Giriş yap
Similar topics
Üye Paneli
Profiliniz Bilgiler Seçenekler İmza Avatar |
Sosyal Arkadaş ve Tanınmamış Üye listesi Grup |
Özel Mesaj Gelen Kutusu ÖM Gönder |
Gözlenmiş Konular |
Kimler hatta?
Toplam 67 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 67 Misafir :: 1 Arama motorlarıYok
Sitede bugüne kadar en çok 392 kişi 10.10.24 17:51 tarihinde online oldu.
En son konular
En bakılan konular
Istatistikler
Toplam 278 kayıtlı kullanıcımız varSon kaydolan kullanıcımız: CANAN CAN
Kullanıcılarımız toplam 14129 mesaj attılar bunda 6601 konu
Arama
Kasım 2024
Ptsi | Salı | Çarş. | Perş. | Cuma | C.tesi | Paz |
---|---|---|---|---|---|---|
1 | 2 | 3 | ||||
4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 |
11 | 12 | 13 | 14 | 15 | 16 | 17 |
18 | 19 | 20 | 21 | 22 | 23 | 24 |
25 | 26 | 27 | 28 | 29 | 30 |
Zeyd`ul hayr ( r.a ) kardeslik
.:. i R F @ N _ M E C L i S i .:. R @ H - i _ @ S K .:. :: (¯`·._.: SAHABELER :._.·´¯) :: SAHABE-İ GÜZİN/ASHÂB-I KİRAM
1 sayfadaki 1 sayfası
Zeyd`ul hayr ( r.a ) kardeslik
Osman İbn Maz’un (ra) Habeşistan’a hicret eden ilk gurubun başkanıydı. Habeşistan’da inançlarını daha rahat bir şekilde yaşama imkânı bulan ilk muhacirler her an Mekke’den güzel ve hayırlı haberler bekliyorlardı. Ashabın tümü Mekke’ye düşkündüler. Hem Mekke’den hem de iki cihan güneşi Efendimizden (sav) ayrı kalmalarına çok üzülüyorlardı. Bir ara Kureyş’in İslâm’a girdiği haberini aldılar.
Muhtemelen bu haberin sebebi şu idi:
Rasulullah ve ashabı zaman zaman sabah namazını Kabe’de kılıyorlardı. ALLAH Rasulünün (sa) yürekleri titreten bir Kur’an okuyuşu vardı. Şiire düşkün Arap toplumu da onun kıraatini, Kur’an okuyuşunu dinlerdi. Rasulullah (sa) Kabe’de yine bir sabah namazı kıldırırken Necm suresinin ayetlerini okuyordu. Secde ayeti okuyan ve secdeye giden ALLAH Rasulü (sa) ile birlikte herkes secdeye gidivermişti. Sadece mü’minler değil müşrikler de secdeye gitti. Mekke’nin bir numaralı adamı olan Velid İbn Muğire ve Umeyye İbn Halef bile, yerden bir avuç toprak alıp alınlarına sürmek suretiyle secde yapmışlardı. Muhtemeldir ki, bu olay dilden dile yayılarak “müşriklerin imana gelip secde ettiği”
şeklinde yanlış anlaşılarak ta Habeşistan’a kadar ulaşmıştı.
Bu haber üzerine Habeşistan’a hicret etmiş olan Müslümanların bir kısmı yaşadıkları hasreti bitirmek üzere Mekke’ye geri dönmeye başladılar. Ancak Mekke’ye yaklaşınca bu haberin yalan olduğunu öğrendiler. Dönenler arasında Osman İbn Maz’un (ra) da vardır.
O zamanlar “himaye” Arapların kutsal ve saygı duyulan adetlerinden biriydi. Zayıf bir adam Kureyşli bir efendinin himayesine girdiği zaman, o, kanının dökülmesine müsaade edilmeyen; kendisine güvenin sarsılmadığı güçlü bir himayede olurdu. Dönen kimseler bir himaye elde edebilmede aynı seviyede değildiler. Bundan dolayı, onlardan az sayıda kişi himaye elde etmişti. Bunların arasındaVelîd İbn Muğîre’nin himayesine giren Osmanİbn Maz’ûn (ra) da vardı. Böylece o, Mekke’ye güven ve huzur içinde girdi. Mekke’nin yollarından geçip gitti. Hiçbir zulüm ve kötülük görmedi. Fakat Kur’ân ve hz. Muhammed’in (sa) terbiye ettiği İbn Maz’ûn (ra) onların etrafında dönüyor ve kendileri için bir himaye ve himayeci bulamayan fakir ve zayıf müslüman kardeşlerini görüyordu. Onları her taraftan işkencenin sardığını, her yolda zulmün takip ettiğini acı acı izliyordu. O, kavminin eziyetlerinden uzak olarak yolunda yürürken hür ruhu kabarıyor, asil vicdanı kaynıyor ve içi içine sığmıyordu. Evinden; Velîd’in himayesinden ayrılarak;ALLAH’ın yolundaki eziyeti taşıyan lezzeti, inanan dünyanın öncüleri ve yarın her tarafından iman, tevhid ve nur fışkıracak bir dünyanın müjdecileri olan Müslüman kardeşlerine benzeme şerefini kendisine haram kılan bu himayeyi sırtından atmaya karar vererek çıkıyordu.
Osman İbn Maz’ûn (ra) , Velîd İbn Muğîre’nin himayesinde yaşarken, Rasulullah’ın (sa) ashabının başına gelenleri görünce şöyle düşündü:
“Vallahi, arkadaşlarım ve dindaşlarım, benim görmediğim eziyet ve kötülüklerle karşılaşırken, müşrik bir adamın himayesinde yaşamak benim için büyük bir ayıptır.” Velîd İbn Muğîre’ye gidip:
— Ey Ebû Abdi’ş-Şems! Senin üzerine aldığın himaye sona erdi. Artık senin himayeni kabul etmiyorum, dedi. Velîd de ona:
— Niçin, kardeşimin oğlu!? Belki kavmimden birisi yine sana eziyet edebilir?.. dedi.
Osman:
— Hayır, ben artık ALLAH’ın himayesini kabul ediyorum. O’ndan başkasının himayesine girmek istemiyorum, diye cevap verdi.
— Öyleyse, Kabe’ye git ve daha önce açıkça benim himayemi istediğin gibi, şimdi de benim himayemi reddettiğini açıkça söyle!
İkisi birlikte Kabe’ye gittiler ve Velîd :
— Bu Osman, artık benim himayemi kabul etmediğini söylemeye gelmiş, dedi.
Osman:
— Doğru söylüyor… Ben onun vefalı ve iyi bir himayeci olduğunu gördüm ama ALLAHtan başkasının himayesine sığınmamayı arzu ettim… dedi.
Osman İbn Maz’un (ra) acısında da tatlısında da mü’min kardeşlerinin yanında olmak istiyordu.
