A’raf 175. “Ey Nebi! Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat.”


176. “Dileseydik, onu âyetlerimizle üstün kılardık; fakat o, dünyaya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte âyetlerimizi yalan sayan kimselerin hali böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler.”




Rabbimiz, Allah’ın âyetleri kendisine verilmiş, Allah’ın âyetlerine ulaşmış, âyet bilgisine, kitap bilgisine ulaşmış bir insan tipini anlatıyor.
Bir adam ki, Allah’ın âyetleri kendisine ulaşmış, âyetlerle ilgi kurmuş, anlamış ama ne yazık ki bu insan bildiği, tanıdığı o Allah âyetlerinden sıyrılmış. Bu adam Allah’ın afâkî ve enfüsî âyetlerini çok iyi biliyordu. Ama ne yazık ki bu adam bildiği âyetleri terk etti, âyetlerden sıyrılıp çıktı da şeytana tâbi oldu ve o kimse sonunda azgınlardan oluverdi.
Bu kimse için Bel’am denilmiş. Bel’am bin Baura Hz. Mûsâ ümmetinden, İsrâil oğullarından âlim bir kimseydi.

Kitap bilgisine, Tevrat bilgisine sahip bir kimse olmasına rağmen kendisini düzene angaje ettiği için, sırtını düzene dayadığı için düzenin keyfine göre ya da kendi hevâ ve heveslerine göre, Allah’ın âyetlerini yorumlama ve âyetlerin içinden sıyrılıp çıkma cinnetine kapılmış bir adam.

Kimileri de burada anlatılan kişinin Ümeyyetübnü Ebi Salt olduğunu söylemişler. Bu adam Rasulullah döneminde yaşamış bir adamdı. Rasûlullah’ı tanıyordu, bekliyordu. Hattâ peygamberimizin özellikleri konusunda şiirler yazarak, “nerede kaldı, beklenen Nebî? diyerek onun özlemini terennüm ediyordu. Nihâyet Allah’ın Rasûlü Mekke’de Kureyş içinden zuhur edince Rasulullah hakkındaki tüm bu bilgilerinden sıyrılarak gurura, kibre kapılarak ona imandan vazgeçiverdi. Hattâ bu kimse hakkında Rasulullah efendimizin: “Şiiri iman eden ama kendisi iman etmeyen adam” diye söz ettiğini biliyoruz.


Ayet-i kerîmede “Seleha, inseleha” kelimesi kullanılmış. Seleha kelimesi aslında derinin vücuttan yüzülmesi sıyrılıp çıkarılması anlamına gelmektedir. Bu mânâ içinde düşündüğümüz zaman, adam tıpkı derisi yüzülmüş, kendisini dış etkenlerden koruyacak deri desteğini kaybetmiş bir vücut gibi Allah âyetlerinden sıyrılıp çıkmış.
Derisi yüzülmüş bir vücut dış etkenlere karşı kendisini koruyabilme özelliğini kaybetmiş demektir. İşte böyle bir vücut gibi, kendisini tehdit eden tüm tehlikelere karşı kendisini koruyacak âyetlerin desteğini kaybetmiştir. Kendisini azaptan, ateşten ve cehennemden koruyacak olan âyetlerin içinden sıyrılıp çıkmış, âyetlerin korumasını kaybetmiştir.
Tabii adam böyle yapınca, hayatını Allah’ın âyetleriyle düzenlemekten vazgeçip âyetlerden habersiz bir hayat yaşamaya yönelince, kendi hevâ ve hevesleri istikâmetinde bir program izlemeye başlayınca da şeytan onu ayartıp peşine takıverdi ve azgınlardan oluverdi.


