Giriş yap
Similar topics
Üye Paneli
Profiliniz Bilgiler Seçenekler İmza Avatar |
Sosyal Arkadaş ve Tanınmamış Üye listesi Grup |
Özel Mesaj Gelen Kutusu ÖM Gönder |
Gözlenmiş Konular |
Kimler hatta?
Toplam 43 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 43 Misafir :: 1 Arama motorlarıYok
Sitede bugüne kadar en çok 392 kişi 10.10.24 17:51 tarihinde online oldu.
En son konular
En bakılan konular
Istatistikler
Toplam 278 kayıtlı kullanıcımız varSon kaydolan kullanıcımız: CANAN CAN
Kullanıcılarımız toplam 14129 mesaj attılar bunda 6601 konu
Arama
Kasım 2024
Ptsi | Salı | Çarş. | Perş. | Cuma | C.tesi | Paz |
---|---|---|---|---|---|---|
1 | 2 | 3 | ||||
4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 |
11 | 12 | 13 | 14 | 15 | 16 | 17 |
18 | 19 | 20 | 21 | 22 | 23 | 24 |
25 | 26 | 27 | 28 | 29 | 30 |
Rah-ı Aşka Salik Olmak-Şerh
3 posters
.:. i R F @ N _ M E C L i S i .:. R @ H - i _ @ S K .:. :: (¯`·. _.: ALLAH (CELLE CELALUH) :._.·´¯) :: RAH-I AŞK
1 sayfadaki 1 sayfası
Rah-ı Aşka Salik Olmak-Şerh
[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Râh-ı aşka sâlik olmak Takdîr-i ihsân gerek
Derd-i Hak’ka sâbır olmak Vüs’at-ı vicdân gerek
Kahrı lütfü bir bilenler buldular feyzü necât
Hayrı şerri Hakk’a nisbet Alima irfân gerek
Mahz-ı Tevhîd’i bulamaz Olmayınca bir delil
Ol hakikat şehrine hem Varmağa irfân gerek
Dil verilmez her görünen Zındığa etme îmân
Ders-i Tevhîd’i okutmak Kamile fermân gerek
Zühd ü takvâ ile bulunmaz Zevk-i Tevhîd mahzeni
Kenz-i bîpâyânı bulmak Uğruna kurbân gerek
Adetâ evrâd ve esmâ Oldu vuslata muhâl
Vuslat-ı dost uğruna Cândan geçip berdâr gerek
Sıyt ve şöhrette kalanlar Bulmadı FEHMİ reşâd
Aşıkın ma’şûk yolunda Yer ile yeksân gerek
Râh-ı aşka sâlik olmak Takdîr-i ihsân gerek
Derd-i Hak’ka sâbır olmak Vüs’at-ı vicdân gerek
Rah-ı aşk: Aşk yolu, sevgi yolu
Takdiri ihsan: Allah’ın güzel kaderi
Vüs’at-ı vicdan: Geniş cesur yürekli
Derdi Hak: Allah’ın aşkı, celaliyeti
Rah-ıaşk; bol ibadet ya da vird yolu değil, Allah’a ulaşmada seçilen aşk yoludur. Allah’a ulaşma yolunda salik olmak Allah’ın takdirine, O’nun isteğine, irade etmesine bağlıdır. Aşkta yol alabilmek için Allah’tan gelen ve insanı Allah’a ulaştıracak olan derde sabırlı olmak gerekir. Aşk, zahiren bakılınca kolay, kendiliğinden yaşanan bir tecelli gibi görünür. Oysa en kısa ama aynı zamanda en çetin yoldur. Akıl yolunun neticesi olan sınırlı yorgunluğun yanında aşk yolunun yakıcılığı, tefekkür ve gönül kapısına yaptığı zorlama çok daha tesirlidir. Hud Sûresi 56. Ayet: “Herhalde, ben hem benim Rabbim, hem de sizin Rabbiniz olan Allah’a dayanmaktayım. Yeryüzünde hiçbir debelenen(yürüyen) yoktur ki, idaresi O’nun elinde olmasın. Şüphe yok ki benim Rabbim doğru yol üzerindedir.” Doğruyol üzerinde istikamet alabilmek için Hz. Eyüp gibi sabırlı ve geniş yürekli olmak şarttır. Hz. Eyüp, Hak yolunda karşılaştığı ağır tecellilere sabrederek seyri sülûğunu tamamlamış ve olgunlaşmıştır. Enbiya Sûresi 83. Ayet: “Eyüp de : ‘Başıma bir bela geldi, (sana sığındım), sen merhametlilerin en merhametlisisin’ diye Rabbine nida etti.” Çünkü ona şeytandan bir sıkıntı dokunmuştu. Sad Sûresi 41. Ayet: “Kulumuz Eyüp’ü de an. O vakit Rabbine şöyleseslenmişti:
Bak bana, meşakkat ve elem ile şeytan bana dokundu.” Hz. Eyüp, malından, evladından, canından zuhur eden celâli tecellilere sabrederek yokluk zevkine ulaşmıştı. O, öncelikle, evladı mânâsına gelen fiillerini; ardından, malı mânâsındaki sıfatlarını ve son olarak da
canı olan nispet vücudunu terk etmişti. Hiçliğe ulaşınca da Rabbi ona: Ya Eyüp! Benden şifa istemen sabrına engel değildir. Benim varlığımla şifa bul buyurmuştu. Sad Sûresi 42. Ayet: “Depren ayağınla (ayağını yere vur), işte hem yıkanacak, hem de içecek serin (bir su) dedik.” “Ve ona bütün ailesini ve beraberlerinde bir misli daha tarafımızdan bir rahmet olarak bahşettik ki, bu temiz akıllılar için bir ibret dersi olsun.” Her lisanda bir takım mecaz anlatımlar vardır. Dilimizde ‘elini çabuk tut’ deyimi gayret etmek gereğini, söylenen işin bir an evvel yapılması gerektiğini ifade eder. El burada fiile işaret eder. Zira bu deyimde kast edilen işin illa elle yapılacağı mânâsı yoktur. Mesela, bir yere gitmesi gereken ya da bir kitap okuması gereken birine de elini çabuk tut denilebilir. Araplar arasında bu deyim (elini çabuk tut) ‘depren ayağınla’ şeklinde ifade edilir, bizdeki el yerine onlarda ayak kullanılmıştır. Hz. İsmail’in ayağının dibinde suyun çıkması; Hz. Musa’ya yapılan ayağından çarıklarını çıkar hitabı, hep acele etmemeyi, bir anlamda da fiili kendine nispet etmemeyi ifade eder. Hz. Eyüp’e yapılan ‘depren ayağınla’ hitabında ‘gayret et ve şifa isteme fiilini gerçekleştir’ mânâsı vardır. Aksi takdirde, Allah dilese suyun çıkması için Hz. Eyüp’ün ayağını oynatmasına gerek kalmazdı. Fakat Allah kulundan