Bir gün o, Kureyşlilerin şiir dinlemek üzere toplandığı yere gitmişti. Dönemin çok saygı gören ünlü şairlerinden Lebid şiir okurken: “Şüphesiz ALLAH’tan başka her şey bâtıldır.” dedi. Osman İbn Maz’un (ra): “Doğru söyledin.” dedi. Lebid: “Her nimet mutlaka yok olacaktır.” mısrasını okurken Osman (ra): “Yalan söyledin, cennet nimetleri yok olmaz.” dedi. Lebid Kureyşlilere sitemle: “Sizin meclisinizde böyle kimseler olmazdı ve şairlere bu şekilde davranılmazdı! Ne oldu size?” dedi. Bu sırada Abdullah İbn Umeyye adındaki müşrik Osman İbn Maz’un’un (ra) gözüne şiddetli bir yumruk vurdu. Çıkan kargaşada Osman İbn Maz’un (ra) darbeye maruz kaldı. Eve dönerken Velid yeğeni gördü ve ilave etti: “Himayemi reddetmeseydin böyle olmazdı. İstersen
Kabeye dönelim ve yine seni himayeme aldığımı açıklayayım.” dedi. Bunun üzerine o da: “Vallahi,ALLAH yolunda bu sağlam gözüm de ötekinin akîbetine uğrasa gam yemem. Süphesiz ben senden daha güçlü birinin himâyesindeyim. Bana ne kadar eziyet etseler de bu yolda yürüyeceğim.” dedi.
Osman İbn Maz’un (ra) Mekke’de kaldığı müddetçe belâ ve musîbetleri sabırla karşıladı. İki cihan güneşi Efendimiz (sav) Medine’ye hicret izni verince, kardeşleri, zevcesi Havle Bint Hakim ve oğlu Sâib (rhm) ile beraber Medine’ye hicret etti. Sevgili Peygamberimiz onu Ebu’l-Heysem ile kardeş yaptı.
Osman İbn Maz’un (ra) hicretten otuz ay sonra ebedî aleme göçtü. Osman İbn Maz’un (ra) Medine’de ilk vefat eden sahabî ve Bakî Kabristanlığı’na defnedilen ilk muhacir oldu. Zevcesi kabri başında: “Ey Ebû Sâib! Cennet sana âfiyet olsun.” dedi. Sevgili Peygamberimiz (sa) de: “ ALLAH ve Rasulunu severdi, desen kâfi idi.” buyurdu. Techiz ve tekfin hazırlığı sırasında iki cihan güneşi Efendimiz (sav) alnından öperken gözyaşlarını tutamadı ve “Ey Ebû Sâib! sana ALLAH rahmet etsin! Dünyadan çekip gittin. Ama ne sen ona iltifat ettin, ne de o sana…” buyurdu. Defnedildikten sonra da: “O bizim ne iyi selefimizdir.” dedi ve kabrinin başına bir taş dikti. Ondan sonra birisi vefat edince “nereye defnedelim” diye sorulunca Rasûl-i Ekrem (sa): “Selefimiz Osman İbn Maz’un’un yanına…” cevabını verirlerdi. Kızı Rukiyye (ra) vefat ettiğinde de: “Bizim hayırlı selefimiz Osman’a kavuş...” buyurarak devamlı onu anardı. ALLAH Rasulünün (sa) ölümünden sonra bile bu iltifatı bir kardeşe duyulan vefanın göstergesiydi.
Acısında ve tatlısında beraber olmak ..
Hacc suresi 11. ayette ALLAH u Teala der ki: “İnsanlardan kimi de ALLAH’a bir harf üzere (yar kenarındaymış gibi) ibadet eder, eğer kendisine bir iyilik gelirse ona gönlü yatışır ve eğer başına bir bela gelirse yüzüstü dönüverir. Dünyayı da ahireti de kaybeder. İşte apaçık kayıp budur.”
Durum aynen şudur: Ordunun merkezindeki yiğitler savaşı kazanırsa kenarda bekleyenler de (harf üzere olanlar) yiğitlerle beraber ganimete koşarlar, yok eğer ordunun cengaver yiğitleri zorlanırlarsa hemen kenarda bekleyenler oradan uzaklaşırlar. Ebu’s-Suud Efendi bu ayetin tefsirinde arslan avındaki çakalları örnek verir. Çakallar bir tepenin üzerinde boğalara saldıran arslanları izler. Arslanlar boğa sürüsüne saldırıp birini devirirse çakallar da kenardan bir et kapmak için gelirler, ama boğalar aslanları püskürtüp saldırırsa çakallar da tepenin öbür yüzüne aşıp kaçarlar.
Gerçek mü’min acı günde, fedakarlık gereken günde, sıkıntılı günde kardeşinin yanında olmasıyla belli olur.
Fedakarlık ..
Hz. Hatice (ra) böyle fedakâr biri idi. Boykot yıllarıydı. 3 yıl boyunca Müslümanlara bir şey verilmedi. Mekke’nin müşrikleri sadece haram aylarda Ebu Talip Mahallesinin sınırlarını kapatamıyolardı, ama bu sefer de satışları müslümanlara 4-5 misli pahalı yaparlar, yaptırırlardı. Hz. Hatice (ra) bu dönemde servetinin tamamını satıp nakite çevirir. Pahalı da olsa kardeşlerinin gıda alması için kardeşlerine verir. Mü’minlerin sıkıntı çekmemesi için elinde avucunda ne varsa hepsini dağıtmıştır. Fedakâr annemiz boykot yıllarının sonlarına doğru vefat etmiş ve İslam’ın tatlı günlerini görememiştir.
…
Kardeşlik konusunda en bilinen örnek ..
Hz. Peygamber (sa) Medine’de Ensâr ile Muhâcirler arasında ‘kardeşlik’ ilân edince Abdurrahman İbn Avf (ra) ile Ensâr’dan Sa’d İbn Rabî’yi (ra) kardeş ilân etmişti.
Ensâr’ın ileri gelenlerinden Sa’d İbn Rabî (ra) “din kardeşi” Abdurrahman’a (ra) şunları söylemişti:
“Benim bir hayli malım vardır. Bunun yarısını sana veriyorum. Ayrıca iki eşim vardır. Bunlardan birini boşayacağım, iddeti bitince onu nikâhlarsın.” Bu büyük âlicenaplık karşısında Abdurrahman İbn Avf (ra) kardeşine şunları söylüyordu:
“Cenâb-ı ALLAH malını ve aileni sana mübarek eylesin. Senin bu davranışına karşı ALLAH ecrini versin. Sen yalnızca bana çarşının yolunu göster, benim için yeterlidir.”
Abdurrahman İbn Avf (ra) ticaret hayatını çok iyi bilen Kureyş içinde büyüdüğü için bu işin tam bir uzmanı olarak Medine çarşısında alışverişe başlamış ve ALLAH ona büyük servet vermişti. Abdurrahman (ra) bu ticârî hayatını şöyle anlatır:
“Cenâb-ı ALLAH bana öyle bir nimet verdi ki, bir taşı bile bir yerden kaldırıp başka yere koyduğumda sanki altın oluveriyordu.”
Bir yıl içinde yine Medine’nin en zengin insanı oluvermişti.