Hani bir söz vardır; şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır diye. Yâni şeyh olarak, mürşid olarak, kılavuz olarak Allah’ın kitabıyla tanışamamış birisinin şeytana tâbi olmaktan başka yapabileceği bir şey yoktur.
Bakın Rabbimiz kitabının başka bir yerinde bunu şöyle anlatır:
“Rahmân olan Allah'ı anmayı görmezlikten gelene, yanından ayrılmayacak bir şeytanı arkadaş veririz.” (Zuhruf 36)
Rahmân’ın zikri Kur’an demektir. Rahmân’ın zikri, Rahmân’ın hayatın her bir kademesinde bizden istediği kulluk demektir. Evet, kim Rahmân’ın, hayatın her bir kademesinde kendisinden istediği kulluğa karşı kör ve ilgisiz davranırsa, vahye karşı, Kur’an’a karşı körlük ederse. Ya da kitaba karşı gözünü bozar, bakışını bozarsa, biz de ona bitişik, onun yanından hiç bir zaman ayrılmayan bir şeytanı arkadaş yaparız diyor Rabbimiz.


Allah’la beraber olmayan, Rahmân’ın zikrinden i’raz eden, vahye karşı kör davranan, vahiyle hareket etmeyen kişinin sonucu budur işte. Rahmân’ın vahyiyle beraber olmayan kişi elbette şeytanın esiri olacaktır. Çünkü o kişi Allah’la beraber olmamayı istemiştir. Rahmân’ın zikrinden yüz çevirmiştir. Rahmân’ın rahmetinin gereği kendisi için açtığı rahmet kapısını örtmüş, güneşe karşı körlük etmiş kişidir. Basîreti kapanmış bir kişinin şeytana yaklaşması da kaçınılmaz olacaktır.
Kur’an’ı tanımayan Kur’an’la beraber olmayan bir adam başka ne yapar? Hayatında amel edecek kitabı olmayan bir adam ne yapar? Ya bizzat şeytanın ya da insan şeytanlarının kulu kölesi olur. Nisa sûresinde bu husus şöyle anlatılır:

“Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!” (Nisâ 115)
Yine bakın Sâf sûresinde:
"Onlar yoldan sapınca, Allah da onların kalplerini saptırmıştı. Allah, yoldan çıkan milleti doğru yola eriştirmez." (Sâf 5)
Evet, Allah’ın âyetlerini bildiği halde onlarla ilgilenmeyip onlardan sıyrılıp, onlardan habersiz bir hayat yaşamaya çalışan bu adam üzerinde şeytan hâkimiyet kurdu. Boşlukta yakaladığı bu adamın boğazına bir ip takıp onu gemledi.


Boynundaki kulluk ipinin ucunu Allah’a vermeyen kişi elbette onu birilerine vermek zorunda kalacaktı. Allah vahyine teslim olup hayatını onlarla düzenlemeye yanaşmayan kişi elbette birilerinin âyetlerine teslim olmak zorunda kalacaktı. Allah’tan kaçan kişi mutlaka ya cin şeytanlarının ya da insan şeytanlarının ağına düşmek zorunda kalacaktır. İşte Allah âyetlerinden sıyrılan, Allah âyetlerinin desteğini kaybeden bu adam sonunda ipinin ucunu şeytanlara kaptırarak, azgınlaşarak onların gideceği yere doğru, ateşe doğru, cehenneme doğru hızla ilerlemeye başladı.
Ayetin ifadesinden anlıyoruz ki; bu kitabın âyetleri yükselme sebebidir. Yeryüzünde insanlara yükseklik kazandıran, insanları yücelten, insanlara incelik ve yücelik kazandıran Allah’ın kitabıdır. Allah’ın kitabını tanıyan en yücedir, Allah’ın kitabından haberdar olan en şereflidir. Allah’ın Rasûlü de bu hususta şöyle buyurur:


“Oku ve yüksel! Oku ve yücel!”
Evet, kitabı okuyan, kitabı tanıyan, kitapla hareket eden, kitapla hayatını düzenlemeye çalışan kişi yeryüzünün en üstünü, en şereflisi ve en izzetlisidir. İşte bu adam da dileseydi, isteseydi, bildiği, tanıdığı kitabın âyetleriyle yücelecekti, şeref kazanacaktı ama ne yazık ki bu adam:
Yere çakılıp kalmayı, arzla bütünleşmeyi, yerlerde sürünmeyi, izzetini, şerefini, değerini ayaklar altına düşürmeyi tercih etti. Hem dünyada hem de ukbada şeref ve haysiyetini ayaklar altına düşürmeyi yeğledi. Çünkü onun tüm derdi, tüm arzusu ve kıblesi dünya idi. Tüm plan ve programı dünya ve dünyalık üzerine kurulmuştu. Dünyası adına dinini satıverdi. Allah âyetleriyle yücelmeyi terk etti de dünyaya çakılı kalıverdi. Dünyaya kazık çakma sevdasına kapıldı da Allah âyetlerinin kendisinden istediği kulluktan vazgeçiverdi. Elbette gözünde dünya kıble olmuş bir adamın Allah dinine de, Allah âyetlerine de ayıracak zamanı kalmayacaktı.



Hevâsına tâbi oldu. Hevâ ve heveslerini putlaştırdı. Allah’ın âyetlerinin içinden sıyrılıp çıktığı için, Allah’ın âyetlerinin korumasından mahrum kaldığı, hayatını düzenleyecek Allah âyetleri güdümlü, vahiy kaynaklı bir programı kalmadığı için elbette artık onun yapabileceği başka bir şey yoktur. Artık böyle bir adam şeytanların maskarası olmaktan, kurtulamayacaktır. Alçak dünyanın alçak makamlarını elde edeceğim diye, filanlar bana biraz makam verecekler diye, zengin olacağım diye, şöhrete ulaşacağım diye, evim, apartmanım, arsam, dükkanım tezgahım olacak diye bir ömür boyu çırpınıp duracaktır artık. Arzusu, hevesi, hevâsı, keyfi kendisine neyi fısıldamışsa, onların peşinde kendi kendisini helâk edecek bir hayatın içinde yuvarlanıp gidecektir artık cehenneme kadar.


Allah diyor ki:
İşte bunlar tıpkı köpek gibidirler. Üzerine gitsen de, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler.
Burada Rabbimizin bu tip insanları köpeğe benzetmesini bir kaç vecihte anlamaya çalışıyoruz:
Bildiğimiz gibi köpek bir türlü doyma bilmeyen, sürekli ciğeri açlıkla yanan bir hayvandır. Doyumsuzluğu simgeleyen bir hayvan tipidir köpek. Şehvetine ve boğazına düşkünlüğü yüzünden başına gelmedik kalmaz köpeğin. Bu doyumsuzluğundan ötürü onun üzerine bir taş atsanız bile acaba yiyecek bir şey mi atıldı diye onun peşinde koşturur.
“Yelhes” diyor Rabbimiz. Yâni zirve noktasında zilletin ve sıfırı tüketmenin ifadesi. Üzerine gidilip zor durumda bırakıldıklarında da solurlar, kendilerine herhangi bir baskı yapılmayıp serbest bırakıldıkları zaman da solurlar.


O kadar hoş anlatıyor ki Rabbimiz, zamanımızda Allah’ın âyetlerini bilen, kitabın âyetlerini tanıyan, dinden diyanetten haberdar olan kimi prof, kimi doktor, kimi doçent, kimi müdür ve amirler görüyoruz ki, bugün, tıpkı burada anlatılan köpek gibi din adına türlü türlü naneyi yemektedirler. Allah’ın lütfu keremiyle kitap ve sünnet bilgisine ulaştıkları halde kitabın âyetlerinden sıyrılarak köpekliğe özenmektedirler. Üzerlerine varsan da solurlar, varmasan da solurlar. Üzerlerine gidilip baskı yapılsa da pes ifadesi gösterirler, kendi kendilerine iken de.