gayret ister, dua ister, az bir çaba ile de olsa çalışmasını ister. Zikirde gevşekliği ise asla istemez. Sabır,salike Allah’a vuslat yolunda takdiri ilahi ile sunulur çünkü O, her canlıyı perçeminden yakalamıştır. Hz. Eyüp, Allah’a sığınarak O’ndan yardım istemiştir. Allah, ona iki değişik haldeki suyu şifa olarak vermiştir. Serin ve sıcak su… Sıcak su ile kast edilen şeriat bilgisidir. Onunla bedenini temizleyip yıkayacak, abdest alacak ve kendini dış tehlikelerden koruyacak kısacası suretini temizleyecektir. Serin su ise hakikat ilmidir. İçtikçe serinletip ferahlatan bu ilim, salikin ruhunu, iç âlemini besleyip temizletecek, kalbini mutmain kılacak olan zikir ve hakikattir. Kuran, nasıl insanlara şifa olduysa, su da Hz. Eyüp’e şifa olmuştur. Hz. Eyüp’ün geri iade edilen bütün ailesi sıfatlarıdır ve artık o sıfatlardan Hakk zuhur edecektir. Bu iki su/hakikat ve şeriat ilmi, Allah’ın ona mükâfatıdır ve gösterdiği sabrın neticesi olarak, ihsan edilmiştir. Bununla beraber, ancak malını, ailesini ve bir misli fazlasını iade eden, temiz akıllılar bu kıssadan ibret alırlar. Nisbet benliklerden kurtulamamış yani temiz akla ulaşamamışların bu olaydan alacağı hikmet yoktur. Hz.Eyüp kısası şöyle anlatılır: Allah (c.c.)’ın Hz. Eyüp’ün sabrını örnek göstererek övmesi karşısında, şeytan araya girerek, Hz. Eyüp’ün bu sabrı mallarının çokluğundan dolayı sergilediğini, yoksa Allah’a sevgisinden olmadığını söyler. Allah da bu düşünceyi çürütmek için Hz. Eyüp’ün sürülerine kurtlar musallat eder ve mallarını elinden alır. Malının telef olduğu haberini alan Hz. Eyüp, Allah’a hamd eder. ‘O’nundu, yine O aldı’ der. Şeytan daha fazla kahırlanarak, ‘Onun bir sürü çocuğu ve sadık bir hanımı var ondan hamd ediyor’ der. Allah bu düşünceyi çürütmek için, evlatlarını ateşte yakar. Bu haberi alan Hz. Eyüp, ‘Onlar da Allah’ın varlıklarıydı, O verdi, yine alan O’dur’ diyerek hamd eder. Şeytan daha fazla kahırlanarak, ‘Onun sağlam bir vücudu var. Tabii ki seni zikreder, hamd eder’ der. Allah bunun üzerine Hz. Eyüp’ün vücuduna hastalık verir. O yine zikreder, hamd eder. Artık Hz. Eyüp’ün nispet efali, nispet sıfatı, nispet vücudu kalmamıştır. Şeytan, bu sefer de ‘dili sağlam onun için zikrediyor’ deyince, Allah şeytanı kahredip kovar ve “Kulumun diline doladığım zikri geri almam” buyurur. Ardından da Hz.Eyüp’e, kaybedilmiş gibi görülen bütün sıfatlarını, malını, ailesini ve fazlasını geri verir. Daha önce nispet ateşler içinde yanarak, babalarını terk, yolunu da inkâr etmiş olan çocukları artık Hz. Eyüp’e geri dönmüştür… Ve efal, sıfat, vücut kendisine hak olarak giydirilmiştir.
Kahrı lütfü bir bilenler buldular feyzü nacât
Hayrı şerri Hakk’a nisbet Alima irfân gerek
Feyzü necat: Kurtuluş ışığı
Nispet: Bir olayı sebebe bağlama; atıfta bulunma
Sabırla Kamil insanın sohbetine iştirak edip, anlamaya çalışanlar, kahrın ve lütfün bir olduğunu, dahası kahrın aynı lütuf olduğunu görürler. Bu görüş ve bilişleri sayesinde kurtuluşun zevkine ulaşırlar. Hayrın ve şerrin Allah’tan olduğunu kabul etmek, (Hayrihi ve şerrihi min Allahi Teâlâ) diyebilmek için âlimin irfaniyet sahibi olması gerekir. Fenada hayrın ve şerrin Allah’tan olduğunu, kahır ve lütfün aynı/bir olduğunu zevk etmek; bekada da bu zevk ve yaşantı ile kurtuluşa ermek hakikat ehli âlimlerin işidir. Bu mânâda kısaca, fenada Allah’ın celalinin, bekada da cemalinin tecelli ettiğini söyleyebiliriz. Hızır’ın gemiyi deldiğini görmek, rızkını o gemiden temin edenlere verilen zarardan dolayı Hz. Musa’ya önceleri bir kahır tecellisi gibi gelmişti ve neticede kendisine işin hakikati açıklanmasaydı kahırlanacak ve bu tecelliyi şer bilecekti… Hz. Hızır’ın o tecelli ile hakikatte gemiyi zorbaların gaspından kurtardığını idrak edebilmek ise bir lütuftur/işin hakikat boyutudur. Burada aynı tecelliye farklı iki bakış vardır. Tıpkı yaz ortasında bizlere kahır gibi gelen büyük sıcakların meyve ve sebzeleri tatlandırıp olgunlaşmasına yardımcı olması ve kahrın lütfa dönüşmesi gibi kış ortasındaki kuru soğuklar da bitkilerin dayanıklılığını arttırır ve kahır bir kez daha lütfa dönüşür. Aslında hakikatte dönüşme dahi yoktur çünkü kahır da, lütuf da Allah’ın isimleridir, ikisi de aynı zatı temsil eder. Bu mesele, yani kahrın lütfun bir olduğunu bilmek yüksek şuur ve irfaniyet gerektirir ki, ona ulaşmak için kâmile varmak, varıp sözünü tutmak lazımdır. Aslında bu biranlamda hidayete ermektir. Allah’ın hidayetinin gerçekleşmesi, az evvel ifade ettiğimiz gibi ancak Kuran ve Kuran’ın ikizi olan kâmile tabi olup, susmakla (varlık iddiasından vazgeçmekle) olur. Araf Sûresi 178. Ayet: “Allah kime hidayet ederse, o hidayete erer, kimi de saptırırsa, hüsrana düşenler de işte onların ta kendileridir.” Araf Sûresi 204. Ayet: “Kuran okunduğu zaman hemen susup onudinleyin, gerek ki rahmete erdirilirsiniz.”