Abdurrahman İbn Avf (ra) Hz. Peygamber’in (sa) bütün gazvelerine katılmış ve ilk İslâm cihad hareketinden en güzel şekilde nasibini almıştı. Cömertti. İslam ordularına en fazla yardımı yapan yine o idi. Bir çırpıda 700 develik muhteşem bir kervandan vazgeçebilen birisiydi. ALLAH’ın inayetiyle kazandığını yine O’na hizmette harcıyordu.
Sa’d (ra) şehid olunca ailesine Abdurrahman İbn Avf (ra) baktı. Ayrıca hz. Peygamber’in (sa) vefatından sonra Nâdiroğulları Mahallesinde sahip olduğu arazisini kırk bin dinâra satarak Rasulullah’ın zevcelerine (rhm) dağıtmıştı. Hz. Âişe’ye (ra) payı getirildiğinde bunu kimin gönderdiğini sormuş, Abdurrahman İbn Avf’ın (ra) gönderdiği söylenince şöyle demişti:
“Hz. Peygamber; Benden sonra ALLAH’ın sabırlı kulları size karşı şefkatli davranacaktır.ALLAH, Abdurrahman b. Avf’a Cennet pınarlarından kana kana içmeyi nasip etsin, buyurmuştu.”
Abdurrahman İbn Avf (ra) Rasulullah’ın vefatından sonra annelerimizi ve Bedir gazilerini hep koruyup kollamış, kimseye muhtaç etmemiştir. Üstelik onlara mirasından pay vermiştir. Din kardeşini öz kardeşi gibi koruyup kollamıştır….
Kardeşlik duygusu hissedilmeli, vücudun azaları gibi olmalıdır ..
Zeydü’l-Hayl Tay kabilesindendir. Tay kabilesi 12 koldur ve 12 reisi vardır. Zeydü’l-Hayl onların reisidir. Peygamber’le (sa) ilgili haberler Zeydü’l-Hayl’e ulaşınca, onun davet ettiği şeyleri inceleyip araştırdı. Haberlerden iyi olanlar da vardı, kötü olanlar da… Kabile reislerine hitaben; ‘“Eğer bu insan hayırlı biri ise biz de ona uyalım, yok eğer hayırsız biri ise onu daha büyük bir soru olmadan ortadan kaldıralım” diyerek binitini hazırladı. Halktan büyük mevkiye sahip olan kimseleri Yesrib’e gitmeye ve hz. Peygamber’le (sa) görüşmeye davet etti. Onunla birlikte Taykabilesinden kalabalık bir heyet yola çıktı. İçlerinde Zurr İbn Sedûs, Malik İbn Cubeyr, Amir İbn Cuveyn ve başkaları vardı. Medine’ye vardıklarında, Mescid-i Nebevî’ye gidip binitlerini mescidin önüne çöktürdüler. Mescide girdikleri esnada Rasulullah (sa) minberden müslümanlara hitap etmekteydi. Rasulullah’ın (sa) konuşması hoşlarına gitti ve müslümanların ona gönülden bağlanmaları, onu can kulağıyla dinleyip söylediklerinden etkilenmeleri, onları hayrette bıraktı. Rasulullah (sa) onları görünce müslümanlara hitap ederek şöyle dedi’: “Ben sizin için Uzza’dan ve taptığınız herşeyden daha hayırlıyım… Ben sizin için ALLAH’tan başka kendisine taptığınız siyah deveden daha hayırlıyım.”
Rasulullah’ın (sa) konuşması Zeydü’I-Hayl ve beraberindekilerin gönüllerinde iki türlü tesir bıraktı. Bazıları hak olanı kabul edip ona yöneldi, bazıları da haktan yüz çevirip ona burun kıvırdılar. Bazıları cenneti seçti, bazıları da cehennemi…
Zurr İbn Sedûs ise, Rasulullah’a, (sa) inanan gönüllerin çepeçevre kuşattığını ve sevgiyle bakan gözlerin onu sardığını görüverince, içindeki kıskançlık duygusu kabarıp içini bir korku bürüdü. Sonra etrafındakilere şöyle dedi:
“Şüphesiz ben, Arapların cariyelerine sahip olacak adamı görüyorum ama onun benim cariyemi almasına müsaade etmeyeceğim.”
Daha sonra Suriye taraflarına gidip başını kazıttı ve Hıristiyan oldu.
Zeyd’le öbürlerine gelince; onların durumu başkaydı. Rasulullah (sa) hutbesini bitirir bitirmez, Zeydü’l-Hayl müslümanların arasında ayağa kalktı. O çok yakışıklı, sağlam yapılı ve çok uzun boyluydu. Ata binince sanki eşeğe binmiş gibi ayakları yerde sürünürdü. Uzun boyuyla dikilip gür sesiyle şöyle dedi:
“Ey Muhammed! ALLAH’tan başka tanrı olmadığına ve senin ALLAH’ın Rasulü olduğuna şehadet ederim.”
Rasulullah (sa) yanına gelip:
“Sen kimsin?” dedi.
Zeyd’ül-Hayl: “Ben, Mühelhil oğlu Zeydü’l-Hayl’im.”
Rasulullah (sa): “Hayır, sen Zeydü’l-Hayr’sın. Zeydü’I-Hayl değil. Seni memleketinden getirip kalbini İslâm’a yumuşatan ALLAH’a hamdolsun.” dedi. İşte o bundan sonra Zeydü’I-Hayr diye tanındı. Sahabeler buna sevindi. Rasulllah (sa) onu evine götürdü. Yanında Ömer İbn Hattab ve bazı sahabîler vardı. Eve geldiklerinde, Rasulullah (sa) Zeyd’e bir yastık verdi. Rasulullah’ın (sa) huzurunda yaslanmak Zeyd’e zor geldi ve onu geri verdi. Rasulullah (sa) veriyor, o geri çeviriyordu. Bunu üç defa tekrarladılar.
Oturduklarında, Rasulullah (sa) ZeydüI-Hayr’a şöyle dedi :
“Zeyd! Şimdiye kadar bana anlatılıp da sonra kendisini gördüğüm kimseler anlatılan niteliklerinin altındaydı. Ancak sen müstesnasın.
Zeyd! Şüphesiz sende ALLAH ve Rasulünün sevdiği iki haslet var.” Zeyd (ra) sordu:
“Nedir onlar? Ya Rasulullah!” Rasulullah (sa) şöyle cevap verdi :
“Ölçülü davranmak ve halim olmak.” Zeydü’l-Hayr (ra):“Beni, ALLAH ve Rasulünün sevdiği gibi yapan ALLAH’a hamdolsun.”
