدَّ بِالضَّرُورَةِ اَنْ يَكوُنَ الْمُحيِطُ فِى قَبْضَةِ تَصَرُّفِ خَالِقِ الْمُحَاطِ، لِيُدْرِجَ مِثَالَ الْمُحِيطِ فِى الْمُحَاطَاتِ بِدَسَاتِيرِ عِلْمِهِ، وَاَنْ يَعْصُرَهَا مِنْهُ بِمَواَزِينِ حِكْمَتِهِ. فَالْقُدْرَةُ الَّتِى اَبْرَزَتْ هَاتِيكَ الْجُزْئِيَّاتِ لاَ يَتَعَسَّرُ عَلَيْهاَ اِبْرَازُ تَاكَ الْكُلّيَّاتِ.

فَكَمَا اَنَّ نُسْخَةَ قُرْآنِ الْحِكْمَةِ الْمَكْتُوبَةَ عَلٰى الْجَوْهَرِ الْفَرْدِ بِذَرَّاتِ اْلاَثِيرِ لَيْسَتْ بِاَقَلَّ جَزَالَةً مِنْ نُسْخَةِ قُرْآنِ الْعَظَمَةِ الْمَكْتُوبَةِ عَلٰى صَحَائِفِ السَّمٰوَاتِ بِمِدَادِ النُّجُومِ وَالشُّمُوسِ؛ كَذَلِكَ لَيْسَتْ خِلْقَةُ نَحْلَةٍ وَنمْلَةٍ بِاَقَلَّ جَزَالَةً مِنْ خِلْقَةِ النَّخْلَةِ وَالْفِيلِ، وَلاَ صَنْعَةُ وَرْدِ الزَّهْرَةِ بِاَقَلَّ جَزَالَةً مِنْ صَنْعَةِ دُرِّىِّ نَجْمِ الزُّهْرَةِ. وَهٰكَذاَ فَقِسْ. فَكَمَا اَنَّ غَايَةَ كَمَالِ السُّهُولَةِ فِى اِيجَادِ اْلاَشْيَاءِ اَوْقعَتْ اَهْلَ الضَّلاَلةِ فِى اِلْتِبَاسِ التَّشْكِيلِ بِالتَّشَكُّلِ الْمُسْتَلزِمِ لِلْمُحَالاَتِ الْخُرَافِيَّةِ الَّتِى تَمُجُّهَا الْعُقُولُ، بَلْ تَتَنَفَّرُ عَنْهَا اْلاَوْهَامُ؛ كَذَلِكَ اَثْبَتَتْ بِالْقَطْعِ وَالضَّرُورَةِ ِلاَهْلِ الْحَقِّ وَالْحَقِيقَةِ تَسَاوِىَ السَّيَّارَاتِ مَعَ الذَّرَّاتِ بِالنِّسْبَةِ اِلٰى قُدْرَةِ خَالِقِ الْكَائِنَاتِ. جَلَّ جَلاَلهُ وَعَظُمَ شَأْنهُ وَلآ اِلٰهَ إِلاَّ هُوَ.



AÇIKLAMA

hiç ihtiyaç yok, faraza ihtiyaç olsa-avâik ve mevâniin (engellerin ve manilerin) dahi, insandaki âsab (sinir damarları) gibi yahut seyyâlât-ı lâtifeyi (elektrik akımı gibi akımları) nakleden madenî hatlar (teller) gibi, bir kolaylık vesilesine inkılâp etmesi hikmetiyle,

• cezâlet itibarıyla zerre yıldızdan, cüz neviden ve küllden, cüz’î küllîden, az çoktan, küçük büyükten, insan âlemden ve tohum ağaçtan daha aşağı olmadığı hikmetiyle,

• kudrete nisbeten zerreler ve yıldızlar, az ve çok, küçük ve büyük, cüz’î ve küllî, cüz ve küll, insan ve âlem, tohum ve ağaç eşittirler. Onları yaratanın, bunları dahi yaratması akıldan uzak görülmez. Zira ihata edilmiş (kapsanmış) varlıklar, o küllî ve ihatalı (kapsamlı) varlıkların küçültülmüş örneği olan küçücük mektuplar yahut onlardan sağılmış ve süzülmüş noktalar hükmündedir. Demek, ihata olunan (kapsanmış) şeyin Yaratıcısı kim ise, ihata eden (kapsayan) dahi, zorunlu olarak, o Yaratıcının tasarruf kabzasında olma zorunluluğu vardır–tâ ki, ihata edenin (kapsayanın) küçük misali, Onun ilminin düsturlarıyla o ihata olunanlara (kapsananlara) konulsun ve Onun hikmetiyle süzülüp özeti çıkarılsın. İşte cüz’iyatta (fertlerde) şunu gösteren kudrete, külliyatta (türlerde ve kapsamlı varlıklarda) dahi bunu göstermek ağır gelmez.