Mahz-ı Tevhîd’i bulamaz Olmayınca bir delil
Ol hakikat şehrine hem Varmağa irfân gerek
Mahz-ıtevhit: Tevhidin özü, derinlikleri
İrfan: Derinlemesine bilgi, Ahlaklı yaşam tarzı Yolu
gösterecek bir delil(mürşid-i kâmil) olmayınca tevhidin özü bulunmaz. Mânâ derinliklerine yani hakikat şehrine ulaşmak için irfaniyet sahibi olmak gerekir ki o irfaniyet nuru ancak kâmil insan tarafından(delil) salike ilka edilir. Bunun gerçekleşmesi için ‘işittik, kabul ettik’ sözünün arkasında durup, aldığımız telkine sadakatle bağlanıp, şartlara riayet etmek gerekir. Maide Sûresi 7. Ayet: “Allah’ın üzerindeki nimetini ve ‘işittik itaat ettik’ dediğinizde sizden aldığı ve kendisiyle sizi bağladığı ahdini hatırlayın. Allah’tan korkun. Çünkü Allah, bütün sinelerin özünü çok iyi bilir.” Teslimiyette kusur göstermeden, güzel düşünür ve bu doğrultuda işlerimizi sergilersek Allah bizi marifet ecrinden nasipsiz bırakmaz. Kelime-i tevhit; Allah’tan başka ilah olmadığını dil ile söylemektir. Tevhidin özü ise Allah’ı tanımak ondan başka ilah olmadığını seyredip, yaşamaktır. Bu seyir de ancak tevhid dersinin eğitimini almakla olur. Maide Sûresi 9. Ayet: “Allah, iman edip salih amelleri yapan kullarına şöyle vaat etmiştir. Onlar için mağfiret ve büyük ecir vardır.” İman, telkine sadık olmaktır. Salih amel, telkin doğrultusunda oluşan düşünce ve fiillerdir. Bu şekilde kazanılan kurtuluş ve büyük ecir Allah’ın kulun gönlünü kendi beyti olarak mesken tutmasıdır.
Dil verilmez her görünen Zındığa etme îmân
Ders-i Tevhîd’i okutmak Kamile fermân gerek
Zındık: Hakikatin farkında olmayan
Ferman: İzin, emir
Tevhit derslerini okuttuğunu zannedip, kendi hakikatlerinin farkında olmayan zındıklar vardır. Ders-i tevhidi okutmak için kâmilin fermanına ihtiyaç vardır. Kişiyi yetiştiren kâmil insan tamam diyecek, fermanı eline verecek, sen artık tevhit derslerini verebilirsin diyecek, bu fermana da şahitler tutacak. Tıpkı Allah’ın melekleri şahit tuttuğu gibi… Bildiğimiz gibi Allah kendi şahitliğinin yeterli olmasına rağmen, melekleri de şahit tutmuştur. Eskiden ve günümüzde bir kısım ehl-i tarik bu fermanı, şeklî bir diploma veya yazılı bir kâğıt parçası olarak algılamış bu şekilde icazetnameler yazmışlardır. Oysa elinde babadan veya başka bir kişiden yazılı icazeti olup tevhidin, hakikatin tek harfinden haberdar olmayan insanlar vardır. Ferman; tevhit ilminin gönül levhasına yazılmasıdır. Destursuz yapılan işin sonu hüsrandır, tehlikedir. Zındık; bilmeden kendisini yeterli gören, cahilliğinin farkında olmayandır. Oysa Allah, onun içini de dışını da, çok iyi bilir. Rad Sûresi 9. Ayet: “Görünmeyeni ve görüneni bilendir, büyüktür, her şeyden yücedir.” Bu gibi kimseler için Kâmilimiz bir başka ilahisinde şöyle der: “Uydun zındık sözüne, mürşit dedin kendine, senden derviş olanlar bir kızıl şeytan imiş.”
Zühdü takvâ ile bulunmaz Zevk-i Tevhîd mahzeni
Kenz-ibîpâyânı bulmak Uğruna kurbân gerek
Zühdütakva: Çok şekil ibadeti
Zevkitevhit mahzeni: Tevhit zevkinin bulunduğu merkez, hazine,
mücevheratın saklandığı yer
Kenz-ibipayan: Sonsuz sınırsız hazine, sırların yeri Sadece
şeklinde kalınmış ibadetler yapmakla, tevhit zevkine varılamaz, hakikat hazinesi bulunmaz. Bu sonsuz-sınırsız, kıymetine paha biçilemeyecek hazineyi bulmak, Allah’a ulaşmak için uğruna ‘kurban’ gerekir. Kurban koç değil, hazineyi bulmak isteyenin kendi canıdır. Çünkü nispetlerini terk etmeyen, hakikatte ölü olan tüm bilişlerinden geçmeyen kişi Allah’ın sırlar hazinesine ulaşamaz. Beled Sûresi 11, 12, 13. Ayetler: “Fakat o sarp yokuşa atılmadı. Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin? O tutsak bir boynu çözmek (köle azat etmek) tir.” Devrimiz, kölelik devri değildir. Önümüzde çıkılması çok zor olan Ağrı Dağı gibi bir dağ da yoktur. O zaman nedir bu sarp yokuş? Kimdir bu azat edilecek köle?.. Ehli hakikat zevk ve şuhut ile anlıyor ki, sarp yokuş tevhidin fena mertebeleridir. Bu derslerle salik kendini nefsi emare zulmünden kurtararak, köle olan ruhunu azat etmektedir. Fena mertebelerindeki sabırla zorlu yokuşu çıkanlar ise Hz. Peygamberin “Ölmeden önce ölünüz” hadisinin sırrına ulaşanlardır. Enfal Sûresi 24. Ayet: “Ey iman edenler! Sizi kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Resulüyle Allah’a icabet edin. Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz hakikaten O’nun huzurunda toplanacaksınız.” Burada iman edenlere sesleniş vardır. Diliyle iman etmiş ama henüz hayat bulmamış/hay sıfatıyla sıfatlanmamış kişilerin Allah’a icabet edebilmesi için Resul görevlendirilmiştir. ‘Allah kişi ile kalbi arasına girer’ ifadesindeki sır da buna işaret eder.