Zeyd’le beraber olanların hepsi müslüman oldu. Medine’de bir hafta kaldılar. İslamî bilgileri öğrendiler. Zeyd (ra), kabilesininde bir an önce İslam’a girmesini istiyordu. Onlar memleketleri Necîd’e dönmek istediklerinde, Hz. Peygamber (sa) uzun uzun yürüyerek Medine’nin dışına kadar onlarla gelmiş ve uğurlayıp şöyle demişti:
“Ne adam! Eğer o Medîne hummasından kurtulabilseydi, neler yapacaktı neler!“
O sıralarda, Medîne-i Münevvere’de humma salgını vardı. Zeydü’l-Hayr (ra) oradan ayrıldıktan sonra hummaya yakalandı. Arkadaşları konaklamayı, beklemeyi, onun dinlenerek tedavi bulmasını teklif ettiler ama Zeydü’l Hayr (ra) hastalığına rağmen yola devam edeceğini söyledi. Devenin üzerine kurulan hevdeç ile yola devam etti. Eğer kabilesine ulaşmaz, onlara hak dini kendisi anlatamaz ise iman etmemelerinde ve cahiliye üzere ölmelerinden o kadar endişe duyuyordu ki, biran önce onlara kavuşmak ve onları davet etmek, ateşten korumak için her şeyi göze alıyordu.
Kafile Beni Kays’ın toprağına yaklaşınca kafiledekiler özel hazırlık yaparlar. Çok planlı ve hızlı bir şekilde bu topraklardan geçişi tamamlamak isterler. Zira Kays Oğulları eski kan davalılarıdır ve öldürülmekten korkmaktadırlar. Özellikle de Zeyd’ül Hayr’ın (ra) reislerinin hummanın pençesinde güçsüz ve bitkinken fark edilmeleri durumu daha da kritik kılıyordu. Ancak Kays Oğulları zaten müslüman olmuşlardır. Zeyd (ra) bunu bilmektedir ve yanındakilere şöyle ifade eder:
“Beni, Kays’ın ülkesine yaklaştırın Aramızda cahiliye ahmaklıklarından bazı sürtüşmeler oldu. Vallahi Aziz ve Celîl olan ALLAH’a kavuşuncaya kadar bundan sonra hiçbir müslümanla dövüşmeyeceğim.”İslam ve İslam kardeşiliği onda bir hafta gibi kısa bir sürede o kadar güzel anlam bulmuştu ki hiç korkmadan ve belki de eski günahların tevbesi olarak mutlaka onlarla görüşmek ve kucaklaşmak istiyordu.
Kays Ogulları, Tay Oğullarının kendi topraklarına girdiğini, kendilerine doğru Medine’den geldiğini duyunca ve içlerinde de yeni Müslüman olmuş Zeyd’ül Hayr’ın (ra) olduğunu öğrenince kadınıyla çocuğuyla sahraya koşuyorlar. Zeyd ve kafilesi ile kucaklaşmak için koşuyorlar. Zeyd’i (ra) ancak bir miktar misafir edebildiler. Zira Zeydü’l-Hayr (ra) izin isteyip tutulduğu humma zaman zaman şiddetlenmesine rağmen Necîd’e doğru ilerlemeye devam etti. Kavmine kavuşmayı ve ALLAH’ın kavmini onun vasıtasıyla müslümanlar grubuna dahil etmesini istiyordu. Adeta ölümle yarışa girişmişlerdi. Çok geçmedi, Tay topraklarına girince ölüm onu yendi ve kavmine ulaşamadan son nefeslerini verdi. Onun gelişinin hikayesini duyan kabilesi de çok geçmeden İslam’a girdi.
Müslüman oluşuyla, ölümü arasında günah işlemek için bir zaman kalmamıştı. Belki 3 haftalık Müslümandı, ölümü göze alıp kardeşlik duygusu ile kardeşlerini kucaklaşmaya gidiyordu.
Yermük’te 240 000 kisilik Bizans ordusunu 40 000 kişilik İslam ordusu yener. Heraklius’un savaşa katılan yenik komutanlardan hesap sormasına içlerinden ancak bir tanesi şöyle vevap verebilmişti: “Bu insanlar geceleri birer abid, asla haram yemezler, harp meydanlarında birer yiğit savaşçıdırlar. Ama hiç birisi kardeşim ölsün demiyor, ben öleyim diyor. Oysa bizimkiler haram yer, içki içerler, en önenlisi de ben değil yanımdaki ölsün diyor.” Bunun üzerine Heraklius “Onlar ayaklarımı bastığım bu toprakları da fetheder” diyor…
Bizler bugün eğer doğru bir anlayışa ve kardeşliğe sahip olsaydık, bu gün zülum altında olmazdık. İşte Bosna, Irak, Afganistan…
Kardeslik ruhu tekrar gelmeli.
Birbirimizin kusurunu örtelim.
Bakın. Uhud savaşında okçuların durumuna bakın. Savaş kazanılır gibi olunca okçuların çoğu ganimet için aşağı iner. Abdullah İbn Cübeyr (ra) ise tepede kendilerine verilen emir gereği geride kalan bir avuç timin lideridir ve Halid bin Velid tepeyi dolanıp saldırıca kafir atlılarını durdurmak isterken şehid olur. Onunla şehid olanların isimlerini İslam kaynaklarının çoğunda tek tek bulabiliriz. Ama tarih kitaplarında, rivayetlerde Ayneyn Tepesini terkedenlerin isimleri nakledilmemiştir. Bu bir unutma veya önemsememe değildir. Onların kusurları örtülmüştür. Acılar bu ganimet peşinde koşanlar dahil beraber paylaşılmıştır, beraberce tüm acı ve yaralara rağmen, Kureyş ordusu birlikte takip edilir
Ama kardeşlerin ayıbı yüzüne vurulmamıştır.
Biz bugün hangi ayıpları ört(m)üyoruz. Birimizin ayağı takılınca ve yolu değişince “biz söylemiştik…” deyip alaycı bir eda ile mi hareket ediyoruz. Kardeşimizin ayıbını örttüğümüzde Rabbibimizin de bizim bir ayıbımızı örteceğini unutuyor muyuz?!
Dikkat edin, basit bir örnek ile konuya bir son verelim:
Üzerine ancak 100 kiloluk ağırlık konulunca kırılan bir tahta olsun. 2 tahta üst üste olursa 200 değil ancak yaklaşık 400 kiloda kırılır. Bir tahta daha ekleyip 3 tahta üst üste yani birbirinden destek alacak şekilde olursa 1 tonda ancak kırılır. Karatecilerin şov amaçlı kırdığı mermerlere dikkat edin; hepsinin arası boştur. Birbirlerinden güç almaları engellenmiştir. Hatta birkaç mermer kırıldıktan sonra diğerlerini kırmak için güç harcamaya bile gerek yoktur, üsteki kırılanların uyguladığı yük diğerlerinin kırılması için kafidir. Bir olmanın gücü vardır. Arası boş mermerler kırılıyorsa aramıza boşluk sokmalarına izin vermeyelim. Bir binanın tuğlaları gibi aramızdaki boşlukları kardeşlik harcı ile dolduralım.