Yâni zorlanmadıkları zaman da aynı tavrı sergilerler. Yâni mecbur değillerken bile teslimiyet izhâr edip el kaldırırlar. Hani bir soruşturma, bir sıkıştırma söz konusu olduğu zaman neyse de hiçbir baskıya maruz değillerken bile yine düzen adına, yine güçlüler adına dini yamultmadan yana, dini zâlimler lehine bozmadan yana bir tavır sergiliyorlar.

Dinlerini, dünyaları adına satmış, üç kuruşluk dünya menfaati için dinlerini dünyaları haline getirmiş, dinlerini dünyalarına yama yapmış, dünyalık bir kısım makamlar adına Allah âyetlerinden uzaklaşmış, konumlarımız sarsılacak endişesiyle Allah âyetlerini her yerde gündeme getirmekten korkan, bu korkularından ötürü gündeme getirmedikleri âyetlerden kopmuş, uzaklaşmış, Allah âyetlerini kendileri için işlemez hale getirmiş bu insan tiplerinin böylece köpekleştiklerine şahit oluyoruz bugün.


Ne atarsan kendilerine, onu yiyecek bir şey zannederler. Daima kendi çıkarlarını düşünürler. Herhangi bir kapıdan kendilerine bir şeyler geldi mi belki ileride bunun devamı gelecektir diye o kapıya sadık kalmaya özen gösterirler. Başka bir kapıdan biraz fazlası geldiği zaman önceki kapıyı unutup bu defa da oraya sadık kalırlar.

İşte Allah kapısını unutmuş, Allah âyetlerinden uzaklaşmış başka kapılarda kemik arayan materyalist insan tipleri. Hangi kapıdan ne atılacak diye o kapılar hatırına dini gündeme getirmeyerek ya da o kapıların istediği biçimde Allah’ın âyetlerini yorumlayarak bekleşip dururlar. Devletten bir makam koparabilme hatırına Allah’ın dinini eğip bükerler. Zâlim iktidarların bozuk düşüncelerine, İslâm dışı hayat-larına Kur’an’dan ve sünnetten destekler bulmaya çalışırlar. Allah âyetleriyle zâlimleri desteklemeye çalışıyorlar.


Bu köpeklerin bir özelliği de Allah’ın dini gündeme geldiği za-man, Allah’ın yüce âyetleri okunduğu zaman, Allah’ın sistemi ortaya konulduğu zaman, sistem için bir tehlike söz konusu olduğu zaman her birinin bir inden uluyup ürmeleridir. Birisi çıkıp Allah âyetlerini gündeme getirdiği zaman buna tepki olarak bu köpeklerden bir tanesinin ürmesiyle ötekilerin de hep bir ağızdan onu takip ettiklerini ve o müslümanın sesini soluğunu boğmaya ve meydana getirdiği tesiri silmeye çalıştıklarını görüyoruz.
Allah için bu âyetlerle kendimizi bir sorgulayalım. Eğer şu anda müslümanız diyen bizler Allah’ın kitabıyla ve Rasûlünün sünnetiyle ilgisiz bir hayatın içindeysek, hayatımızı kitap ve sünnete sormadan yaşıyorsak veya kitabı bildiğimiz, tanıdığımız halde, Allah’ın âyetlerinin bilgisine sahip olduğumuz halde yine de kitap kaynaklı bir hayata yanaşmıyorsak; o zaman bilelim ki, bizler de bildiğimiz o âyetlerle yücelmek yerine, dünya ve âhirette şerefli bir hayata talip olmak yerine dünya ve âhirette rezil bir hayatın mahkumu olanlardan olacağız demektir. Allah âyetlerini bırakır da hevâ ve heveslerimiz istikâmetinde bir hayat yaşamaya kalkışırsak o zaman bilelim ki biz de köpekliğe razıyız demektir.

[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]




selam ve dua ile kalınız... [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]