Adetâ evrâd ve esmâ oldu vuslata muhâl
Vuslat-ı dost uğruna Cândan geçip berdâr gerek
Adetâ: Her zaman tekrarlanan
Evrad ve esma: Vird ve isimler, dış yüz, Kalıp hareketleri
Vuslata muhal: Kavuşmaya engel
Vuslatı dost: Dosta, Allah’a ulaşma
Berdar: Asılmak, nispeten geçmek, ölmeden önce benliğinden geçmek Âdetleri din edinip, işin özünden uzaklaşmış ve şekle takılmış olanlar, Allah’a kavuşma yolunda kendi kendilerinin engelidirler. Bu halleri onları sürekli olarak oyalar. Vuslat-ı dost uğruna, candan, tenden geçip, kurban/berdar olmak gerekir. Kurban edilecek olan, daha önceki tüm bilişler ve uygulamalardır. Bunların cümlesinden geçmeden dost ile vuslata ermek, Hak varlığıyla var olmak imkânsızdır. Hz. İbrahim candan geçebilme uğruna, hakikatte nefsini remzeden oğlu Hz. İsmail’i kesme tahayyülüne girmişti. Zira çocuğun sevgisinin kendisi ile Allah arasında perde olduğunu görmüştü. Böyle bir sevgi bile dost ile araya perde olurken evrad ve esma sevgisi vuslata fazlasıyla engeldir. Birine nasihat ederken, ilk telkin çok etkili ve önemlidir. Tembihler, sonradan, ne kadar tekrar edilirse edilsin ilk telkin kadar tesirli olmaz ve bir yerden sonra duyulmaya alışılan sözler niteliğini kazanır. Bunun gibi, ibadetlerin şeklinde kalanlar da çoğu zaman fazla ibadet edeyim derken o ibadetin ruhundan uzaklaşır, alışkanlık haline gelmiş bir nevi görev bilinci ile ibadet eder duruma gelirler. Mesela bir öğrenciye ders çalıştırırken gaye konuyu idrak ettirmektir. Bu her zaman tekrar ile olmaz. Oysa en akılda kalıcı, en tesir edici daha doğrusu en çarpıcı bir anlatım ile konu bir kerede bile idrak ettirilebilir. Burada talebenin fıtri özellikleri de önemli bir faktördür. Genelin uygulaması olan ezber ise talebeye içi boş, mânâsına varılamamış dahası uygulamaya geçirilme imkânı olmayan bilgi yükünü getirir.Sıyt ve şöhrette kalanlar bulmadı FEHMİ reşâd Aşıkın ma’şûk yolunda Yer ile yeksân gerek
Sıyt ve şöhret: İyi nam, ün, başkaları tarafından övülme
Reşad: İlerleme, tevhidi zevk etme
Maşuk: Âşık olunan zat
Yeksan: Yok olma, bir olma, girdiği ortamla aynı olma
Nefsin hoşuna giden iyi nam ve şöhretin etkisinde kalanlar idrake eremez. Oysa aşığın, maşukuna olan aşkı uğruna yerle bir olması, yokluğa erip tam tevazua ermesi gerekir. Bildiğimiz gibi toprağa nasıl muamele edilirse edilsin, o hep iyilik yapar, nimet verir, pislikleri gizler, temizler ve onları verimli hale getirir. ‘Toprağın Babası’ lâkabının sahibi Hz. Ali Efendimizin kendisine kötülük yapanlara sonsuza dek iyilik yapacağını söylemesi gibi… Vuslat yoluna çıkmış âşıkta hiçbir zaman zerre kadar kibir olmaması gerekir. Tohumun varlığını toprakta yok etmesi gibi aşığın da varlığını Allah’ta yok etmesi, fenafillâha ermesi gerekir. Hacı İbrahim Hakkı Öçal Efendimiz, bu hakikati “Tuz gölüne düşen tuz olur” diye anlatırdı. Enfal Sûresi 27. Ayet: “Ey iman edenler! Allah ve Resulüne hainlik etmeyiniz ki, bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş olmayasınız.” Kendini ön plana çıkarıp kibirli, gururlu olmak, sıyt ve şöhret etkisinde kalmak, Allah ve Resulünün yaptığı telkine aykırı bir durumdur. Emanete hıyanettir! Bu durumda olanların, malları mesabesinde olan bütün sıfatları tehlikeye girmiş olur. Bu ihtar Hazret’ül Cem salikinedir. O makamın zevki; ‘butunda Hakk’ın,zahirde Resulünün’ olmasıdır. Orada kişinin kendi nispet benlik ve kibrine yer yoktur. Sıyt ve şöhret bu hakikati fehmetmeye engeldir. Enfal Sûresi 33. Ayet: Hâlbuki sen içlerinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. İstiğfar ettikleri sürece de Allah onlara azap edecek değildir.” Burada kast edilen zahir olsaydı Ebu Cehil’in azap görmemiş olması gerekirdi. Bize anlatılan, tamamen ehli tevhidin algıladığı makam ve sîret yakınlığıdır. O, hakikatini kendi düşüncelerimize yakın gördüğümüz sürece içimizdedir. Lâf ile ‘içimizde’ demenin ise bize hiçbir faydası yoktur. Zevkten, şuhuttan düşmeyen, rabıtasına sıkıca sarılan ‘seven’dir ve seven sevdiğini her nefes anar; böylece azap da görmez.
H.İbrahim Hakkı ÖCAL
Derd-i Hak’ka sâbır olmak Vüs’at-ı vicdân gerek
Kahrı lütfü bir bilenler buldular feyzü necât
Hayrı şerri Hakk’a nisbet Alima irfân gerek
Mahz-ı Tevhîd’i bulamaz Olmayınca bir delil
Ol hakikat şehrine hem Varmağa irfân gerek
Dil verilmez her görünen Zındığa etme îmân
Ders-i Tevhîd’i okutmak Kamile fermân gerek
Zühd ü takvâ ile bulunmaz Zevk-i Tevhîd mahzeni
Kenz-i bîpâyânı bulmak Uğruna kurbân gerek
Adetâ evrâd ve esmâ Oldu vuslata muhâl
Vuslat-ı dost uğruna Cândan geçip berdâr gerek
Sıyt ve şöhrette kalanlar Bulmadı FEHMİ reşâd
Aşıkın ma’şûk yolunda Yer ile yeksân gerek
Râh-ı aşka sâlik olmak Takdîr-i ihsân gerek
Derd-i Hak’ka sâbır olmak Vüs’at-ı vicdân gerek
Rah-ı aşk: Aşk yolu, sevgi yolu
Takdiri ihsan: Allah’ın güzel kaderi
Vüs’at-ı vicdan: Geniş cesur yürekli
Derdi Hak: Allah’ın aşkı, celaliyeti