Selam ve Dua ile
Muhtemelen bu haberin sebebi şu idi:
Rasulullah ve ashabı zaman zaman sabah namazını Kabe’de kılıyorlardı. ALLAH Rasulünün (sa) yürekleri titreten bir Kur’an okuyuşu vardı. Şiire düşkün Arap toplumu da onun kıraatini, Kur’an okuyuşunu dinlerdi. Rasulullah (sa) Kabe’de yine bir sabah namazı kıldırırken Necm suresinin ayetlerini okuyordu. Secde ayeti okuyan ve secdeye giden ALLAH Rasulü (sa) ile birlikte herkes secdeye gidivermişti. Sadece mü’minler değil müşrikler de secdeye gitti. Mekke’nin bir numaralı adamı olan Velid İbn Muğire ve Umeyye İbn Halef bile, yerden bir avuç toprak alıp alınlarına sürmek suretiyle secde yapmışlardı. Muhtemeldir ki, bu olay dilden dile yayılarak “müşriklerin imana gelip secde ettiği”
şeklinde yanlış anlaşılarak ta Habeşistan’a kadar ulaşmıştı.
Bu haber üzerine Habeşistan’a hicret etmiş olan Müslümanların bir kısmı yaşadıkları hasreti bitirmek üzere Mekke’ye geri dönmeye başladılar. Ancak Mekke’ye yaklaşınca bu haberin yalan olduğunu öğrendiler. Dönenler arasında Osman İbn Maz’un (ra) da vardır.
O zamanlar “himaye” Arapların kutsal ve saygı duyulan adetlerinden biriydi. Zayıf bir adam Kureyşli bir efendinin himayesine girdiği zaman, o, kanının dökülmesine müsaade edilmeyen; kendisine güvenin sarsılmadığı güçlü bir himayede olurdu. Dönen kimseler bir himaye elde edebilmede aynı seviyede değildiler. Bundan dolayı, onlardan az sayıda kişi himaye elde etmişti. Bunların arasındaVelîd İbn Muğîre’nin himayesine giren Osmanİbn Maz’ûn (ra) da vardı. Böylece o, Mekke’ye güven ve huzur içinde girdi. Mekke’nin yollarından geçip gitti. Hiçbir zulüm ve kötülük görmedi. Fakat Kur’ân ve hz. Muhammed’in (sa) terbiye ettiği İbn Maz’ûn (ra) onların etrafında dönüyor ve kendileri için bir himaye ve himayeci bulamayan fakir ve zayıf müslüman kardeşlerini görüyordu. Onları her taraftan işkencenin sardığını, her yolda zulmün takip ettiğini acı acı izliyordu. O, kavminin eziyetlerinden uzak olarak yolunda yürürken hür ruhu kabarıyor, asil vicdanı kaynıyor ve içi içine sığmıyordu. Evinden; Velîd’in himayesinden ayrılarak;ALLAH’ın yolundaki eziyeti taşıyan lezzeti, inanan dünyanın öncüleri ve yarın her tarafından iman, tevhid ve nur fışkıracak bir dünyanın müjdecileri olan Müslüman kardeşlerine benzeme şerefini kendisine haram kılan bu himayeyi sırtından atmaya karar vererek çıkıyordu.
Osman İbn Maz’ûn (ra) , Velîd İbn Muğîre’nin himayesinde yaşarken, Rasulullah’ın (sa) ashabının başına gelenleri görünce şöyle düşündü:
“Vallahi, arkadaşlarım ve dindaşlarım, benim görmediğim eziyet ve kötülüklerle karşılaşırken, müşrik bir adamın himayesinde yaşamak benim için büyük bir ayıptır.” Velîd İbn Muğîre’ye gidip:
— Ey Ebû Abdi’ş-Şems! Senin üzerine aldığın himaye sona erdi. Artık senin himayeni kabul etmiyorum, dedi. Velîd de ona:
— Niçin, kardeşimin oğlu!? Belki kavmimden birisi yine sana eziyet edebilir?.. dedi.
Osman:
— Hayır, ben artık ALLAH’ın himayesini kabul ediyorum. O’ndan başkasının himayesine girmek istemiyorum, diye cevap verdi.
— Öyleyse, Kabe’ye git ve daha önce açıkça benim himayemi istediğin gibi, şimdi de benim himayemi reddettiğini açıkça söyle!
İkisi birlikte Kabe’ye gittiler ve Velîd :
— Bu Osman, artık benim himayemi kabul etmediğini söylemeye gelmiş, dedi.
Osman:
— Doğru söylüyor… Ben onun vefalı ve iyi bir himayeci olduğunu gördüm ama ALLAHtan başkasının himayesine sığınmamayı arzu ettim… dedi.
Osman İbn Maz’un (ra) acısında da tatlısında da mü’min kardeşlerinin yanında olmak istiyordu.
Bir gün o, Kureyşlilerin şiir dinlemek üzere toplandığı yere gitmişti. Dönemin çok saygı gören ünlü şairlerinden Lebid şiir okurken: “Şüphesiz ALLAH’tan başka her şey bâtıldır.” dedi. Osman İbn Maz’un (ra): “Doğru söyledin.” dedi. Lebid: “Her nimet mutlaka yok olacaktır.” mısrasını okurken Osman (ra): “Yalan söyledin, cennet nimetleri yok olmaz.” dedi. Lebid Kureyşlilere sitemle: “Sizin meclisinizde böyle kimseler olmazdı ve şairlere bu şekilde davranılmazdı! Ne oldu size?” dedi. Bu sırada Abdullah İbn Umeyye adındaki müşrik Osman İbn Maz’un’un (ra) gözüne şiddetli bir yumruk vurdu. Çıkan kargaşada Osman İbn Maz’un (ra) darbeye maruz kaldı. Eve dönerken Velid yeğeni gördü ve ilave etti: “Himayemi reddetmeseydin böyle olmazdı. İstersen
Kabeye dönelim ve yine seni himayeme aldığımı açıklayayım.” dedi. Bunun üzerine o da: “Vallahi,ALLAH yolunda bu sağlam gözüm de ötekinin akîbetine uğrasa gam yemem. Süphesiz ben senden daha güçlü birinin himâyesindeyim. Bana ne kadar eziyet etseler de bu yolda yürüyeceğim.” dedi.
Osman İbn Maz’un (ra) Mekke’de kaldığı müddetçe belâ ve musîbetleri sabırla karşıladı. İki cihan güneşi Efendimiz (sav) Medine’ye hicret izni verince, kardeşleri, zevcesi Havle Bint Hakim ve oğlu Sâib (rhm) ile beraber Medine’ye hicret etti. Sevgili Peygamberimiz onu Ebu’l-Heysem ile kardeş yaptı.
Osman İbn Maz’un (ra) hicretten otuz ay sonra ebedî aleme göçtü. Osman İbn Maz’un (ra) Medine’de ilk vefat eden sahabî ve Bakî Kabristanlığı’na defnedilen ilk muhacir oldu. Zevcesi kabri başında: “Ey Ebû Sâib! Cennet sana âfiyet olsun.” dedi. Sevgili Peygamberimiz (sa) de: “ ALLAH ve Rasulunu severdi, desen kâfi idi.” buyurdu. Techiz ve tekfin hazırlığı sırasında iki cihan güneşi Efendimiz (sav) alnından öperken gözyaşlarını tutamadı ve “Ey Ebû Sâib! sana ALLAH rahmet etsin! Dünyadan çekip gittin. Ama ne sen ona iltifat ettin, ne de o sana…” buyurdu. Defnedildikten sonra da: “O bizim ne iyi selefimizdir.” dedi ve kabrinin başına bir taş dikti. Ondan sonra birisi vefat edince “nereye defnedelim” diye sorulunca Rasûl-i Ekrem (sa): “Selefimiz Osman İbn Maz’un’un yanına…” cevabını verirlerdi. Kızı Rukiyye (ra) vefat ettiğinde de: “Bizim hayırlı selefimiz Osman’a kavuş...” buyurarak devamlı onu anardı. ALLAH Rasulünün (sa) ölümünden sonra bile bu iltifatı bir kardeşe duyulan vefanın göstergesiydi.
Acısında ve tatlısında beraber olmak ..
Hacc suresi 11. ayette ALLAH u Teala der ki: “İnsanlardan kimi de ALLAH’a bir harf üzere (yar kenarındaymış gibi) ibadet eder, eğer kendisine bir iyilik gelirse ona gönlü yatışır ve eğer başına bir bela gelirse yüzüstü dönüverir. Dünyayı da ahireti de kaybeder. İşte apaçık kayıp budur.”
Durum aynen şudur: Ordunun merkezindeki yiğitler savaşı kazanırsa kenarda bekleyenler de (harf üzere olanlar) yiğitlerle beraber ganimete koşarlar, yok eğer ordunun cengaver yiğitleri zorlanırlarsa hemen kenarda bekleyenler oradan uzaklaşırlar. Ebu’s-Suud Efendi bu ayetin tefsirinde arslan avındaki çakalları örnek verir. Çakallar bir tepenin üzerinde boğalara saldıran arslanları izler. Arslanlar boğa sürüsüne saldırıp birini devirirse çakallar da kenardan bir et kapmak için gelirler, ama boğalar aslanları püskürtüp saldırırsa çakallar da tepenin öbür yüzüne aşıp kaçarlar.
Gerçek mü’min acı günde, fedakarlık gereken günde, sıkıntılı günde kardeşinin yanında olmasıyla belli olur.
Fedakarlık ..
Hz. Hatice (ra) böyle fedakâr biri idi. Boykot yıllarıydı. 3 yıl boyunca Müslümanlara bir şey verilmedi. Mekke’nin müşrikleri sadece haram aylarda Ebu Talip Mahallesinin sınırlarını kapatamıyolardı, ama bu sefer de satışları müslümanlara 4-5 misli pahalı yaparlar, yaptırırlardı. Hz. Hatice (ra) bu dönemde servetinin tamamını satıp nakite çevirir. Pahalı da olsa kardeşlerinin gıda alması için kardeşlerine verir. Mü’minlerin sıkıntı çekmemesi için elinde avucunda ne varsa hepsini dağıtmıştır. Fedakâr annemiz boykot yıllarının sonlarına doğru vefat etmiş ve İslam’ın tatlı günlerini görememiştir.
…
Kardeşlik konusunda en bilinen örnek ..
Hz. Peygamber (sa) Medine’de Ensâr ile Muhâcirler arasında ‘kardeşlik’ ilân edince Abdurrahman İbn Avf (ra) ile Ensâr’dan Sa’d İbn Rabî’yi (ra) kardeş ilân etmişti.
Ensâr’ın ileri gelenlerinden Sa’d İbn Rabî (ra) “din kardeşi” Abdurrahman’a (ra) şunları söylemişti:
“Benim bir hayli malım vardır. Bunun yarısını sana veriyorum. Ayrıca iki eşim vardır. Bunlardan birini boşayacağım, iddeti bitince onu nikâhlarsın.” Bu büyük âlicenaplık karşısında Abdurrahman İbn Avf (ra) kardeşine şunları söylüyordu:
“Cenâb-ı ALLAH malını ve aileni sana mübarek eylesin. Senin bu davranışına karşı ALLAH ecrini versin. Sen yalnızca bana çarşının yolunu göster, benim için yeterlidir.”
Abdurrahman İbn Avf (ra) ticaret hayatını çok iyi bilen Kureyş içinde büyüdüğü için bu işin tam bir uzmanı olarak Medine çarşısında alışverişe başlamış ve ALLAH ona büyük servet vermişti. Abdurrahman (ra) bu ticârî hayatını şöyle anlatır:
“Cenâb-ı ALLAH bana öyle bir nimet verdi ki, bir taşı bile bir yerden kaldırıp başka yere koyduğumda sanki altın oluveriyordu.”
Bir yıl içinde yine Medine’nin en zengin insanı oluvermişti.
Abdurrahman İbn Avf (ra) Hz. Peygamber’in (sa) bütün gazvelerine katılmış ve ilk İslâm cihad hareketinden en güzel şekilde nasibini almıştı. Cömertti. İslam ordularına en fazla yardımı yapan yine o idi. Bir çırpıda 700 develik muhteşem bir kervandan vazgeçebilen birisiydi. ALLAH’ın inayetiyle kazandığını yine O’na hizmette harcıyordu.
Sa’d (ra) şehid olunca ailesine Abdurrahman İbn Avf (ra) baktı. Ayrıca hz. Peygamber’in (sa) vefatından sonra Nâdiroğulları Mahallesinde sahip olduğu arazisini kırk bin dinâra satarak Rasulullah’ın zevcelerine (rhm) dağıtmıştı. Hz. Âişe’ye (ra) payı getirildiğinde bunu kimin gönderdiğini sormuş, Abdurrahman İbn Avf’ın (ra) gönderdiği söylenince şöyle demişti:
“Hz. Peygamber; Benden sonra ALLAH’ın sabırlı kulları size karşı şefkatli davranacaktır.ALLAH, Abdurrahman b. Avf’a Cennet pınarlarından kana kana içmeyi nasip etsin, buyurmuştu.”
Abdurrahman İbn Avf (ra) Rasulullah’ın vefatından sonra annelerimizi ve Bedir gazilerini hep koruyup kollamış, kimseye muhtaç etmemiştir. Üstelik onlara mirasından pay vermiştir. Din kardeşini öz kardeşi gibi koruyup kollamıştır….
Kardeşlik duygusu hissedilmeli, vücudun azaları gibi olmalıdır ..
Zeydü’l-Hayl Tay kabilesindendir. Tay kabilesi 12 koldur ve 12 reisi vardır. Zeydü’l-Hayl onların reisidir. Peygamber’le (sa) ilgili haberler Zeydü’l-Hayl’e ulaşınca, onun davet ettiği şeyleri inceleyip araştırdı. Haberlerden iyi olanlar da vardı, kötü olanlar da… Kabile reislerine hitaben; ‘“Eğer bu insan hayırlı biri ise biz de ona uyalım, yok eğer hayırsız biri ise onu daha büyük bir soru olmadan ortadan kaldıralım” diyerek binitini hazırladı. Halktan büyük mevkiye sahip olan kimseleri Yesrib’e gitmeye ve hz. Peygamber’le (sa) görüşmeye davet etti. Onunla birlikte Taykabilesinden kalabalık bir heyet yola çıktı. İçlerinde Zurr İbn Sedûs, Malik İbn Cubeyr, Amir İbn Cuveyn ve başkaları vardı. Medine’ye vardıklarında, Mescid-i Nebevî’ye gidip binitlerini mescidin önüne çöktürdüler. Mescide girdikleri esnada Rasulullah (sa) minberden müslümanlara hitap etmekteydi. Rasulullah’ın (sa) konuşması hoşlarına gitti ve müslümanların ona gönülden bağlanmaları, onu can kulağıyla dinleyip söylediklerinden etkilenmeleri, onları hayrette bıraktı. Rasulullah (sa) onları görünce müslümanlara hitap ederek şöyle dedi’: “Ben sizin için Uzza’dan ve taptığınız herşeyden daha hayırlıyım… Ben sizin için ALLAH’tan başka kendisine taptığınız siyah deveden daha hayırlıyım.”
Rasulullah’ın (sa) konuşması Zeydü’I-Hayl ve beraberindekilerin gönüllerinde iki türlü tesir bıraktı. Bazıları hak olanı kabul edip ona yöneldi, bazıları da haktan yüz çevirip ona burun kıvırdılar. Bazıları cenneti seçti, bazıları da cehennemi…
Zurr İbn Sedûs ise, Rasulullah’a, (sa) inanan gönüllerin çepeçevre kuşattığını ve sevgiyle bakan gözlerin onu sardığını görüverince, içindeki kıskançlık duygusu kabarıp içini bir korku bürüdü. Sonra etrafındakilere şöyle dedi:
“Şüphesiz ben, Arapların cariyelerine sahip olacak adamı görüyorum ama onun benim cariyemi almasına müsaade etmeyeceğim.”
Daha sonra Suriye taraflarına gidip başını kazıttı ve Hıristiyan oldu.
Zeyd’le öbürlerine gelince; onların durumu başkaydı. Rasulullah (sa) hutbesini bitirir bitirmez, Zeydü’l-Hayl müslümanların arasında ayağa kalktı. O çok yakışıklı, sağlam yapılı ve çok uzun boyluydu. Ata binince sanki eşeğe binmiş gibi ayakları yerde sürünürdü. Uzun boyuyla dikilip gür sesiyle şöyle dedi:
“Ey Muhammed! ALLAH’tan başka tanrı olmadığına ve senin ALLAH’ın Rasulü olduğuna şehadet ederim.”
Rasulullah (sa) yanına gelip:
“Sen kimsin?” dedi.
Zeyd’ül-Hayl: “Ben, Mühelhil oğlu Zeydü’l-Hayl’im.”
Rasulullah (sa): “Hayır, sen Zeydü’l-Hayr’sın. Zeydü’I-Hayl değil. Seni memleketinden getirip kalbini İslâm’a yumuşatan ALLAH’a hamdolsun.” dedi. İşte o bundan sonra Zeydü’I-Hayr diye tanındı. Sahabeler buna sevindi. Rasulllah (sa) onu evine götürdü. Yanında Ömer İbn Hattab ve bazı sahabîler vardı. Eve geldiklerinde, Rasulullah (sa) Zeyd’e bir yastık verdi. Rasulullah’ın (sa) huzurunda yaslanmak Zeyd’e zor geldi ve onu geri verdi. Rasulullah (sa) veriyor, o geri çeviriyordu. Bunu üç defa tekrarladılar.
Oturduklarında, Rasulullah (sa) ZeydüI-Hayr’a şöyle dedi :
“Zeyd! Şimdiye kadar bana anlatılıp da sonra kendisini gördüğüm kimseler anlatılan niteliklerinin altındaydı. Ancak sen müstesnasın.
Zeyd! Şüphesiz sende ALLAH ve Rasulünün sevdiği iki haslet var.” Zeyd (ra) sordu:
“Nedir onlar? Ya Rasulullah!” Rasulullah (sa) şöyle cevap verdi :
“Ölçülü davranmak ve halim olmak.” Zeydü’l-Hayr (ra):“Beni, ALLAH ve Rasulünün sevdiği gibi yapan ALLAH’a hamdolsun.”
Zeyd’le beraber olanların hepsi müslüman oldu. Medine’de bir hafta kaldılar. İslamî bilgileri öğrendiler. Zeyd (ra), kabilesininde bir an önce İslam’a girmesini istiyordu. Onlar memleketleri Necîd’e dönmek istediklerinde, Hz. Peygamber (sa) uzun uzun yürüyerek Medine’nin dışına kadar onlarla gelmiş ve uğurlayıp şöyle demişti:
“Ne adam! Eğer o Medîne hummasından kurtulabilseydi, neler yapacaktı neler!“
O sıralarda, Medîne-i Münevvere’de humma salgını vardı. Zeydü’l-Hayr (ra) oradan ayrıldıktan sonra hummaya yakalandı. Arkadaşları konaklamayı, beklemeyi, onun dinlenerek tedavi bulmasını teklif ettiler ama Zeydü’l Hayr (ra) hastalığına rağmen yola devam edeceğini söyledi. Devenin üzerine kurulan hevdeç ile yola devam etti. Eğer kabilesine ulaşmaz, onlara hak dini kendisi anlatamaz ise iman etmemelerinde ve cahiliye üzere ölmelerinden o kadar endişe duyuyordu ki, biran önce onlara kavuşmak ve onları davet etmek, ateşten korumak için her şeyi göze alıyordu.
Kafile Beni Kays’ın toprağına yaklaşınca kafiledekiler özel hazırlık yaparlar. Çok planlı ve hızlı bir şekilde bu topraklardan geçişi tamamlamak isterler. Zira Kays Oğulları eski kan davalılarıdır ve öldürülmekten korkmaktadırlar. Özellikle de Zeyd’ül Hayr’ın (ra) reislerinin hummanın pençesinde güçsüz ve bitkinken fark edilmeleri durumu daha da kritik kılıyordu. Ancak Kays Oğulları zaten müslüman olmuşlardır. Zeyd (ra) bunu bilmektedir ve yanındakilere şöyle ifade eder:
“Beni, Kays’ın ülkesine yaklaştırın Aramızda cahiliye ahmaklıklarından bazı sürtüşmeler oldu. Vallahi Aziz ve Celîl olan ALLAH’a kavuşuncaya kadar bundan sonra hiçbir müslümanla dövüşmeyeceğim.”İslam ve İslam kardeşiliği onda bir hafta gibi kısa bir sürede o kadar güzel anlam bulmuştu ki hiç korkmadan ve belki de eski günahların tevbesi olarak mutlaka onlarla görüşmek ve kucaklaşmak istiyordu.
Kays Ogulları, Tay Oğullarının kendi topraklarına girdiğini, kendilerine doğru Medine’den geldiğini duyunca ve içlerinde de yeni Müslüman olmuş Zeyd’ül Hayr’ın (ra) olduğunu öğrenince kadınıyla çocuğuyla sahraya koşuyorlar. Zeyd ve kafilesi ile kucaklaşmak için koşuyorlar. Zeyd’i (ra) ancak bir miktar misafir edebildiler. Zira Zeydü’l-Hayr (ra) izin isteyip tutulduğu humma zaman zaman şiddetlenmesine rağmen Necîd’e doğru ilerlemeye devam etti. Kavmine kavuşmayı ve ALLAH’ın kavmini onun vasıtasıyla müslümanlar grubuna dahil etmesini istiyordu. Adeta ölümle yarışa girişmişlerdi. Çok geçmedi, Tay topraklarına girince ölüm onu yendi ve kavmine ulaşamadan son nefeslerini verdi. Onun gelişinin hikayesini duyan kabilesi de çok geçmeden İslam’a girdi.
Müslüman oluşuyla, ölümü arasında günah işlemek için bir zaman kalmamıştı. Belki 3 haftalık Müslümandı, ölümü göze alıp kardeşlik duygusu ile kardeşlerini kucaklaşmaya gidiyordu.
Yermük’te 240 000 kisilik Bizans ordusunu 40 000 kişilik İslam ordusu yener. Heraklius’un savaşa katılan yenik komutanlardan hesap sormasına içlerinden ancak bir tanesi şöyle vevap verebilmişti: “Bu insanlar geceleri birer abid, asla haram yemezler, harp meydanlarında birer yiğit savaşçıdırlar. Ama hiç birisi kardeşim ölsün demiyor, ben öleyim diyor. Oysa bizimkiler haram yer, içki içerler, en önenlisi de ben değil yanımdaki ölsün diyor.” Bunun üzerine Heraklius “Onlar ayaklarımı bastığım bu toprakları da fetheder” diyor…
Bizler bugün eğer doğru bir anlayışa ve kardeşliğe sahip olsaydık, bu gün zülum altında olmazdık. İşte Bosna, Irak, Afganistan…
Kardeslik ruhu tekrar gelmeli.
Birbirimizin kusurunu örtelim.
Bakın. Uhud savaşında okçuların durumuna bakın. Savaş kazanılır gibi olunca okçuların çoğu ganimet için aşağı iner. Abdullah İbn Cübeyr (ra) ise tepede kendilerine verilen emir gereği geride kalan bir avuç timin lideridir ve Halid bin Velid tepeyi dolanıp saldırıca kafir atlılarını durdurmak isterken şehid olur. Onunla şehid olanların isimlerini İslam kaynaklarının çoğunda tek tek bulabiliriz. Ama tarih kitaplarında, rivayetlerde Ayneyn Tepesini terkedenlerin isimleri nakledilmemiştir. Bu bir unutma veya önemsememe değildir. Onların kusurları örtülmüştür. Acılar bu ganimet peşinde koşanlar dahil beraber paylaşılmıştır, beraberce tüm acı ve yaralara rağmen, Kureyş ordusu birlikte takip edilir
Ama kardeşlerin ayıbı yüzüne vurulmamıştır.
Biz bugün hangi ayıpları ört(m)üyoruz. Birimizin ayağı takılınca ve yolu değişince “biz söylemiştik…” deyip alaycı bir eda ile mi hareket ediyoruz. Kardeşimizin ayıbını örttüğümüzde Rabbibimizin de bizim bir ayıbımızı örteceğini unutuyor muyuz?!
Dikkat edin, basit bir örnek ile konuya bir son verelim:
Üzerine ancak 100 kiloluk ağırlık konulunca kırılan bir tahta olsun. 2 tahta üst üste olursa 200 değil ancak yaklaşık 400 kiloda kırılır. Bir tahta daha ekleyip 3 tahta üst üste yani birbirinden destek alacak şekilde olursa 1 tonda ancak kırılır. Karatecilerin şov amaçlı kırdığı mermerlere dikkat edin; hepsinin arası boştur. Birbirlerinden güç almaları engellenmiştir. Hatta birkaç mermer kırıldıktan sonra diğerlerini kırmak için güç harcamaya bile gerek yoktur, üsteki kırılanların uyguladığı yük diğerlerinin kırılması için kafidir. Bir olmanın gücü vardır. Arası boş mermerler kırılıyorsa aramıza boşluk sokmalarına izin vermeyelim. Bir binanın tuğlaları gibi aramızdaki boşlukları kardeşlik harcı ile dolduralım.
Selam ve Dua ile
EyLüL- BAĞIMLI ÜYEMİZ
.:. i R F @ N _ M E C L i S i .:. R @ H - i _ @ S K .:. :: (¯`·._.: SAHABELER :._.·´¯) :: SAHABE-İ GÜZİN/ASHÂB-I KİRAM
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
22.09.23 10:37 tarafından RıZa BeRKaN
» Namazı terk eden adam dinini bitirmiştir!
12.01.23 12:26 tarafından RıZa BeRKaN
» Muhammed sen canımın cananısın Muhammed sen gözümün ışığısın Muhammed
12.01.23 10:10 tarafından RıZa BeRKaN
» ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI : ACELECİLİK …!!!
17.11.22 17:23 tarafından RıZa BeRKaN
» i M a N i L e G ö N D e R B i Z i
11.10.22 18:29 tarafından RıZa BeRKaN
» Hazreti Ömer'den (r.a) birbirinden kıymetli 18 nasihat...
11.10.22 18:22 tarafından RıZa BeRKaN
» EN BÜYÜK KABADAYI'LIK EFENDİLİK'TİR
11.10.22 18:00 tarafından RıZa BeRKaN
» Hep yolcuyuz böyle gelir gideriz. Dünya senin vatanın mı yurdun mu?
11.10.22 12:00 tarafından RıZa BeRKaN
» Sadece Kur’an Yeter mi ? KUR'AN YETER DİYENLERE
11.10.22 10:35 tarafından RıZa BeRKaN
» İNCEDEN İNCEYE GİYDİRİYORLAR SİZE MÜSLÜMANLAR
11.10.22 8:35 tarafından RıZa BeRKaN
» Recep Tayyip Erdoğan EVET O bir #DünyaLideri
11.10.22 8:11 tarafından RıZa BeRKaN
» Zordur kurban zordur, ayrılık zordur...
11.10.22 8:03 tarafından RıZa BeRKaN
» Allah ve Rasulü için göz yaşı dökenlere selâm olsun.
11.10.22 7:57 tarafından RıZa BeRKaN
» 2 MiLYaR TaKiPÇiSi VaR
11.10.22 7:34 tarafından RıZa BeRKaN
» Ne NeDiR?
20.01.22 11:54 tarafından RıZa BeRKaN
» ÖĞÜT VEREN AYETLER
20.01.22 10:58 tarafından RıZa BeRKaN
» Faizcileri deşifre edeceğiz.. Takip edeceğiz..
22.10.21 13:26 tarafından RıZa BeRKaN
» ANLAMSIZLIK HASTALIĞI: ANoMİ ‼
11.10.21 11:49 tarafından RıZa BeRKaN
» Mustafa Özcan Güneşdoğdu Rabbim Sana Sığınırım
11.10.21 11:46 tarafından RıZa BeRKaN
» Zengin Tüccar ve 4 eşi hikayesi.
11.10.21 11:41 tarafından RıZa BeRKaN