Hem nasıl ki cevâhir-i ferd (zerre) üzerine esir zerreleriyle bir hikmet Kur’ân’ı yazmak, göklerin sayfaları üzerine yıldızlar ve güneşler mürekkebiyle bir büyük Kur’ân yazmaktan cezalet (kelimelerin sıralanışındaki güzellik) itibarıyla daha aşağı değildir. Öyle de, bir arı veya karınca, yaratılışça ağaçtan veya filden aşağı olmadığı gibi, bir çiçek dahi san’atça bir yıldızdan aşağı değildir. Ve hâkezâ, kıyas et.

Hem eşyanın icadında görülen tam bir kolaylık, nasıl dalâlette olanları, aklın reddettiği ve hattâ vehmin dahi ondan kaçtığı muhaller ve hurafeleri gerektiren bir iltibasla (karıştırmakla) teşkili teşekkül (şekillendirip meydana getirmeyi, kendi kendine şekillenip meydana gelme) zannetmelerine sebep olmuşsa; hak ve hakikat ehli nazarında da, zerreler ve yıldızların eşit şekilde Kâinatın Yaratıcısının kudretine nisbet edilmesi icap ettiğini, kesin ve zorunlu bir şekilde ispat etmiştir.

Onun celâli (haşmeti) pek yüce, şânı pek büyüktür ve Ondan başka ilâh yoktur.


اَلْمَرْتَبَةُ السَّادِسَةُ : HAŞİYE

جَلَّ جَلاَلهُ وَعَظُمَ شَأْنهُ اللهُ اَكْبَرُ مِنْ كُلِّ شَىْءِ قُدْرَةً وَعِلْماً، اِذْ هُوَ الْعَادِلُ الْحَكِيمُ الْقَادِرُ الْعَلِيمُ الْوَاحِدُ اْلاَحَدُ السُّلْطَانُ اْلاَزَلِيُّ الَّذِى هَذِهِ الْعَوَالِمُ كُلُّهَا فِى تَصَرُّفِ قَبْضَتَىْ نِظَامِهِ وَمِيزَانِهِ وَتنظِيمِهِ وَتوْزِينِهِ وَعَدْلِهِ وَحِكْمَتِهِ وَعِلْمِهِ وَقُدْرَتِهِ، وَمَظْهَرُ سِرِّ وَاحِدِيَّتِهِ وَاَحَدِيَّتِهِ بِالْحَدْسِ الشُّهُودِىِّ بَلْ بِالْمُشَاهَدَةِ. اِذْ لاَ خَارِجَ فِى الْكَوْنِ مِنْ دَائِرَةِ النّظَامِ وَالْمِيزَانِ وَالتَّنْظِيمِ وَالتَّوْزِينِ؛ وَهُمَا بَابَانِ مِنَ (اْلاِماَمِ الْمُبِينِ وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ). وَهُمَا عُنْوَانَانِ لِعِلْمِ الْعَلِيمِ الْحَكِيمِ وَاَمْرِهِ وَقدْرَةِ الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ وَاِرَادَتِهِ. فَذَلِكَ النّظَامُ مَعَ ذَلِكَ الْمِيزَانِ، فِى ذَلِكَ الْكِتَابِ مَعَ ذَلِكَ اْلاِمَامِ بُرْهَانَانِ نَيرَانِ لِمَنْ لَهُ فِى رَأْسِهِ اِذْعَانٌ، وَفِى وَجْهِهِ الْعَيْنَانِ، اَنْ لاَ شَىْءَ مِنَ اْلاَشْياَءِ فِى الْكَوْنِ وَالزَّمَانِ يَخْرُجُ مِنْ قَبْضَةِ تَصَرُّفِ رَحْمٰنٍ، وَ تَنْظِيمِ حَنَّانٍ، وَتَزْيِينِ مَنَّانٍ، وَتوْزِينِ دَيانٍ.