Rah-ıaşk; bol ibadet ya da vird yolu değil, Allah’a ulaşmada seçilen aşk yoludur. Allah’a ulaşma yolunda salik olmak Allah’ın takdirine, O’nun isteğine, irade etmesine bağlıdır. Aşkta yol alabilmek için Allah’tan gelen ve insanı Allah’a ulaştıracak olan derde sabırlı olmak gerekir. Aşk, zahiren bakılınca kolay, kendiliğinden yaşanan bir tecelli gibi görünür. Oysa en kısa ama aynı zamanda en çetin yoldur. Akıl yolunun neticesi olan sınırlı yorgunluğun yanında aşk yolunun yakıcılığı, tefekkür ve gönül kapısına yaptığı zorlama çok daha tesirlidir. Hud Sûresi 56. Ayet: “Herhalde, ben hem benim Rabbim, hem de sizin Rabbiniz olan Allah’a dayanmaktayım. Yeryüzünde hiçbir debelenen(yürüyen) yoktur ki, idaresi O’nun elinde olmasın. Şüphe yok ki benim Rabbim doğru yol üzerindedir.” Doğruyol üzerinde istikamet alabilmek için Hz. Eyüp gibi sabırlı ve geniş yürekli olmak şarttır. Hz. Eyüp, Hak yolunda karşılaştığı ağır tecellilere sabrederek seyri sülûğunu tamamlamış ve olgunlaşmıştır. Enbiya Sûresi 83. Ayet: “Eyüp de : ‘Başıma bir bela geldi, (sana sığındım), sen merhametlilerin en merhametlisisin’ diye Rabbine nida etti.” Çünkü ona şeytandan bir sıkıntı dokunmuştu. Sad Sûresi 41. Ayet: “Kulumuz Eyüp’ü de an. O vakit Rabbine şöyleseslenmişti:
Bak bana, meşakkat ve elem ile şeytan bana dokundu.” Hz. Eyüp, malından, evladından, canından zuhur eden celâli tecellilere sabrederek yokluk zevkine ulaşmıştı. O, öncelikle, evladı mânâsına gelen fiillerini; ardından, malı mânâsındaki sıfatlarını ve son olarak da
canı olan nispet vücudunu terk etmişti. Hiçliğe ulaşınca da Rabbi ona: Ya Eyüp! Benden şifa istemen sabrına engel değildir. Benim varlığımla şifa bul buyurmuştu. Sad Sûresi 42. Ayet: “Depren ayağınla (ayağını yere vur), işte hem yıkanacak, hem de içecek serin (bir su) dedik.” “Ve ona bütün ailesini ve beraberlerinde bir misli daha tarafımızdan bir rahmet olarak bahşettik ki, bu temiz akıllılar için bir ibret dersi olsun.” Her lisanda bir takım mecaz anlatımlar vardır. Dilimizde ‘elini çabuk tut’ deyimi gayret etmek gereğini, söylenen işin bir an evvel yapılması gerektiğini ifade eder. El burada fiile işaret eder. Zira bu deyimde kast edilen işin illa elle yapılacağı mânâsı yoktur. Mesela, bir yere gitmesi gereken ya da bir kitap okuması gereken birine de elini çabuk tut denilebilir. Araplar arasında bu deyim (elini çabuk tut) ‘depren ayağınla’ şeklinde ifade edilir, bizdeki el yerine onlarda ayak kullanılmıştır. Hz. İsmail’in ayağının dibinde suyun çıkması; Hz. Musa’ya yapılan ayağından çarıklarını çıkar hitabı, hep acele etmemeyi, bir anlamda da fiili kendine nispet etmemeyi ifade eder. Hz. Eyüp’e yapılan ‘depren ayağınla’ hitabında ‘gayret et ve şifa isteme fiilini gerçekleştir’ mânâsı vardır. Aksi takdirde, Allah dilese suyun çıkması için Hz. Eyüp’ün ayağını oynatmasına gerek kalmazdı. Fakat Allah kulundan gayret ister, dua ister, az bir çaba ile de olsa çalışmasını ister. Zikirde gevşekliği ise asla istemez. Sabır,salike Allah’a vuslat yolunda takdiri ilahi ile sunulur çünkü O, her canlıyı perçeminden yakalamıştır. Hz. Eyüp, Allah’a sığınarak O’ndan yardım istemiştir. Allah, ona iki değişik haldeki suyu şifa olarak vermiştir. Serin ve sıcak su… Sıcak su ile kast edilen şeriat bilgisidir. Onunla bedenini temizleyip yıkayacak, abdest alacak ve kendini dış tehlikelerden koruyacak kısacası suretini temizleyecektir. Serin su ise hakikat ilmidir. İçtikçe serinletip ferahlatan bu ilim, salikin ruhunu, iç âlemini besleyip temizletecek, kalbini mutmain kılacak olan zikir ve hakikattir. Kuran, nasıl insanlara şifa olduysa, su da Hz. Eyüp’e şifa olmuştur. Hz. Eyüp’ün geri iade edilen bütün ailesi sıfatlarıdır ve artık o sıfatlardan Hakk zuhur edecektir. Bu iki su/hakikat ve şeriat ilmi, Allah’ın ona mükâfatıdır ve gösterdiği sabrın neticesi olarak, ihsan edilmiştir. Bununla beraber, ancak malını, ailesini ve bir misli fazlasını iade eden, temiz akıllılar bu kıssadan ibret alırlar. Nisbet benliklerden kurtulamamış yani temiz akla ulaşamamışların bu olaydan alacağı hikmet yoktur. Hz.Eyüp kısası şöyle anlatılır: Allah (c.c.)’ın Hz. Eyüp’ün sabrını örnek göstererek övmesi karşısında, şeytan araya girerek, Hz. Eyüp’ün bu sabrı mallarının çokluğundan dolayı sergilediğini, yoksa Allah’a sevgisinden olmadığını söyler. Allah da bu düşünceyi çürütmek için Hz. Eyüp’ün sürülerine kurtlar musallat eder ve mallarını elinden alır. Malının telef olduğu haberini alan Hz. Eyüp, Allah’a hamd eder. ‘O’nundu, yine O aldı’ der. Şeytan daha fazla kahırlanarak, ‘Onun bir sürü çocuğu ve sadık bir hanımı var ondan hamd ediyor’ der. Allah bu düşünceyi çürütmek için, evlatlarını ateşte yakar. Bu haberi alan Hz. Eyüp, ‘Onlar da Allah’ın varlıklarıydı, O verdi, yine alan O’dur’ diyerek hamd eder. Şeytan daha fazla kahırlanarak, ‘Onun sağlam bir vücudu var. Tabii ki seni zikreder, hamd eder’ der. Allah bunun üzerine Hz. Eyüp’ün vücuduna hastalık verir. O yine zikreder, hamd eder. Artık Hz. Eyüp’ün nispet efali, nispet sıfatı, nispet vücudu kalmamıştır. Şeytan, bu sefer de ‘dili sağlam onun için zikrediyor’ deyince, Allah şeytanı kahredip kovar ve “Kulumun diline doladığım zikri geri almam” buyurur. Ardından da Hz.Eyüp’e, kaybedilmiş gibi görülen bütün sıfatlarını, malını, ailesini ve fazlasını geri verir. Daha önce nispet ateşler içinde yanarak, babalarını terk, yolunu da inkâr etmiş olan çocukları artık Hz. Eyüp’e geri dönmüştür… Ve efal, sıfat, vücut kendisine hak olarak giydirilmiştir.
Kahrı lütfü bir bilenler buldular feyzü nacât
Hayrı şerri Hakk’a nisbet Alima irfân gerek
Feyzü necat: Kurtuluş ışığı
Nispet: Bir olayı sebebe bağlama; atıfta bulunma
Sabırla Kamil insanın sohbetine iştirak edip, anlamaya çalışanlar, kahrın ve lütfün bir olduğunu, dahası kahrın aynı lütuf olduğunu görürler. Bu görüş ve bilişleri sayesinde kurtuluşun zevkine ulaşırlar. Hayrın ve şerrin Allah’tan olduğunu kabul etmek, (Hayrihi ve şerrihi min Allahi Teâlâ) diyebilmek için âlimin irfaniyet sahibi olması gerekir. Fenada hayrın ve şerrin Allah’tan olduğunu, kahır ve lütfün aynı/bir olduğunu zevk etmek; bekada da bu zevk ve yaşantı ile kurtuluşa ermek hakikat ehli âlimlerin işidir. Bu mânâda kısaca, fenada Allah’ın celalinin, bekada da cemalinin tecelli ettiğini söyleyebiliriz. Hızır’ın gemiyi deldiğini görmek, rızkını o gemiden temin edenlere verilen zarardan dolayı Hz. Musa’ya önceleri bir kahır tecellisi gibi gelmişti ve neticede kendisine işin hakikati açıklanmasaydı kahırlanacak ve bu tecelliyi şer bilecekti… Hz. Hızır’ın o tecelli ile hakikatte gemiyi zorbaların gaspından kurtardığını idrak edebilmek ise bir lütuftur/işin hakikat boyutudur. Burada aynı tecelliye farklı iki bakış vardır. Tıpkı yaz ortasında bizlere kahır gibi gelen büyük sıcakların meyve ve sebzeleri tatlandırıp olgunlaşmasına yardımcı olması ve kahrın lütfa dönüşmesi gibi kış ortasındaki kuru soğuklar da bitkilerin dayanıklılığını arttırır ve kahır bir kez daha lütfa dönüşür. Aslında hakikatte dönüşme dahi yoktur çünkü kahır da, lütuf da Allah’ın isimleridir, ikisi de aynı zatı temsil eder. Bu mesele, yani kahrın lütfun bir olduğunu bilmek yüksek şuur ve irfaniyet gerektirir ki, ona ulaşmak için kâmile varmak, varıp sözünü tutmak lazımdır. Aslında bu biranlamda hidayete ermektir. Allah’ın hidayetinin gerçekleşmesi, az evvel ifade ettiğimiz gibi ancak Kuran ve Kuran’ın ikizi olan kâmile tabi olup, susmakla (varlık iddiasından vazgeçmekle) olur. Araf Sûresi 178. Ayet: “Allah kime hidayet ederse, o hidayete erer, kimi de saptırırsa, hüsrana düşenler de işte onların ta kendileridir.” Araf Sûresi 204. Ayet: “Kuran okunduğu zaman hemen susup onudinleyin, gerek ki rahmete erdirilirsiniz.”
Mahz-ı Tevhîd’i bulamaz Olmayınca bir delil
Ol hakikat şehrine hem Varmağa irfân gerek
Mahz-ıtevhit: Tevhidin özü, derinlikleri
İrfan: Derinlemesine bilgi, Ahlaklı yaşam tarzı Yolu
gösterecek bir delil(mürşid-i kâmil) olmayınca tevhidin özü bulunmaz. Mânâ derinliklerine yani hakikat şehrine ulaşmak için irfaniyet sahibi olmak gerekir ki o irfaniyet nuru ancak kâmil insan tarafından(delil) salike ilka edilir. Bunun gerçekleşmesi için ‘işittik, kabul ettik’ sözünün arkasında durup, aldığımız telkine sadakatle bağlanıp, şartlara riayet etmek gerekir. Maide Sûresi 7. Ayet: “Allah’ın üzerindeki nimetini ve ‘işittik itaat ettik’ dediğinizde sizden aldığı ve kendisiyle sizi bağladığı ahdini hatırlayın. Allah’tan korkun. Çünkü Allah, bütün sinelerin özünü çok iyi bilir.” Teslimiyette kusur göstermeden, güzel düşünür ve bu doğrultuda işlerimizi sergilersek Allah bizi marifet ecrinden nasipsiz bırakmaz. Kelime-i tevhit; Allah’tan başka ilah olmadığını dil ile söylemektir. Tevhidin özü ise Allah’ı tanımak ondan başka ilah olmadığını seyredip, yaşamaktır. Bu seyir de ancak tevhid dersinin eğitimini almakla olur. Maide Sûresi 9. Ayet: “Allah, iman edip salih amelleri yapan kullarına şöyle vaat etmiştir. Onlar için mağfiret ve büyük ecir vardır.” İman, telkine sadık olmaktır. Salih amel, telkin doğrultusunda oluşan düşünce ve fiillerdir. Bu şekilde kazanılan kurtuluş ve büyük ecir Allah’ın kulun gönlünü kendi beyti olarak mesken tutmasıdır.
Dil verilmez her görünen Zındığa etme îmân
Ders-i Tevhîd’i okutmak Kamile fermân gerek
Zındık: Hakikatin farkında olmayan
Ferman: İzin, emir
Tevhit derslerini okuttuğunu zannedip, kendi hakikatlerinin farkında olmayan zındıklar vardır. Ders-i tevhidi okutmak için kâmilin fermanına ihtiyaç vardır. Kişiyi yetiştiren kâmil insan tamam diyecek, fermanı eline verecek, sen artık tevhit derslerini verebilirsin diyecek, bu fermana da şahitler tutacak. Tıpkı Allah’ın melekleri şahit tuttuğu gibi… Bildiğimiz gibi Allah kendi şahitliğinin yeterli olmasına rağmen, melekleri de şahit tutmuştur. Eskiden ve günümüzde bir kısım ehl-i tarik bu fermanı, şeklî bir diploma veya yazılı bir kâğıt parçası olarak algılamış bu şekilde icazetnameler yazmışlardır. Oysa elinde babadan veya başka bir kişiden yazılı icazeti olup tevhidin, hakikatin tek harfinden haberdar olmayan insanlar vardır. Ferman; tevhit ilminin gönül levhasına yazılmasıdır. Destursuz yapılan işin sonu hüsrandır, tehlikedir. Zındık; bilmeden kendisini yeterli gören, cahilliğinin farkında olmayandır. Oysa Allah, onun içini de dışını da, çok iyi bilir. Rad Sûresi 9. Ayet: “Görünmeyeni ve görüneni bilendir, büyüktür, her şeyden yücedir.” Bu gibi kimseler için Kâmilimiz bir başka ilahisinde şöyle der: “Uydun zındık sözüne, mürşit dedin kendine, senden derviş olanlar bir kızıl şeytan imiş.”
Zühdü takvâ ile bulunmaz Zevk-i Tevhîd mahzeni
Kenz-ibîpâyânı bulmak Uğruna kurbân gerek
Zühdütakva: Çok şekil ibadeti
Zevkitevhit mahzeni: Tevhit zevkinin bulunduğu merkez, hazine,
mücevheratın saklandığı yer
Kenz-ibipayan: Sonsuz sınırsız hazine, sırların yeri Sadece
şeklinde kalınmış ibadetler yapmakla, tevhit zevkine varılamaz, hakikat hazinesi bulunmaz. Bu sonsuz-sınırsız, kıymetine paha biçilemeyecek hazineyi bulmak, Allah’a ulaşmak için uğruna ‘kurban’ gerekir. Kurban koç değil, hazineyi bulmak isteyenin kendi canıdır. Çünkü nispetlerini terk etmeyen, hakikatte ölü olan tüm bilişlerinden geçmeyen kişi Allah’ın sırlar hazinesine ulaşamaz. Beled Sûresi 11, 12, 13. Ayetler: “Fakat o sarp yokuşa atılmadı. Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin? O tutsak bir boynu çözmek (köle azat etmek) tir.” Devrimiz, kölelik devri değildir. Önümüzde çıkılması çok zor olan Ağrı Dağı gibi bir dağ da yoktur. O zaman nedir bu sarp yokuş? Kimdir bu azat edilecek köle?.. Ehli hakikat zevk ve şuhut ile anlıyor ki, sarp yokuş tevhidin fena mertebeleridir. Bu derslerle salik kendini nefsi emare zulmünden kurtararak, köle olan ruhunu azat etmektedir. Fena mertebelerindeki sabırla zorlu yokuşu çıkanlar ise Hz. Peygamberin “Ölmeden önce ölünüz” hadisinin sırrına ulaşanlardır. Enfal Sûresi 24. Ayet: “Ey iman edenler! Sizi kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Resulüyle Allah’a icabet edin. Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz hakikaten O’nun huzurunda toplanacaksınız.” Burada iman edenlere sesleniş vardır. Diliyle iman etmiş ama henüz hayat bulmamış/hay sıfatıyla sıfatlanmamış kişilerin Allah’a icabet edebilmesi için Resul görevlendirilmiştir. ‘Allah kişi ile kalbi arasına girer’ ifadesindeki sır da buna işaret eder.
Adetâ evrâd ve esmâ oldu vuslata muhâl
Vuslat-ı dost uğruna Cândan geçip berdâr gerek
Adetâ: Her zaman tekrarlanan
Evrad ve esma: Vird ve isimler, dış yüz, Kalıp hareketleri
Vuslata muhal: Kavuşmaya engel
Vuslatı dost: Dosta, Allah’a ulaşma
Berdar: Asılmak, nispeten geçmek, ölmeden önce benliğinden geçmek Âdetleri din edinip, işin özünden uzaklaşmış ve şekle takılmış olanlar, Allah’a kavuşma yolunda kendi kendilerinin engelidirler. Bu halleri onları sürekli olarak oyalar. Vuslat-ı dost uğruna, candan, tenden geçip, kurban/berdar olmak gerekir. Kurban edilecek olan, daha önceki tüm bilişler ve uygulamalardır. Bunların cümlesinden geçmeden dost ile vuslata ermek, Hak varlığıyla var olmak imkânsızdır. Hz. İbrahim candan geçebilme uğruna, hakikatte nefsini remzeden oğlu Hz. İsmail’i kesme tahayyülüne girmişti. Zira çocuğun sevgisinin kendisi ile Allah arasında perde olduğunu görmüştü. Böyle bir sevgi bile dost ile araya perde olurken evrad ve esma sevgisi vuslata fazlasıyla engeldir. Birine nasihat ederken, ilk telkin çok etkili ve önemlidir. Tembihler, sonradan, ne kadar tekrar edilirse edilsin ilk telkin kadar tesirli olmaz ve bir yerden sonra duyulmaya alışılan sözler niteliğini kazanır. Bunun gibi, ibadetlerin şeklinde kalanlar da çoğu zaman fazla ibadet edeyim derken o ibadetin ruhundan uzaklaşır, alışkanlık haline gelmiş bir nevi görev bilinci ile ibadet eder duruma gelirler. Mesela bir öğrenciye ders çalıştırırken gaye konuyu idrak ettirmektir. Bu her zaman tekrar ile olmaz. Oysa en akılda kalıcı, en tesir edici daha doğrusu en çarpıcı bir anlatım ile konu bir kerede bile idrak ettirilebilir. Burada talebenin fıtri özellikleri de önemli bir faktördür. Genelin uygulaması olan ezber ise talebeye içi boş, mânâsına varılamamış dahası uygulamaya geçirilme imkânı olmayan bilgi yükünü getirir.Sıyt ve şöhrette kalanlar bulmadı FEHMİ reşâd Aşıkın ma’şûk yolunda Yer ile yeksân gerek
Sıyt ve şöhret: İyi nam, ün, başkaları tarafından övülme
Reşad: İlerleme, tevhidi zevk etme
Maşuk: Âşık olunan zat
Yeksan: Yok olma, bir olma, girdiği ortamla aynı olma
Nefsin hoşuna giden iyi nam ve şöhretin etkisinde kalanlar idrake eremez. Oysa aşığın, maşukuna olan aşkı uğruna yerle bir olması, yokluğa erip tam tevazua ermesi gerekir. Bildiğimiz gibi toprağa nasıl muamele edilirse edilsin, o hep iyilik yapar, nimet verir, pislikleri gizler, temizler ve onları verimli hale getirir. ‘Toprağın Babası’ lâkabının sahibi Hz. Ali Efendimizin kendisine kötülük yapanlara sonsuza dek iyilik yapacağını söylemesi gibi… Vuslat yoluna çıkmış âşıkta hiçbir zaman zerre kadar kibir olmaması gerekir. Tohumun varlığını toprakta yok etmesi gibi aşığın da varlığını Allah’ta yok etmesi, fenafillâha ermesi gerekir. Hacı İbrahim Hakkı Öçal Efendimiz, bu hakikati “Tuz gölüne düşen tuz olur” diye anlatırdı. Enfal Sûresi 27. Ayet: “Ey iman edenler! Allah ve Resulüne hainlik etmeyiniz ki, bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş olmayasınız.” Kendini ön plana çıkarıp kibirli, gururlu olmak, sıyt ve şöhret etkisinde kalmak, Allah ve Resulünün yaptığı telkine aykırı bir durumdur. Emanete hıyanettir! Bu durumda olanların, malları mesabesinde olan bütün sıfatları tehlikeye girmiş olur. Bu ihtar Hazret’ül Cem salikinedir. O makamın zevki; ‘butunda Hakk’ın,zahirde Resulünün’ olmasıdır. Orada kişinin kendi nispet benlik ve kibrine yer yoktur. Sıyt ve şöhret bu hakikati fehmetmeye engeldir. Enfal Sûresi 33. Ayet: Hâlbuki sen içlerinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. İstiğfar ettikleri sürece de Allah onlara azap edecek değildir.” Burada kast edilen zahir olsaydı Ebu Cehil’in azap görmemiş olması gerekirdi. Bize anlatılan, tamamen ehli tevhidin algıladığı makam ve sîret yakınlığıdır. O, hakikatini kendi düşüncelerimize yakın gördüğümüz sürece içimizdedir. Lâf ile ‘içimizde’ demenin ise bize hiçbir faydası yoktur. Zevkten, şuhuttan düşmeyen, rabıtasına sıkıca sarılan ‘seven’dir ve seven sevdiğini her nefes anar; böylece azap da görmez.
H.İbrahim Hakkı ÖCAL
En son RıZa BeRKaN tarafından 09.11.10 9:09 tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
RıZa BeRKaN- KuRuCu / YöNeTiCi
Geri: Rah-ı Aşka Salik Olmak-Şerh
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Gerçekten okunmasında çok fayadalar sağlayacak bir konu ve paylaşım.
Biz bu konuyu nasıl görmemişiz,nasip bugüne imiş,aslında dibimizde(yanımızda)olan o kadar güzellikler varki bazen görmüyor veya duymuyoruz,Allah cc. uygulamayı nasip etsin.
RAH-I AŞK: Aşk yolu, sevgi yolu
Allah cc. emanet olunuz selam ve dua ile.
Gerçekten okunmasında çok fayadalar sağlayacak bir konu ve paylaşım.
Biz bu konuyu nasıl görmemişiz,nasip bugüne imiş,aslında dibimizde(yanımızda)olan o kadar güzellikler varki bazen görmüyor veya duymuyoruz,Allah cc. uygulamayı nasip etsin.
RAH-I AŞK: Aşk yolu, sevgi yolu
Allah cc. emanet olunuz selam ve dua ile.
demirci mustafa- SADIK ÜYEMİZ
Geri: Rah-ı Aşka Salik Olmak-Şerh
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
okuyamadım mümkünse yazının renk ve boyutunu değiştirebilir misin ?
okuyamadım mümkünse yazının renk ve boyutunu değiştirebilir misin ?
belinay- SÜPER MODERATÖR
Geri: Rah-ı Aşka Salik Olmak-Şerh
demirci mustafa demiş ki:[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Gerçekten okunmasında çok fayadalar sağlayacak bir konu ve paylaşım.
Biz bu konuyu nasıl görmemişiz,nasip bugüne imiş,aslında dibimizde(yanımızda)olan o kadar güzellikler varki bazen görmüyor veya duymuyoruz,Allah cc. uygulamayı nasip etsin.
RAH-I AŞK: Aşk yolu, sevgi yolu
Allah cc. emanet olunuz selam ve dua ile.
Rahman sizlerdende razı olsun. Okuyan gözlerinize, değerlendiren gönlünüze sağlık yorumlayan kaleminize bereket. Tasavvufi bir yazıdır paylaşımımız “Aşk gönlün kâmil halidir, devamıda ondandır. “Aşk, Allah’ın kula gelişidir.” Bu yolun nakkaşları onlarda iman, ihsan, ihlâs deseni çizer… Çizilen desenin tâcı aşktır… Çünkü bu yol aşk muhabbet yoludur… Bu yol Rah-i aşktır… En kısa kestirme yol: Şüttar yoludur(aşıklar yolu). Zahmetlidir, çilelidir… Fakat Hakk’a giden en kestirme yoldur…
belinay demiş ki:[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
okuyamadım mümkünse yazının renk ve boyutunu değiştirebilir misin ?
Esasen yazının düzeni bu şekilde değildi. Yeni temadan kaynaklı bir durum olmuş vesileler dahilinde düzelttik inşaallah şimdi rahatlıkla okunabilir.Feyizli, istifadeli okumalar olsun efendim.
RıZa BeRKaN- KuRuCu / YöNeTiCi
Geri: Rah-ı Aşka Salik Olmak-Şerh
İmam Azam ne de güzel söylemiş , Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım başım göğe ererdi.
ya benim bilmediklerim acz ve fakirliğim her kelimede her öğrenilen ilimde hem şükrüm hem de acizliğim artmakta çok şükür vesileler ile gönlümüze aşkını düşüren Rabbime başka bir yerde bihaber de olabilirdikte...
Hz.Eyyüb as zahiri yaraları var benimse batıni yaralarım bu güzel konu birazda olsa merhem oldu yarama
Aşkını gönümüze indirene kelamını kağıda döktürene Rabbime hamd paylaşan bizlere ulaştırandan da Rahman razı ve hoşnut olsun.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
ya benim bilmediklerim acz ve fakirliğim her kelimede her öğrenilen ilimde hem şükrüm hem de acizliğim artmakta çok şükür vesileler ile gönlümüze aşkını düşüren Rabbime başka bir yerde bihaber de olabilirdikte...
Hz.Eyyüb as zahiri yaraları var benimse batıni yaralarım bu güzel konu birazda olsa merhem oldu yarama
Aşkını gönümüze indirene kelamını kağıda döktürene Rabbime hamd paylaşan bizlere ulaştırandan da Rahman razı ve hoşnut olsun.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
belinay- SÜPER MODERATÖR
.:. i R F @ N _ M E C L i S i .:. R @ H - i _ @ S K .:. :: (¯`·. _.: ALLAH (CELLE CELALUH) :._.·´¯) :: RAH-I AŞK
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
22.09.23 10:37 tarafından RıZa BeRKaN
» Namazı terk eden adam dinini bitirmiştir!
12.01.23 12:26 tarafından RıZa BeRKaN
» Muhammed sen canımın cananısın Muhammed sen gözümün ışığısın Muhammed
12.01.23 10:10 tarafından RıZa BeRKaN
» ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI : ACELECİLİK …!!!
17.11.22 17:23 tarafından RıZa BeRKaN
» i M a N i L e G ö N D e R B i Z i
11.10.22 18:29 tarafından RıZa BeRKaN
» Hazreti Ömer'den (r.a) birbirinden kıymetli 18 nasihat...
11.10.22 18:22 tarafından RıZa BeRKaN
» EN BÜYÜK KABADAYI'LIK EFENDİLİK'TİR
11.10.22 18:00 tarafından RıZa BeRKaN
» Hep yolcuyuz böyle gelir gideriz. Dünya senin vatanın mı yurdun mu?
11.10.22 12:00 tarafından RıZa BeRKaN
» Sadece Kur’an Yeter mi ? KUR'AN YETER DİYENLERE
11.10.22 10:35 tarafından RıZa BeRKaN
» İNCEDEN İNCEYE GİYDİRİYORLAR SİZE MÜSLÜMANLAR
11.10.22 8:35 tarafından RıZa BeRKaN
» Recep Tayyip Erdoğan EVET O bir #DünyaLideri
11.10.22 8:11 tarafından RıZa BeRKaN
» Zordur kurban zordur, ayrılık zordur...
11.10.22 8:03 tarafından RıZa BeRKaN
» Allah ve Rasulü için göz yaşı dökenlere selâm olsun.
11.10.22 7:57 tarafından RıZa BeRKaN
» 2 MiLYaR TaKiPÇiSi VaR
11.10.22 7:34 tarafından RıZa BeRKaN
» Ne NeDiR?
20.01.22 11:54 tarafından RıZa BeRKaN
» ÖĞÜT VEREN AYETLER
20.01.22 10:58 tarafından RıZa BeRKaN
» Faizcileri deşifre edeceğiz.. Takip edeceğiz..
22.10.21 13:26 tarafından RıZa BeRKaN
» ANLAMSIZLIK HASTALIĞI: ANoMİ ‼
11.10.21 11:49 tarafından RıZa BeRKaN
» Mustafa Özcan Güneşdoğdu Rabbim Sana Sığınırım
11.10.21 11:46 tarafından RıZa BeRKaN
» Zengin Tüccar ve 4 eşi hikayesi.
11.10.21 11:41 tarafından RıZa BeRKaN