اَلْحَاصِلُ: اَنَّ تَجَلّىَ اْلاِسْمِ (اْلاَوَّلِ وَاْلآخِرِ) فِى الْخَلاَّقِيَّةِ، اَلنَّاظِرَيْنِ اِلٰى الْمَبْدَإِ وَالْمُنْتَهٰى وَاْلاَصْلِ وَ النَّسْلِ وَالْمَاضِى وَالْمُسْتَقْبَلِ وَاْلاَمْرِ وَالْعِلْمِ، مُشِيرَانِ اِلَى (اْلاِماَمِ الْمُبِينِ). وَتجَلّىَ اْلاِسْمِ (الظَّاهِرِ وَالْباَطِنِ) عَلٰى اْلاَشْيَاءِ فِى ضِمْنِ الْخَلاَّقِيَّةِ يُشِيرَانِ اِلَى (الْكِتَابِ الْمُبِينِ).



AÇIKLAMA

Altıncı Mertebe HAŞİYE

Onun celâli (haşmeti) pek yüce, şânı pek büyüktür. Allah ilim ve kudretiyle herşeyden büyüktür. Zira O hikmet ve adaletle yapan öyle bir Âdil-i Hakîm ve herşeye gücü yeten ve herşeyi bilen öyle bir Kadir-i Alîm ve kâinatta birliği tecelli ettiği gibi her bir varlıkta da birliği görülen öyle bir Vâhid-i Ehad ve saltanat ve egemenliği ezelî olan öyle bir Sultan-ı Ezelîdir ki, bütün bu âlemler Onun nizam (düzen) ve mizan (ölçüsünün) ile tanzim (düzene koyma) ve tevzin (ölçüp dengeleme), adl (herşeye hak ettiğini verme) ve hikmetinin (herşeyi olması gereken yere yerleştirmesinin) ve ilim ve kudretinin tasarruf elindedir ve, şuhud (görme) derecesinde bir hads (sonucu kesin bilme) ile, belki görerek, Onun Vâhidiyet (birliğiyle herşeyde tecelli etmesi) ve Ehadiyet (birliğiyle her bir varlıkta tecelli etmesi) sırrına mazhardır. Çünkü kâinattaki varlıklarda nizam (düzen) ve mizan (ölçü) ile tanzim (düzene koyma) ve tevzin (ölçüp dengeleme) dairesinden hariç hiçbir şey yoktur. Bunlar ise, İmam-ı Mübin (Levh-i Mahfuz denilen kâinatın programı) ve Kitab-ı Mübinden (kâinat denilen büyük kitaptan) iki babdır. Ve şunlar dahi, biri o herşeyi bilen ve hikmetle yapan Alîm-i Hakîmin ilim ve emrine, diğeri de o herşeye galip gelen ve rahmeti herşeyi kuşatan Azîz-i Rahîmin kudret ve iradesine iki ünvandır. Ve şu imam ile beraber şu kitaptaki şu mizanlı nizam (ölçülü ve dengeli düzen), başında iz’an ve yüzünde gözü bulunan kimse için iki parlak delildir ki, kâinatta hiçbir şeyin hiçbir zaman o Rahmân’ın (rahmeti herşeyi kaplayan Allah’ın) tasarruf elinden ve o Hannânın (sonsuz şefkatiyle varlıkları kendisine müştak edenin) düzenlemesinden ve o Mennânın (ihsan, rızık ve nimeti bol verenin) süslemesinden ve o Deyyânın (herkesin hakkını ve hesabını bilerek verenin) ölçüp dengeye koymasından hariç kalmadığını gösterir.

Elhasıl: Varlıkların yaratılışında Evvel ve Âhir isimlerinin tecellîsi başlangıç ile bitişe, asıl ile nesle, geçmiş ile geleceğe, emir ile ilme bakar ve İmam-ı Mübine işaret eder. Varlıkların yaratılışı esnasında tecellî eden Zâhir ve Bâtın isimleri ise, Kitab-ı Mübine işaret ederler.

selam ve dua ile kalınız... [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
*GüLer*
*GüLer*
VEFALI ÜYEMİZ
VEFALI ÜYEMİZ


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz